İstanbul’dan Deprem bölgesine giden gazeteci Hayri Tunç, sosyal medya hesabında “Deprem Notları”nı yazdı. “Uzun oldu biliyorum, ancak toparlayabildiklerim bu kadar” diyen Hayri Tunç’un kaleminden dökülenler:
Birilerinin notlar aldığı şu günlerde, nacizane kendi deprem notlarımı yazayım istedim. Toparlamak çok zor oldu benim için, ama yazmak, not düşmek gerek artık. Depremin acılarının, öfkesinin unutulmaması gerekiyor çünkü. Belki birileri okur, acıları hissedeler kimbilir. Buyrun.
Fotoğraf çekerken, kendilerini çektiğimi sanan bir depremzede aile bana bağırdı, küfür etti. Özür diledim, onları çekmediğimi söyledim. Kızdılar, özür diledim. Bir gün sonra onları gördüğümde yanlarına gittim, beni tanıdı, özür dilemeye kalktı. Sigara uzattım, ailesi yoktu artık...
Hatay'da Uğur Mumcu Meydanında, bir annenin, yakılan ateşin başında bebeğini emzirmesine tanık olmuştum. Sırtında ince bir battaniye, cılız bir ateşin başında, kendisini değil çocuğunu düşünüyordu...
Bu köpek mesela, depremin ilk günü enkaz altında bulunmasına rağmen çıkmak istememiş, ikinci günün akşamı çıkıp, yanında olan kadının annesini bulup enkaza götürmüş. Anne ile birlikte ağlamasına tanık oldum, annenin gözyaşlarını silmeye çalışmasına tanık oldum...
Bu kadın mesela, “eşyamız var, İzmir'e gitmek istiyoruz ama araçlar almıyor” dediğinde, “eşyan ne” diye sormuştum. Gösterdiği ise 2 küçük çuval, içinde sadece anılar...
Bu amca mesela, yıkıntılar arasındaki evine girmek için saatlerce uğraşıp, evine girip altın ya da para değil, anne ile babasının fotoğraflarını almıştı. “Geçmişim” demişti...
Bu baba mesela, yerde cesetler varken, kucağındaki bebeğini biberonla besliyordu. Yanındakiler söyledi, anne göçük altında kalmış, onu bekliyor diye...
Yardım gitmediği için, elleriyle kazıp akrabalarının cenazelerini çıkartan, onları bir kamyon kasasında köyüne götürüp gömen insanlar vardı mesela. Anlat dediğimde öfkeden ağlamaya başlayıp “anlatsam geri gelecekler mi” diye sormuştu...
Çocukları çizgi film istiyor diye, ağır hasarlı evine girip televizyonu alan babayı gördüm mesela. “Elektrikler yok” dediğimde, “elimde bu geliyor, ne yapayım, çocuklarım üzülüyor” dedi...
Evinin yanındaki çadırda yaşayan bir amca, oğlunun onu çağırdığını, ama köpeğini bırakmak istemediği için gitmediğini söylemişti mesela. “Aslında yaşlı, ama biraz daha bekleyeceğim” demişti...
Zöre abla mesela, beyninde tümor olan eşiyle oğlunun ısrarlarına rağmen gitmemiş. Oğlu sinirden yardım getirmemiş. “Neden gitmedin” diye sorduğumda, “6 tane tavuğum var, onların vebalini alamam” dedi...
Başka bir ana ise, ona götürülen erzakların fazlalığını dile getirip, zorla bir kasa sebzeyi geri vermişti. “Biz iki kişiyiz oğlum, bu bize biraz yeter, başkalarına ver. Çok olur böyle” demişti...
20 yaşlarında bir çocuk, gecenin bir vakti beni durdurup, gazeteci olduğum için anlatmaya başlamıştı. Yıkılan iki binayı gösterip, “Bütün çocukluk arkadaşlarım öldü, ben şimdi ne yapacağım” diyerek sarılıp ağlamıştı...
15 yaşındaki bir kız, sınıf arkadaşlarının öldüğünü, öğretmeninin öldüğünü duyunca konuşmayı kesmişti. Sadece arkadaşlarıyla çektiği fotoğraflara bakıp ağlıyordu. Ailesi çaresiz, gelen gönüllü doktorlara götürmeye çalışıyordu...
Elbistan'da gece eksi 25 dereceyi bulan soğuktan dolayı enkazda donarak ölenler olduğunu da bilin. Gönüllülerin çalışmalarının engellenip, kaderine bırakılan, donarak ölen insanlar oldu...
Gönüllüleri anlatayım biraz da. Mesela bir gönüllü, enkazdan ceset toplamaktan sinir krizi geçirdi yanımda. “Çocukların cesetlerini topluyoruz abi, çok zoruma gidiyor” demişti...
Bir madenci, 15 eve girdiklerini hep cenaze çıkarttıklarını söyleyip, benden şefleriyle konuşmasını, canlı çıkan bölgeye gitmek istediğini söylemişti. “İşe yaradığımı hissedeyim bari” demişti....
Ya da yine bir çok gönüllünün, depremzedeler için yapılan yemekleri yiyemediklerini, kendi getirdikleri bisküvilerle karınlarını doyurmaya çalıştıklarını gördüm. “Onların hakkıdır” diye aç kalanları gördüm...
Uyumadan, yemeden günlerce enkazlara arama kurtarmaya giden inşaat işçilerini gördüm mesela. Her geri döndüklerinde, sadece bir bardak çay içip köşelerine çekiliyorlardı...
6 saat enkaz altında canlı arayıp, bulup, sadece bir sigara içmek için enkazdan çıkan, üstü başı toz toprak içinde itfaiye erinin sigarasını bitirmeden, “karşı binadan ses geliyor” diyen bir yurttaşın yardıma koşmasına da tanık oldum...
Canlı çıkartılmayı bekleyen enkaz başında yardım için duran askerlerin komutanının, “AFAD çadırları geldi, gidin indirin” emrine, alacağı cezaya rağmen uymadığını, “o kişileri çıkartmadan gitmem” dediğini de duydum...
Kendilerine bir parça kek bile almadan, bütün gelen yardımları halka dağıtıp, aç, battaniyesiz geceyi geçirmeye çalışan gönüllüler vardı mesela...
Bir annenin, evladının cenazesinin başında delirdiğini gördüm mesela. Diğer oğluyla beraber, ayağa kalkıp oynadığını, "Oğluma yemek hazırlayayım" dediğini duydum. Sağ kalan oğlunun "Onu ben çıkarttım, temiz elbiseler getirdim" diye feryad ettiğini gördüm
Uzun oldu biliyorum, ancak toparlayabildiklerim bu kadar. Artık kimse sağ ve sağlıklı değil...