Damat Berat açıkladı; "Yeni Ekonomik Program" kapsamında bundan böyle Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulacak "Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi", ABD yönetim danışmanlık şirketi McKinsey'le birlikte çalışacak. Açıklama ortalığı toza dumana katınca Damat Berat bir açıklama daha yapmak zorunda kaldı: "bu şirketin icra yetkisi olmayacak." Artık herkes derin bir nefes alıp arkasına yaslanabilirdi; ekonomi yönetimi, hala "yerli" ellerde, elin gavurunun sadece denetlemesine ve her çeyrekte (üç ayda bir) rapor hazırlamasına izin verilecek! Böylece bir kaç kuş birden vurulmuş olacak. McKinsey gibi uluslararası bir şirket sayesinde borç para için kapıları aşındırılan ülkelere güven verilmiş olacak, aynı zamanda IMF ile çalıştığı herkesin malumu olan bir şirketle çalışılmış olacak ama "IMF ile defteri kapattık", "isterse IMF'ye borç verebiliriz" efelenmelerine sadık kalınmış ve IMF ile doğrudan bir stand by anlaşmasına girilmemiş olacak. Yani IMF aslında her şeyin içinde olacak ama hiçbir yerde olmadığı algısı yaratılacak.
Tabii bütün bu mumların yatsıyı bulmadan söneceğini tahmin etmek pek de güç olmasa gerek; çünkü çöküşün arifesinde tutunulan bu tür dalların elde kaldığının örnekleri tarihin pek de tozlu olmayan sayfaları arasında bir hayli çok. Bunların her fırsatta övündükleri Sultan II. Abdülhamit döneminde de buna benzer bir durum yaşanmış, 1881'de kurulan Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi, Osmanlı İmparatorluğu'nun borçlu olduğu yabancı ülke temsilcilerinden oluşmuş ve bunlar hükümet adına alacaklardan sorumlu duruma gelmişlerdi; yani bir nevi gelir-gideri kontrol eder pozisyona gelmiş, deyim yerindeyse ekonominin idaresine el koymuşlardı. Duyun-u Umumiye İdaresi 1939'a kadar borçları denetlemiş ve dış devletler için Osmanlı'ya ve ardıllarına borç vermenin risklerini azaltmaya çalışmıştı.
Bunlar da şimdi ekonominin yönetimini üste para vererek bu ABD danışmanlık şirketine havale ederken ABD ve Avrupa'nın ilgisine mazhar olmaya çalışıyor; bir süredir efelenmeler ve heyheylenmeler sonucu kısılmış olan borç musluklarının hiç olmazsa bir kısmının yeniden açılmasını umuyorlar. Ancak RTE'nin Almanya seyahatinde de görüldüğü üzere bu ülkelerin durumu da "kelin merhemi" misali pek iç açıcı değil. Almanya'nın terk derdinin Türkiye gibi devrim tehdidi altında olan ülkeleri, hiç değilse dış borç ödeyebilir durumda tutmak olduğu bir kez daha görüldü. Katar'dan aldığı uçağı nakde çeviremeyen RTE, bir kez daha "Biz AB'ye sırtımızı çevirmiş değiliz" diyerek euro bölgesine göz kırptıysa da, anlaşılan o ki, bu sıralar kimsenin o taraklarda bezi yok.
Damat Berat ve arkadaşlarının durumu gerçekten vahim; çünkü iktisatçı yazar Mustafa Sönmez'in söylediğine göre içeriye dışarıdan sıcak para girmesi gerekiyor. "Türkiye 2018'in ikinci yarısında girdiği bu kriz tünelinden 2019'da da çıkamayacak. IMF'ye gitmedikçe çıkamayacak çok açık(...)Her ay 15 milyar dolar para girmesi gerekiyor, yılda 180 milyar dolar...Bu parayı kimse kolay kolay çıkarıp vermez". Bu durumda çarkların dönmeyeceği, emekçi halkın özellikle gözünü diktiği enflasyon, işsizlik gibi ekonomik göstergelerin hızla kötüleşeceği, "istikrar istikrar" diye hu çekenlerin ilenmeye başlayacakları açık değil mi? Açlığın sivri tırnaklarını işçi ve emekçi ailelerin midesine geçireceği ve geniş yığınlardaki hoşnutsuzluğun daha da artacağı belli olmuyor mu?
"Ufukta risk bulutlarının dolaştığını" belirten IMF Başkanı Lagarde, "küresel değer zincirlerinin kırılması(siz bunu ülkelerin dış borçlarını ödeyemeyip, iflas etmeleri olarak okuyun-bn) gelişmiş ekonomiler de dahil olmak üzere bir çok ülke üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olabilir" diyor. Ve işte bu IMF'nin Türkiye hakkında en son hazırladığı Nisan raporunda ekonomik göstergelerin hızla kötüye gittiği vurgusu yapılıyor.
Şimdilik temel ihtiyaç maddelerine ard arda zam yaparak ayakta durabilen hükümet, bu zamlarla kendi kuyusunu da kazdığının gayet bilincinde. Bu nedenle sürekli mezarlıktan geçen birinin korkusunu gizlemek için ıslık çalması gibi "ekonomik kriz filan yok; bunların hepsi psikolojik" nakaratını tekrarlayıp duruyor. Yıllar önce iktidara geldiklerinde "devleti bir şirket yönetir gibi yönetmek gerekir" diyenler, şimdi son çare olarak ekonominin yönetimini bir şirkete havale etmek suretiyle krizden kurtulmaya çalışıyor. Bu da öyle bir şirket ki, daha önce danışmanlık yaptığı başta büyük enerji devi Enron olmak üzere onlarca şirketi batırmış bir şirket. Doğal gaz dağıtımı alanında faaliyette bulunan Enron'u türev piyasalarda spekülasyon yapmaya yönelterek çökerten bu şirketin zaten bitap durumda olan Türkiye ekonomisine ne yapacağını tahmin etmek zor değil. Tüm amacı kar maksimizasyonu olan bu şirket, kişisel refah, refahın orantılı dağıtımı vb ile ilgilenmediği gibi üzerinde yoğunlaştığı, ekonomik büyüme, enflasyon ve cari açık rakamları konusunda da pek başarılı bir performansa sahip değil. Başta söyledik ya, IMF'nin taşeronluğunu yapan bu kurumun esas görevi, batığa girmiş olan ekonomilerin dış borç ödemesi yapmasını garanti altına almak.
Evet, Türkiye ekonomisine ABD tarafından kayyum atandı dersek çok da yanlış olmaz. Yeni ekonomi politikayla beraber yeni Duyun-u Umumiye! "Hasta Adam"ın mecalinin kalmadığını göstermeye bundan daha iyi bir örnek bulunamazdı. Büyük heyheylenmelerin, efelenmelerin arkasında size “gerçekliğin çölüne hoş geldiniz!” diyecek “arası puslu bir ayna” vardır mutlaka. Şimdi birileri hemen faşist devlet, hükümet adına hayıflanmaya, krizden çıkabilmesi adına onlara akıl verme yarışına girişecekler. Devrimci komünistler ise her geçen gün yakıcı soluğu daha fazla hissedilen bir ayaklanmanın örgütlenmesi ve devrimci bir hükümetin kurulabilmesi amacıyla tüm güçlerini belirli bir anda belirli bir yerde yığabilmek için çalışmalarını aralıksız sürdürmekle uğraşacaklardır. Emekçi halkın güvenebileceği yegane uğraş da açıktır ki, bu olacaktır.
Ali Varol Günal