Geçtiğimiz yıl 7 Ekim’de Filistin halkının ve örgütlerinin İsrail’e karşı Gazze’de başlattığı devrimci savaş yedinci ayına girmiş durumda. 7 Ekim’de başlayan ve aylardır dünyayı derinden sarsan bu savaş, başta emperyalist başkentler olmak üzere, dünya halklarını ve işçi sınıfını sermaye egemenliğine karşı harekete geçirmiş durumda.
Filistin halkının öncülerinin başlattığı ve Siyonist İsrail devletinin emperyalistlerin sonsuz desteği ile soykırıma dönüştürdüğü bu savaş, bugün başlamış bölgesel bir çatışma değildir. Tarihsel olarak ulusal toprakları önce Osmanlılar, ardından İngilizler tarafından sömürge haline getirilen Filistin halkı, 1948’den bu yana ise ilhak, inkâr, sömürü ve her türlü aşağılama ile yok sayılmaktadır. Ortadoğu’da bir karşı devrim üssü olarak kurulan İsrail’in sınırları adım adım Filistin topraklarını ilhak ederek, Filistinli emekçileri bölgeden göçerterek ve yerleşimci adı altında istilacı gericileri bölgeye yerleştirerek genişlemiştir.
Batı Şeria ve Gazze’de gettolarda yaşamaya mahkûm edilen, işbirlikçi Mahmut Abbas yönetimi desteğiyle her gün İsrail tarafından katledilen, aşağılanan Filistin halkı özgürlüğünden hiç vazgeçmedi. Dünya emperyalist güçlerinin desteğiyle Siyonist İsrail devletinin ezilen Filistin halkına yönelik yok etme savaşı, 75 yılı aşkındır sürmesine rağmen Filistin halkı hiç boyun eğmedi. Üstelik Filistin halkının ulusal devrimci savaşımı özellikle 60’lı yıllardan bu yana devrimci güçlerin önderliğinde sürüyor. Bundan dolayı, bu savaşın 7 Ekim’de başlamadığını belirtirken, Filistin halkının 50 yılı aşkın süreli kır ve şehir gerilla savaşımı ve intifadalar biçiminde uzun bir savaşım geçmişine sahip olduğunu hatırlamak yerinde olacaktır.
7 Ekim’de başlatılan devrimci atılımın ardından korku ve panik içine giren Siyonist İsrail devleti, emperyalistlerin sınırsız desteği ile Gazze’de bir soykırım savaşına girişti. Bu savaşta Filistinli örgütlere karşı ilerleme kat edemeyen ve ciddi kayıplar veren İsrail ordusu, savaş uçaklarıyla sivil insanların üzerine on binlerce ton bomba yağdırırken; on binlerce insanı katletti, yüzbinlerce insanı da sakat bıraktı, Gazze’nin %90’ını yıktı. Daha önce de büyük bir gettoyu andıran, alt yapısı harabe durumda olan Gazze her anlamda bir abluka altındaydı.
7 Ekim’den itibaren savaşın derinleşmesiyle bu abluka, tamamen bir blokaja dönüşmüş durumdadır. İsrail tarafından uygulanan bu blokajda yüzbinlerce insan ve özelde binlerce bebek, çocuk, yaşlı ve hasta insan açlık ve kıtlığa mahkûm edilerek öldürülüyor. Her gün basına, sosyal medyaya yansıyan haberlerde yeterli gıda, ilaç, besin, su ve hijyene erişemeyen yani en temel insani ihtiyaçlara ulaşamayan yüzlerce çocuğun gözlerimiz önünde hayatını kaybettiğini görüyoruz. Nazi savaş makinesinin uyguladığı soykırım bugün Siyonist İsrail devleti eli ile 21. yüzyılda sürdürülüyor. Uluslararası yardım kuruluşlarının ve gerici Arap devletlerinin bölgeye ulaştırdığı yardımlar çok sınırlı olmakla birlikte, yardım almaya çalışan insanlar ise savaş uçaklarından atılan bombalarla acımasızca katlediliyor. İsrail zindanlarında tutsak olan Filistinli devrimciler ise yoğun bir tecrit ve işkenceye maruz bırakılıyor.
Emperyalist devletler ve bölgedeki işbirlikçisi gerici Arap devletleri Siyonist İsrail ile anlaşarak Filistin halkının mücadelesini boğmaya çalışıyor. Faşist devlet ise ‘din kardeşimiz Filistinlilerin yanındayız’ hamaseti ile emekçi halkların gözünde Filistin’i savunuyor algısı oluşturmaya çalışıyor. Emperyalizme tam bağımlı olan dinci-faşizm ve sermaye egemenliği, İsrail ile milyarlarca dolarlık boyutlara varan ticari ilişkisini “Filistin halkının yanındayız yalanı” ile artırarak sürdürüyor. İsrail’in sanayi askeri kompleksi için ihtiyaç duyduğu çelik, Mersin ve İskenderun limanlarından gidiyor. Türk tekelleri ile İsrail arasında gıda, enerji, çelik, hammadde gibi alanlarda ticaret sürerken, İsrail şirketlerinin ürettiği onlarca ürün yaşadığımız topraklarda satılıyor. Bu ticari anlaşmaların sonrasında elde edilen karlar ise Filistin halkının üzerine yağan bombalara dönüşüyor.
Ancak yukarıda ortaya koyduğumuz tüm bu yıkımın, tüm bu insanlık düşmanı suçların ortasında hepimize umut veren bir tablo var. Bu da, dünya halklarının Filistin halkının yok edilmesine karşı aylardır sokaklarda olduğu gerçekliğidir. Güney Afrika’dan Küba’ya, Japonya’dan Avrupa’ya, ABD’ye kadar emekçi halklar ve dünya proletaryası Filistin halkına sahip çıkıyor, mücadelesini destekliyor, bu soykırım savaşına ortak olmuyor. Emperyalist devletlerin başkentleri, İsrail’in bu soykırım savaşına karşı Filistin halklarıyla dayanışmak için meydanlara akıyor. Tıpkı Vietnam savaşında olduğu gibi, milyarlarca insan kendi burjuva devletini bu soykırımdan sorumlu tutuyor.
Şimdi asıl sorulması gereken soru; bu soykırım savaşını durduracak, Filistin halkının özgürlük yürüyüşünü güçlendirecek adımların Türkiye, Kürdistan ve dünyada nasıl atılacağıdır. Çünkü kendi karşı-devrimci sermaye iktidarlarımızın bu suça ortak olduğunu görmemiz yetmez, bunu değiştirmek ve Filistin halkı ile devrimci mücadele köprüleri kurmak için acil siyasal eylemlere girişmek kaçınılmaz ve ertelenemezdir. Küçük sokak pratiklerinden, İsrail ile ilişkili şirket, kurum önlerinde eylemler yapmaya, kitlesel gösterilere örgütlemeden uluslararası konferanslar düzenlemeye kadar Filistin halkı birlikte mücadele pratiklerini gerçekleştirmeliyiz.
Filistin halkının özgürleşmesi için sokağa çıkmak, harekete geçmek her devrimci öncü işçinin, gencin, emekçi kadının tarihsel ve insani sorumluluğu olarak karşımızda durmaktadır.