Yaşamın anlamı üzerine tarih boyunca çok şeyler yazıldı, hala da yazılıyor. Bazıları gerçekten de çok güzel, çok anlamlı ama yazanların kaçı bu yazdıklarını tam olarak hissettirebilmiştir. Örneğin özgürlük üstüne neler, neler yazılmadı ki! Üstelik yazılanlar ne kadar güzel olsa da daha da güzel şeyler yazmak gerektiğini düşünmeyen var mıdır? Fakat yine, ister şimdiye değin yazılanlar olsun isterse de bundan sonra yazılacaklar olsun, hiç biri özgürlüğü yaşamak kadar güzel ve değerli olamaz. Çünkü yaşayan hisseder, diğeri ise hissetmeye çalışır. Bu ateş olmakla, ateşin kıyısında durmaya ya da ışık olmakla o ışığın aydınlığından yararlanmaya benzer. Biri özdür, diğeri değildir...
Özgürlük nedir? Nasıl yaratılır bilir misiniz? Bu yaşamda her şeyin bir bedeli var ama hiçbir şeyin ve hiçbir şeyin özgürlüğünki kadar ağır bir bedeli yoktur. Üstelik onu yaratmak böylesine zor ve neredeyse imkansızken, kaybetmekse çok ama çok kolaydır. Hiçbir şey yapmaya gerek yok. Eskimiş bir çorabı çöpe atmaktan bile daha kolaydır. Tek sözcük bile etmene gerek yok! Susmak, yeter de artar bile! İşte, sadece öylesine vazgeçersin hepsi bu. O gider ve geriye hiçbir şey kalmaz. Artık bir esir hatta bir kölesin. Yasalar hala özgür olduğunu söyler fakat bir yasa özgürlük olmadan yazılmışsa o sadece bir boyunduruk, bir tahakküm kuralıdır. Ha birileri onu senin için yazmış ha boynuna bir pranga vurmuş. Sen artık yasal bir kölesin işi aslı sadece bu. Yalnız senin esaretin kafese kapatılmış bir kuş gibi değildir. Çünkü sen susansın, sen tarihin tüm dönemlerinde kaybedensin. O bildik yanılsamanın aksine gerçek tarihi özgürlük uğruna savaşanlar yazar. Bundan ötesini yazanın, yazdığı yıllıktır.
Dur ve düşün! Bunlar seni rahatsız edebilir. Aslında etmeli de ve ederse hala bir umut var demektir. Aksi halde sen susmayı seçensin ve aslında sen yoksun çünkü var olmak çok daha başka birşeydir!
Yaprağın rengi vardır; gülün kokusu, suyun akışı, sesin yankısı. Doğada ve yaşamda her şeyin bir karşısı, bir eşi, bir olmazsa olmazı, tamlayanı, bütünleyeni... Peki kalbin ki ne özgürlükten başka!..
Ararat’ın başında ak bir bulut vardır. Mezopotamya'nın beyaz saçlı bilge riopisi'dir o. Harran'ın taşı toprağı yakan güneşi, Amed'in Diclesi, İstanbul'un kavgası... Olmasaydı biri eksik kalırdı diğeri. Peki, senin neyin var? Yaprağın dalı, dalın gövdesi, gövdenin kökü! Ya senin? Keremin sevdası, Spartaküsün isyanı, Deniz'in devrimi! Ya senin susan? Susmak eksiği sayılmaz hiç bir şeyin!
İnsan nasıl susabilir? Acaba nefes alıp vermeyi mi unutur? Eskilerin arasında mı kalır soluğu, unutulmuş bir gülümseyiş gibi! İnsan nasıl susar, yiterken özgürlüğü? Bu tüm cesaretin yitirilmişliğine benziyor ve benziyor korkunun her hücreye kök salmasına. Yaşama bu şekilde bağlanmak ne kadar da küçültücü! Vefasızlık, değil mi bu? Kuru bir ağacın bile bir gölgesi varken yani az çok bir gölgecikle korurken, bir karışlık da olsa toprağı. İnsan nasıl vefasız olabilir. Korkanlar bir süre sonra düşünmeyi de unutur. Oysa düşünen insan özgürdür ve özgür olanda cesur, cesaretin bir yanı da vefadır.
Unutanların kalbi kurudu. Hani, insanın kalbi acıdan, sızıdan yansa küle dönse de bir yerde önemli değil. Çünkü yanandan, kavrulandan hiç yoktan geriye bir tutam kül kalır. Ve o zaman en azından bir umut vardır. Kim, anka kuşundan daha az güzel diyebilir ki, külünden yeniden doğan insana. Vurulduğu yerden doğrulmayı bilen, yırtar ölümün sessizliğini ve çığlık çığlığa kalkar ayağa özgürlük. Kalkar kalkmasına da yeter ki kurumasın insanın kalbi.
Susmak kendi cinayetimizdir, ama cinayetin de en korkağı. Katliamdır, katliamcıdır katledilendir.
Susmak işkencedir, kendine acı çektirmektir, insanlık suçudur. Ama maalesef yüzyıllardır, susanlar “yapıyor” susmayanlara, kurşun sıkılıyor! Susmak altın isyana davet suç sayılarak napalmlanıyor, uçaklarla tanklarla param parça ediliyor. Fakat yaşamanın gerçek tarifine bakarsak böyle ölenler yaşar ama böyle susanlar ölür.
Bu senin son anındır susan! Zeytin ağaçlarıyla dal tepelerinden korkak ölümleri, ölümsüz cesaretleriyle yenerken, susanlara da son bir şans sunuyor, bu cesur gencecik yürekler. Anla bunu aksi halde senin için bir daha ne gökyüzü mavi, ne deniz tuz kokulu olacak! Ne çocukların eskisi gibi sevecek seni ne de öptüğün dudaklar ballanacak. Yitecek anlamlar birer birer ve sen aynadaki yabancıyı kendin sanacaksın. Oysa değil. Sen onu susku adlı zehirle öldürdün.
Kalk, bak sokağına, çığlık çığlığa yürüyenleri gör. Ümittir bu sabırla taşlarını çatlata çatlata gelen. Kalk! Çık sokağa unutma ki doğru zamanda atılan bir kaç adım bir atom bombasından daha dehşetli sonuçlara yol açar.
Kenan Aktaş, Emre Bora ve tüm Afrin’de ölümsüzleşenlere ithaf edilmiştir. Söz ki külünüzden yeni bir dünya doğacak! Bunun ateşinde yananlara selam olsun...
Azer Kızıl