1977-1978'de yaşanan bütün bu olaylar tam bir iç savaştı. 1977'de burjuva iç savaş (1 Mayıs'la) olarak başlamış olsa da devrim cephesi, proletarya kısa sürede güçlerini toparlayıp harekete geçerek buna devrimci iç savaşla cevap verdi.
Tekelci sermaye ve iş başındaki Ecevit başkanlığında CHP hükümeti, Maraş katliamını da bahane ederek devrimci dalganın güçlü kabarışı karşısında 12 Eylül askeri faşist cuntasına giden yolu açtı: Aralık 1978'de sıkıyönetim ilan etti. Devrimci sosyalist yayınların basımı ve dağıtımı yasaklandı. 1 Mayıs'ın Taksim'de, hatta İstanbul'da kutlanması yasaklandı; miting, yürüyüş ve grevler kısıtlandı. Ama bir çok iş yerinde grevler yasağa rağmen fiilen devam etti. Devlet baskısı, resmi ve sivil faşist saldırılar artarken Maraş katliamına benzer katliamlar Sivas, Çorum, Hatay gibi alevi nüfusun yoğun olduğu kentlerde de yapılmaya çalışıldı. Ancak halkın ve örgütlü devrimci güçlerin kararlı biçimde silahlanıp mücadeleyi yükseltmesiyle geri püskürtüldü, oyun boşa çıkarıldı. Bu dönemde sivil faşistler pek çok mahalleden silahların gücüyle sökülüp atıldı. İç savaş artık sadece metropollerde değil, Türkiye ve Kürdistan'ın hemen bütün kentlerinde, kasabalarında ve kırsal kesinlerinde yayılmaya, yoğunlaşmaya başladı. Varoşlardan, emekçi mahallelerinden birer birer sökülüp atılan sivil faşistler, arkalarındaki polis desteğine rağmen ancak belli mahallelerde ve merkezlerde sıkışıp kalmış, adeta kuşatma altına alınmışlardı. Bu gelişmeler karşısında tekelci sermaye, toplumu terörize etmek amacıyla tanınmış ilerici, demokrat aydınları, bilim insanlarını hedef haline getirdi. Bedrettin Cömert, Doğan Karafakiroğlu katledildi, Server Tanilli ise bu suikastlardan yaralı olarak kurtuldu; Abdi İkpekçi gibi gazetecilerin yanı sıra 1978'deki DGM'ye karşı grevlerin, 1 Mayıs mitinglerinin ve daha başka pek çok etkili işçi eylemlerinin örgütlenmesinde etkin rol oynayan, DİSK'in bir dönem Genel Başkanlığını da yapan Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler'i de bu suikastlarla katletti. Bu suikastlardan sonra yapılan cenaze törenleri yüzbinlerin katıldığı büyük anti-faşist gösterilerle yapıldı. Özellikle Kemal Türkler'in cenaze töreninde pek çok fabrika ve işyerinde iş durduran işçiler fabrikalardan çıkarak cenaze törenine toplu olarak katıldılar.
Bu dönemde işçi eylemleri öne çıksa da asıl yükseliş 1979-1980 yılında yaşandı. Pek çok iş yerinde yasal ve yasadışı grevler, iş durdurmalar, direnişler yapıldı. 100 bini aşkın işçi greve çıkarken, bu grev ve direnişlerde radikal çizgi öne çıktı. Sermaye ve iş başındaki MC hükümeti bu eylemleri kırmak için pek çok yol ve yönteme başvurdu; sivil faşist çeteler grevci işçilere saldırtılıp grev çadırları taranırken, Çukobirlik, Antbirlik, Tariş işletmelerinde işgaller başladı, sivil faşistlerden sonra polis saldırılarına karşı da barikatlar kurulmaya başladı. Bu gelişmeler en sonunda İzmir Tariş İşletmelerinde devlet güçlerinin saldırısıyla silahlı çatışmaya vardı. İşçiler ve işçileri destekleyen devrimci güçler İzmir'in pek çok semtinde günlerce süren devlet güçlerinin saldırılarına karşı barikat kurup silahlarla karşı koydular. Askerler, günlerce süren çatışmalardan sonra ancak tankların yardımıyla Tariş işletmelerine girebildiler.
Sokak çatışmalarının, bombaların, silahların yaygın olarak kullanılmaya başlandığı; her gün onlarca insanın vurulduğu, yaralandığı, iç savaşın pek çok kente ve kırsal alanlara yayıldığı; devrimci örgütlerin, devrimci mücadelenin giderek güçlenip etkinlik kurmaya başladığı bu süreçte devrimci durum bütün belirtileriyle ve bütün yönleriyle ortaya çıkmıştı. Tekelci sermayenin burada bir devrim korkusuna kapılmasının nedeni sadece bunlar da değildir. Aynı dönemde devletin militarist kurumları, en güvendiği kaleleri olan ordu ve polis içinde, özellikle alt kademelerde yer alan ve orduda asıl işi yapan, askerle içi içe olan kesimlerde çok ciddi bir saflaşma ortaya çıktı. Bu saflaşma polis içinde daha yoğun olmakla birlikte orduda da başgöstermişti. Öyle ki, ordu ve polis içindeki bölünmede taraflar birbirine güvenmeyecek derecede saflaşmışlardı. Bu durum devletin diğer kurumlarındaki saflaşmayla birleşince, tekelci sermayenin egemenlik aygıtı olan devletin çok ciddi bir zaafiyet ve zayıflık içine girmiş oldu. İşte tekelci sermayeyi asıl korkutan, devletin içine düştüğü yetersizliktir.
Tekelci sermaye devrimin gelişimi, devletin zaafiyeti ve kapitalist ekonominin yapısal krizinin derinliği karşısında her şeyi kaybetmekten önceki son çıkış olarak, emperyalistlerin de desteğiyle, askeri faşist cuntaya yol verdi. 12 Eylül 1980'de ordunun en üst kademesinde yer alan beş general parlamentoyu ve hükümeti feshetti, yasama ve yürütmeyi doğrudan ele aldı. Bütün siyasi partileri kapatıp her türlü siyasi faaliyeti yasakladı. DİSK başta olmak üzere, Türk-İş dışındaki bütün sendikaları ve diğer işçi, emekçi örgütleri, gençlik dernekleri gibi devrimci demokratik kurumları kapattı. Bütün bu örgütlerin yöneticileri dahil yaygın bir tutuklama furyası başladı. Bu dönemde milyonları etkisi altına alan kitlesel hareketler, silahlı ayaklanmalar, çatışmalar, devrimci hareketin iktidar perspektifi yoksunluğundan dolayı politik iktidarı fethetmeye yöneltilemedi.
12 Eylül'le birlikte sokağa çıkma yasağı ilan eden faşist cunta yönetimi sürek avına başladı; yüzbinlerce insan yakalanıp aylar süren işkencelerden sonra tutuklandı. Sokaklarda, ev baskınlarında onlarca insan katledildi. Fişlenenlerin sayısı milyonları aşarken, binlerce insan tutsak alınıp zindanlara dolduruldu. Askeri mahkemelerin kararlarıyla devrimciler peş peşe idam edilerek proletarya ve emekçi yığınlara, halklara korku salındı. Devrimci durum bir süreliğine bastırılırken, 12 Mart faşist cuntasının tamamlayamadığı devletin bütün kurumlarıyla faşistleştirilmesi tamamlandı.
Tekelci sermaye 12 Eylül'ün işkenceleri, zindana kapatmaları ve idamlarla devrimci mücadeleyi geriletip, devrimci durumu bastırsa da mücadele kesintisiz devam etti. 80'lerin ilk yarısında zorlu zindan mücadelelerinin yanı sıra altı çizilmesi gereken UKH'nin 1984 15 Ağustos atılımıyla gerilla savaşını başlatması oldu. Eruh ve Şemdinli kıvılcımı çok geçmeden Kürdistan'ın pek çok bölgesine yayıldı.
Sermayenin 12 Eylül yasakları nedeniyle artık grev yapılamaz denen bu dönemde işçi sınıfı NETAŞ grevi ve zaferiyle yeniden sahneye girdi. Ardından Tersaneler, Sümerbank, Tekel, Karayolları ve diğer KİT'lerde çalışan işçilerin 89 Bahar eylemleri adıyla bilinen yaygın eylemleriyle devrimci durum yeniden mayalanmaya başlamıştı. Özellikle KİT'lerde çalışan işçilerin eylemleri bu kadar yaygın ve etkili oldu. 12 Eylül'ün işçi sınıfının hemen bütün sınıf örgütlerini kapatıp etkisizleştirdiği, sınıfı örgütsüzleştirdiği bir zamanda bu eylemler patlak verdi.
Özgür Güven