Yine “şahlanış dönemi”ne giriyormuşuz. TOBB’da konuşan RTE müjdeyi verdi: “Hukuk ve ekonomi reformları yeni dönemin hazırlıkları. Önümüzdeki dönemde ihtiyaç duyulan değişimleri hayata geçirmek de elbette bizim görevimiz. Hazırlık dönemini geride bırakıp şahlanış dönemine giriyoruz. Üretim, istihdam ihracat ve büyümede ülkemizin olumlu yönde ayrıştığını göreceğiz.”
Ekonomi durup durup şahlanıyor. Şahlanmaktan yorulduk artık!
Damat yok ya, ekonomi orkestrasının solo şefi olarak arzı endam etti RTE. Yine faizlere çattı. Üstelik Merkez’in toplantısından bir gün önce! Döviz önce yukarı doğru bir sıçrama yaptı, sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden yarınki PPK toplantısını beklemeye koyuldu.
Eğer hala “piyasalar” altüst olmadıysa, bunun tek bir anlamı var. Bu ucuz müsamerenin farkında “piyasalar”. RTE faizle ilgili genel tekerlemelerini söyleyecek, buna rağmen Merkez Bankası faizleri artıracak; böylelikle Merkez’in bağımsızlığı dosta düşmana bir güzel gösterilmiş olacak!
Gerçekten son derece ucuz bir müsamere. Bu faiz tekerlemelerine kimse kulak asmıyor, asmayacak da. Onca yeminler edilip, “acı reçeteler”den bahsedildikten, “reform dönemi” ilan edildikten sonra, böylesi hamasete kimse dönüp bakmaz bir daha.
Sahi, yarın faiz artacak. Döviz biraz daha düşecek. Risklerin azalması oranında CDS primleri de düşecek. Haliyle kredibilite artacak, borç bulmak kolaylaşacak. Ama... tam da RTE’nin dikkat çektiği nokta, “yatırımcının faize ezdirilmesi” meselesi ne olacak? Faizler artınca kredi faizleri de yükselecek. Tüketim üzerine ek yük binecek. Pek çok küçük ve orta ölçekli işletme açısından bu durum ek bir külfet getirecek. İşten çıkartma yasak olduğu için yasal hale getirilen “ücretsiz izin” alıp başını gidecek.
Olmuyor. Dönüp dolaşıp işçilerin ve küçük esnafın/üreticinin ipinin çekildiği sonuç çıkıyor. Faiz artsa da artmasa da, ekonomi şahlansa da şahlanmasa da, değişmiyor yoksul kesimin yazgısı. Birileri her daim kazanıyor. Başka birileri bazı şartlarda kazanıyor. Emekçiler her zaman kaybediyor. Bu düzenin çarkı böyle kurulmuş, böyle işliyor.
Bakın şu “pandemi önlemlerine” mesela. Alınan “önlemler” ne vadediyor? İşçiler, “tedarik zincirinin gereği” olarak üretim birimlerine salkım saçak servislerle taşınmaya devam edecek. Yani virüsün/salgının kucağına atılacak. Aynı şekilde çalışma ortamlarında, yemekhanelerde vs. virüs mutlaka bir şekilde bulacak işçiyi. Onun üzerinden ailesini. Özcesi, işçiler ve aileleri salgına feda edilmiş durumda.
Öte yandan, genel olarak ticaretin (“tedarik zincirinin”) aksaması nedeniyle işletmeler sürekli kapasite düşürüyor. İşçiler ücretsiz izne çıkarılıyor. Böylece günlük 34 TL ile geçinmeye mahkum ediliyor. Yani... işçiler ve aileleri, açlığın kucağına atılıyor.
Küçük esnafa gelince... En başta yeme içme sektörü olmak üzere, hemen hepsi hem salgının doğrudan ve dolaylı etkisi, hem malum “önlemler” nedeniyle iflasın eşiğinde. Çoğu zaten iflas etmiş durumda. Hükümetin “önlemleri” işçilerin ve genel olarak küçük esnafın yararına değil. Sözde salgının yayılmasını engelleyecekler. Ama ne salgının yayılmasını engelleyecek önlemler alıyorlar, ne işçilerin, yoksul kesimlerin, küçük üreticilerin ekonomik desteklenmesine yönelik önlemler alıyorlar. Bilimciler bas bas bağırıyor: “en az iki veya üç haftalık tam kapanma”! Ama “ekonomi çarkları dönmek zorunda” diyerek bunu reddediyorlar. (Kaldı ki, bu türden bir “tam kapanma” demek, devletin tüm bir toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasını organize etmesini gerektirir. Kapitalist bir ülkede, bırakın Türkiye gibi bir ülkeyi, “zengin ülkelerde” bile, mümkün değildir böylesi önlemler. Avrupa’nın ve ABD’nin “pandemi karnesi” bunun kanıtıdır: Milyarlar finans şirketlerine ve tekellere, geniş emekçi yığınlara ise üç kuruşluk yardım!)
Sonuçta bu ekonomi “şahlansa” da, sürünse de emekçinin payına korkunç bir yoksulluktan başka bir şey düşmüyor. Bu çarklar kırılmadığı, sistem topyekun berhava edilmediği sürece de payımıza hastalıktan veya açlıktan ölmek ikilemi dışında hiçbir şey düşmeyecek.