Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin hakkında düşünce berraklığına kavuşamadığı temel konunun güncel mücadele-devrim mücadelesi olduğunu söylersek hiç de abartmış olmayız. Bu, önemli bir sorundur ve bu sorunun temelinde reformist anlayışın iki ülke devrimci hareketinin iliklerine kadar işlemiş olması yatıyor.
Bu sorunun açıklığa kavuşturulması, bu konuda bir düşünce berraklığına ulaşılması birleşik devrimin bugünü ve geleceği açısından yaşamsal önem taşıyor. Sosyal reformizm ve uzlaşmacılıkla kalın sınırların çizilmesi bu netliğin, berraklığın başarılmasına bağlıdır.
Devrimci teoride bu sorun, devrim ile reformlar için mücadele arasındaki bağın kurulması biçiminde karşımıza çıkar. Devrim ile reformlar arasındaki bağ kurulmalı mı; kurulacaksa nasıl kurulmalıdır?
Devrimci düşünce ile sosyal reformist düşünce arasındaki kalın sınır çizgisini çekmeye başlayabilmek için ilk adım olarak şu olgunun altını çizmek zorundayız: Sosyal reformist ya da oportünist hiç bir hareket, örgüt ya da parti, ne devrim fikrini baştan reddeder ne de devrim ile reformlar arasındaki bağın kurulması gerekliliğine karşı çıkar.
Aksine hemen hemen hepsi, devrim fikrini kabul ettiği gibi, reformlarla ya da reformlar uğruna mücadele ile devrim mücadelesi arasında kesin ve kopmaz bağlar olduğunu kabul ederler. Kurtuluşun reformlarla değil, devrimle, dahası sosyalizmle olacağını kabul etmeye hazır olmayan bir tek sosyal reformist dahi bulunmaz. Dolayısıyla bir sosyal reformisti tanımak, teşhis etmek için ona kurtuluşu nerede gördüğünü sormak anlamsızdır. Böyle bir soru karşısında kafası biraz çalışan bir sosyal reformist, size anında, “kurtuluş tabii ki devrimde, sosyalizmde” diyecektir.
Ortalamanın biraz üstünde gezinen bir sosyal reformist daha ileri giderek, zora dayalı, silahlı mücadelenin gerekliliğini kabul eder, bu konuda vaaz bile verir. Devrimci politik çizgiyle sosyal reformist çizgi arasındaki ayrımı bu şekilde ortaya çıkaramayız demek ki.
Görüldüğü gibi, sorun, meselenin teorik boyutta kabulünde değil. Sorun, meselenin günlük mücadeleye yansımasında ve devrim için mücadeleyle reformlar uğruna mücadele arasındaki bağın güncel mücadele içinde nasıl kurulacağındadır. Devrimciyi sosyal reformistten ayıracak turnusol kağıdı işte budur.
Devrimci, devrimin örgütlenmesini, politik iktidarın ele geçirilmesini, proletaryanın iktidara taşınmasını, devrimci demokratik bir iktidarın kurulmasını daima en başa koyar. Bir devrimcide bu hedefler temel düşüncedir ve bu temel düşünce ne unutulur ne de bilinmez bir geleceğe ertelenir. Bu nedenle, devrimci kitlelere her zaman devrimin propagandasını yapar, zora dayalı bir devrimle politik iktidar ele geçirilmeden burjuvaziden koparılacak hiç bir hak ve özgürlüğün kalıcı ve güvende olmayacağını açıkça anlatır. Devrimci, işçi sınıfı ve emekçilere, bir halk iktidarı, devrimci-demokratik bir iktidar, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, zindanların yıkılması ve tutsakların özgürleştirilmesi için mücadele ettikçe; tüm fabrikaların, bankaların, büyük toprakların kamulaştırılması, ordu ve polisin dağıtılması vb vb. için mücadele ettikçe ve bu hedefler peşindeki hareket büyüyüp bir ayaklanmaya doğru geliştikçe burjuva sınıfın hareketi geri çekmek için reformlara başvuracağını, tavizler vereceğini vb vb. kitlelere anlatır. Devrimci, bu reformları büyük alacağının ilk taksitleri olarak kabul edip cebine koyar ve iktidarın fethi yolunda ilerlemeye devam eder. Tıpkı son güncel örneğini Sudan devriminde gördüğümüz gibi. Sudan'da devrim mücadelesi nihai başarıya ulaşamadı. Ama bu mücadele sonucunda bir dizi köklü reform (reform adına bizde yola çıkanların naif istemlerinden çok daha derin demokratik kazanımlardır bunlar) gerçekleşti. Sudan'lı devrimciler, bu kazanımları, "alacağın ilk taksidi" olarak kabul edip, devrim mücadelesine devam ettiler, ediyorlar.
Devrimci, devrim ile reformlar arasındaki bağı böyle kurar. Bu politikada, hareket asıl amacına ulaşamadan kesintiye uğrasa bile reformlar o büyük mücadelenin yan ürünleri olarak gerçekleşmiş olurlar.
Sosyal reformist ise tam tersini yapar. Sosyal reformist, kitleleri önce hak ve özgürlükler için mücadeleye çağırır. Çünkü gerçek, realist olan mücadele hedefleri bunlardır. Sosyal reformist bu politikayı “gerçekçi” olmakla gerekçelendirir. Bu, tipik bir orta sınıf politikasıdır. Çünkü orta sınıf, burnunun ucuna en yakın olan çıkarı, “realite” olarak görür. Bu anlamda, sosyal reformist kendini hayalci olmayan olarak tanımlar ve hep realite peşinde koşar. Peki ya devrim? “Devrim mi dediniz, elbette asıl çözüm odur, ama şimdi zamanı değil; o şimdinin değil geleceğin sorunudur, şimdiden onu istemek hayalciliktir” vb vb.
Eğer Engels'in sözleriyle söylemek istersek, “modern sosyalizmin temel görüşleri ve bütün üretim araçlarının toplumsal mülk haline dönüştürülmesi istemi” sosyal reformistler tarafından haklı olarak kabul edilirken, “bunun gerçekleşmesinin ancak uzak gelecekte, bütün pratik amaçlar için görünmeyecek kadar uzak bir gelecekte mümkün olduğu[nu] ileri” sürerler. “Dolaysıyla günümüzde ancak toplumsal yamamaya başvurulabilir, ve koşullar uyarınca, sözde 'emekçi sınıfların kalkındırılması' için en gerici çabalara dahi sempati gösterilebilir” şeklinde düşünürler.
Bu düşünce biçiminin pratik yansıması nasıl olur? En özet haliyle söylersek, reformlar uğruna mücadele “güncel talepler” adı altında öne çıkarılır, kitleler bu reformlar uğruna mücadeleye çağrılır, kapitalizmin tekrar tekrar ürettiği “kötülükler” için bitmez tükenmez bir mücadele tekrar tekrar verilir. Sonuç? Bir arpa boyu yol alınmaz. Günün geçici sorunları karşısında büyük temel düşünce, yani tam ve kesin kurtuluş düşüncesi unutulur, geçici başarılar uğruna hareketin geleceği feda edilir.
Sorunun kafalarda tam açıklığa kavuşması için iki örnek verelim. İlk örnek, şimdiki kuşakların hatırlamadığı ya da zor hatırlayacağı 141-142. maddelerin ceza yasasından çıkarılması için verilen büyük mücadele ve kampanyalar. Sonuçta, Özal hükümeti, kaldırılmaları için uzun yıllar boyu mücadele verilen bu maddeleri büyük bir şaşaayla kaldırdı; yerlerine daha beteri olan “terörle mücadele yasaları”nı getirdi. DGM'ler için verilen mücadelenin akıbeti bundan da beter oldu; günümüz mahkemelerinin durumu üzerinde söz söylemeye gerek yok. “Vergi ve Kira Borçları Silinsin Krizin Sorumlusu Devlettir” gibi talepler de içerik olarak verdiğimiz örneklerden farksızdır. Dahası, böyle bir talep, gerçekleşmesi halinde, faşist devletin örneğin küçük esnaf üzerindeki etkisini güçlendirmekten başka bir sonuca yol açmaz. Devrimci komünistler bu tür talepler ileri sürmezler.
Devrimci komünist bir parti, özellikle de devrimci durum, iç savaş gibi düzenin çöküş sürecinde olduğu dönemlerde “Devrim” şiarını her fırsatta, her koşulda ve her eylemde en başa koyar. Devrimci demokratik hükümet, zindanların yıkılması-tutsakların özgürleştirilmesi, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, ordu ve polisin dağıtılması, bankaların kamulaştırılması gibi her biri ancak bir dizi devrimle gerçekleşebilecek talepleri işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, yoksulların, Kürt halkının önüne koyarlar.
Şimdi devrim zamanı! Devrimci demokratik hükümet! Silahlanmış halkın gücüne dayanan Halk İktidarı! İşçilere, emekçilere, yoksullara, Kürt halkına götürülmesi gereken şiarlar bunlardır.
Peki bu, komünistlerin, devrimci komünist işçilerin kitlelerin en sıradan hak ve talepler için, örneğin kıdem tazminatı, sendikalaşma hakkı, ücretlerin yükseltilmesi vb vb. sayısız talep etrafında harekete geçmeleri durumunda bu talepler düzen içidir diye sessizce bir kenarda, onların mücadelesine ilgisiz kalacakları, kalmaları gerektiği anlamına mı gelir? Elbette değil. Aksine, devrimci komünist işçiler, kitlelerin bu gibi hayatın içinden çıkardıkları ve yaşamlarını biraz daha katlanabilir hale getirmek için öne sürdükleri bu talepler için yürütülecek mücadelede işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının yanında ve mücadelenin ön saflarında olmak zorundalar.
Bu bir şeydir, kendisine devrimci komünist diyen güçlerin kitlelerin önüne böyle talepler koyması başka bir şeydir. Örgütlü devrimci güçler, işçi sınıfını, emekçileri, Kürt halkını faşist devletle, dinci faşist iktidarla, burjuvaziyle giriştikleri savaşta yalnız bırakmazlar. Onların yanında, en ön safta sınıf düşmanlarına karşı omuz omuza savaşırlar. Böyle bir kitle hareketi ortaya çıktığında bu hareketi gidebileceği en ileri noktaya kadar götürmeye çalışırlar. Ama kitlelerle birlikte ortak sınıf düşmanına karşı omuz omuza savaşırlarken iktidar ele geçirilmedikçe, burjuva egemenlik zora dayalı bir devrimle yıkılmadıkça kazanılacak hiç bir şeyin kalıcı olmayacağını, geçici olacağını söylemekten geri durmazlar. Anlık, geçici başarıların kitleleri sarhoş etmesine, başlarını döndürmesine izin vermezler.
Devrimci güçler, sosyal reformistlerden farklı olarak “demokratik teraneler”le (Engels) kitleleri oyalamazlar; onlara daima büyük kurtuluşun yolunu gösterir, o yola çağırırlar.
Gerçekte ikisi de bir ve aynı şey olan “güncel mücadele ile devrim mücadelesi”nin birliği ancak böyle sağlanabilir.