Bugün AKP'den türemiş gerici/faşist bir burjuva “muhalefet” partisi olan Gelecek Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Ankara'da saldırıya uğradı. Sopalı, silahlı beş kişi, evinin önünde, eski AKP’li vekili öldüresiye dövdü. Dinci faşist iktidarın ilk suç ortaklarından birinin yine dinci faşist iktidarın militanları tarafından saldırıya uğraması bir işarettir.
Bir başkası, faşist Yeniçağ gazetesinin Ankara temsilcisi Orhan Uğurlu, sopalı bir grubun saldırısına uğradı.
Yine bugün, KRT TV programcısı eski Ülkü Ocakları başkanı Afşin Hatipoğlu, sopalı saldırıya uğradı.
Aynı gün, aynı kentte... dinci faşist iktidarın eski ortak/destekçilerinin organize olduğu her halinden belli yine faşist militanlar saldırılara uğraması dinci faşist iktidarın yeni bir mesajıdır.
Daha önce de dinci faşist iktidara “laf söyleyen” çeşitli burjuva “gazeteciler” (ki bunların en meşhuru, yalakalılığıyla ünlü A.Hakan idi), bir anket şirketi sahibi vs. benzer saldırılara maruz kaldılar. Bir başka faşist partinin Genel Başkanı faşist Meral Akşener’in evi basılmıştı. CHP genel başkanı cenaze töreninde linç edilmeye kalkışılmıştı. Aynı Kılıçdaroğlu, mafyacı çete reisi tarafından üst üste alenen tehdit edilmişti. Küçük burjuva muhalefet de benzer saldırılara uğradı.
Sonuçta dinci faşist iktidarın, kendi dışındaki hiç bir güce, bunlar eski yol arkadaşları ya da faşist parti de olsalar, tahammül gösteremeyeceğinin açık ilanıdır bu saldırılar. Yeni değil. Ama gittikçe yaygın bir hal alıyor.
Tekelci sermaye ve dinci faşist iktidar topyekun bir faşizme, Hitlervari bir faşist diktatörlüğe doğru adım adım ilerlemeye çalışıyor. Böylesi bir diktatörlük için bütün “sürtünme noktaları” bertaraf edilmeli. İki de bir boşuna dile getirmiyor RTE, kendi kaderleriyle ülkenin kaderinin birleştiğini!
Bunun işaretleri çeşitli biçimlerde verildi daha önce. Her yerde çarşaf çarşaf yayımlandı. Kimi zaman “sürçü lisan” oldu, kimi zaman bilinçli olarak sızdırıldı. Kimi patavatsızlığından açık etti. Ama sonuçta mevcut dinci faşist iktidarın (sadece hükümet değil) seçimlerle gitmek niyetinde olmadığı türlü şekillerde bizzat bu iktidar tarafından dile getirildi. (Özellikle Çavuşoğlu’nun o ünlü açıklamasını hatırlatmak lazım.)
Bu gerçeği anlamayan veya kabul etmek istemeyenler de böyle “usulünce” uyarılıyorlar! En kritik anlarda ve her önemli durumda dinci faşist iktidara payanda olmaları da gerici/faşist partileri dinci faşist iktidarın gazabına uğramaktan kurtarmıyor.
Dinci faşizmin yönetici tayfasının, gelmiş geçmiş burjuva yönetimler içinde en çapsız, en hodbin, en cahil, en gaddarları olduğuna çokça işaret ettik. Çoktan bir sosyal cesede dönmüş bir sistem, “suni yöntemlerle” yaşatılmaya çalışıldığında sonucun bu olması kaçınılmazdır. Üstelik sadece bizde değil, tüm kapitalist dünyada böyle.
Alabildiğine çürümüş ve mevcut haliyle toplumsal dokuyu da sürekli zehirleyen bu yapı, ayakta kalabilmek için her şeyi yapıyor. Ve iş o raddeye varıyor ki, artık kişilerin ve sistemlerin yazgıları iç içe geçiyor. Dinci faşist iktidarın tepesindekilerin yazgısı, dinci faşizmin ve genel olarak Türk tekelci kapitalist düzeninin yazgısı haline geliyor.
Tesadüf değil böyle olması. Çürüyen sistem, kendi kokuşmuş varlığının devamı için en kokuşmuş ve çürümüş unsurları en tepeye çıkarmak zorunda kaldı. O en tepeye çıkan cüruf, kendilerini oraya taşıyan sistemin korunmasını, kendi “sonradan olma” zenginliklerinin korunmasıyla kaynaştırdı. Bir suç şebekesi, bir mafya çetesi, bu çürüyen düzenin siyasal biçimlenişinin en temel ögelerinden biri haline geldi.
Bu aşamadan sonraki tüm icraatlar, bu “mafya çetesinin karakteristiğini” taşımak zorunda kalmıştır. Dış politikadan içerideki iş yürütme tarzına, cümle burjuva kurumlara “ayar verme” tutumlarına kadar, mafyatik olmayan hiçbir şey kalmadı.
Çürüme, tarihseldir. Çürüyen bir egemen sınıfın egemenlik sisteminin miadını çoktan doldurmasının sonucudur. Çürüme, sosyo-ekonomiktir. Gelişmenin önünde ayak bağı olan ve üretici güçleri sürekli yıkıma uğratan bir iktisadi yapının doğrudan toplumsal alana yansımasıdır. Bugünkü Türkiye koşullarında ortaya çıkan “ürün” işte bu dinci faşizmdir.
Enver’in (Enver Paşa) Yakup Cemil’i vardı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın Fedailer grubundan. Mustafa Kemal’in payına düşe düşe madrabazın önde gideni Topal (Osman) düşmüştü. Kendi kendini Giresun’a belediye başkanı atayan, her tür sahtecilikten, çetecilikten gelme biri. Bugünkülerin payına düşen ise sadece ipten kazıktan kurtulmuş suç şebekeleridir! Hem de en pespayesinden, en kalitesizinden!
O günküler de aynı sınıfın temsilcileriydi. O günküler de kendi yazgılarıyla sistemin yazgısının iç içe geçtiği bir tarih döneminin aktörleriydi. O günküler de “sonuna kadar gitmek” için yerleşik kuralları bir kenara atan, temsil ettiği sınıfın egemenliği için enerjik bir yapı kuranlardı. Ama... Doğmakta olana yol açmaya çalışıyorlardı. Bugünküler çökmekte olanı ayakta tutmak için yerleşik kuralları bir kenara atıyorlar. Dün, eskiyi yıkıp yeniye yol açmaya çalışıyorlardı. Bugün yeninin doğuşuna engel olmak için çırpınıyorlar. Fark büyük. Geçmiştekilerin geleceği vardı; şimdikiler sonlarını geciktirmeye çalışıyorlar. Savunma konumundalar.
Faşizmi yıkmak ve tam demokrasiyi gerçekleştirmek bir devrim sorunudur. Tekelci sermayenin ekonomik ve politik egemenliğine son verecek bir toplumsal devrimdir sözkonusu olan. Tekelci sermayenin dinci faşizm üzerinden kanlı bir egemenlik sürdürmeye çalışması bu hedefi karartamaz. Tekelci sermaye birleşik toplumsal devrime karşı “beka” savaşı yürütüyor. Dinci faşist iktidarın kendi dışındaki hiç bir güce, kritik anlarda kendine destek veriyor da olsalar, tahammül edememesi bundandır.
Dinci faşist iktidar böyle dolu dizgin Hitlervari bir diktatörlük hedefine ulaşmak için kendine destek veren güçler dahil bir “yol temizliği” yapmaya çalışırken, devrimci saflarda yapılabilecek en büyük hata, dinci faşist iktidarın bu safralarına kucak açmaktır. Örneğin HDP, bugünkü saldırılar sonrası yaptığı açıklamada “demokratik siyaset” adına tam da böyle bir yanlışı savunmaktadır: “Birimize değil hepimize karşı gelişen bu tür saldırıları durdurmanın yolu da ortak hareket etmektir.”
Bu, emekçi sınıfları, Kürt halkını, yoksul kitleleri tekelci sermayenin bu güçleri hakkında yanıltmak, aldatmak anlamına gelecektir.
“Demokratik siyaset” kavramı, burjuvaziyle uzlaşma amacını, parlamentarizm anlayışını örtmek, kitlelerin gözünden saklamak için uydurulmuş bir kavramdır. Şimdi de bu kavramın arkasına saklanarak düne kadar dinci faşizmin tüm suçlarının ortağı durumundaki güçlerle ittifakın yolu açılmaya çalışılıyor.
Faşizme karşı en geniş birlik, emekçi yığınların, toplumun çok büyük bir kesimini oluşturan yoksul kitlelerin, Kürt-Türk halklarının mücadele birliğidir. Söz konusu partilerin toplumda (emekçiler arasında) belirli karşılıklarının olmaları üzerinden yapılacak bir tartışmanın, AKP’nin dile getirdiği “Kürtleri biz temsil ediyoruz”dan daha fazla bir anlamı yoktur. Söz konusu partiler, bir bütün olarak burjuva “muhalefet” tekelci sermaye sınıfının partileri olarak gericidir. İlerici, devrimci hareketin düşmanıdır.