Hiç kuşku yok ki devrimci kitleleri harekete geçiren bizzat kapitalist sistemdir. Kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselen siyasal kurumlardır. Her türlü iradeden bağımsız bu nesnel zorlama olmaksızın hiçbir ajitasyon, hiçbir çağrı, geniş yığınları harekete geçiremez.
Ama bir kez bu nesnellik geniş yığınları her gün daha derin kaygılara sürüklüyor, yaşam daha çekilmez hale getiriyorsa, hiçbir güç emekçi yığınları kendi kabuğunda yaşamaya zorlayamaz. Ve böylesi koşullarda, geniş yığınların bu ruh halleriyle, onların arzu ve beklentileriyle, istekleriyle uyumlu çağrılar kesinlikle etkili olur. Hatta çoğu zaman, kendiliğinden kopup gelir kaynağı belirsiz çağrılar. Bazen yürekten kopan bir çığlıkla, bazen bedenini tutuşturan bir yoksulla...
Tüm bir sınıflar savaşımı tarihinin şaşmaz kuralıdır bu. Her egemen sınıf, gücü elinde bulundurmanın boş “özgüvenine” kapılır bir dönem. Nesnel yaşamın kendisinin harekete geçmeye zorladığı geniş yığınları baskı ve zor ile, türlü çeşit vahşet ile boyunduruk altında tutmaya devam edebileceğini sanır.
Klasik bir “zaptiye beyinlilik” dönemidir bu. Polis kafasıyla düşünür, zindancı kafasıyla zapturapt altına almaya kalkar. Her yerde kışkırtıcılar, teröristler, sabotörler, provokatörler aramaya koyulur. Ah bir bulursa o kendini bilmez kışkırtıcıları, ah bir eline geçirirse onları...
Artık her taşın ardında bir kışkırtıcı, her sıradan istemin gerisinde bir “büyük resim” vardır. Tıpkı bugün havuzun lağım kanallarından eksik olmayan zevat gibi, her sıradan olay için “zamanlaması manidar” tespitleri yapılır. Korku korkunun üstüne biner. Vahşet vahşeti kovalar. Ürktükçe koşar, koştukça daha çok ürker. Sonu başı birbirine karışmış bir “zincirleme reaksiyon” alır başını gider.
Adım adım, hatta koşar adım dengesini yitirir egemen sınıf. Görünürdeki egemenliğini çoktan yitirmiştir aslında. Ne o farkındadır bu egemenlik yitiminin, ne de olguyu göründüğü haliyle görüp o sınırlar içinde kavrayanlar..
Bir “korku iklimi” yayılır gider. Vurmak, kırmak, yakıp yıkmak... Hayır. Asıl “korku”dur gerekli olan. Kırmakla bitmez, vurmakla tükenmez milyonlar. Öyleyse... Korkutmak, korkuyla sindirmek, “çıktıkları deliklere geri tıkmak” gerek!
“Düşmanlarla çevrili bir evrende” paranoid bir kaos... Tedavisi yok!
Sihirli bir kelimedir “korku”. Tılsımlı bir fısıltı... Gölgesi aslından ürkünç... Ama en çok, onu etkin bir araç olarak kullanmak isteyenin kendisini etkiler. Çünkü daha en başta, kendisi korktuğu için hasmını korkutmaya girişmişti. Şimdi korkuya bulaştıkça korkudan korkar olur. Hasmı korku duvarlarını aştıkça cam kırığı gibi batar korkuların içine.
Tehdit, baskı, işkence... Zaptiyeler, mahkemeler, zindanlar harıl harıl çalışır. Her şey korkuyu egemen kılmak için!
Her alaca karanlık vakti evler basılır. Sıra sıra insanlar çekilir tezgahlara. Soruşturmalar soruşturmaları, kovuşturmalar kovuşturmaları kovalar. Zindanlar dolup taşar. 70’ini, 80’ini geçmiş ihtiyarlar, kucağında bebeğiyle kadınlar, çocuklar...
Ama kar etmez hiçbiri. Ne “kışkırtıcılar” biter, ne eylemciler. Dedik ya, çünkü yaşamın kendisi üretmektedir isyancı nesilleri.
Dehşetli bir korku içinde tüm dümeni, kıyıcılıkta ve gaddarlıkta sınır tanımayan bir avuç cahil güruhun ellerine verdi burjuvazi. Tek merkezden yönetilen bir enerjik diktatörlük kuruldu. “Siyasi yapının merkezileşmesi, sermayenin birkaç tekelde merkezileşmesinin kaçınılmaz sonucudur. Bu, aynı zamanda, sınıf savaşının gelişmesinin burjuva cephedeki ifadesidir.”
Bugün tam bu noktadayız işte. Eksiği çok fazlası yok resim, tastamam budur.
Ama kar etmiyor. Etmeyecek de. İsyan, “bir avuç kışkırtıcının işi” değil çünkü. Tüm dünyada kapitalist ilişkilerin güncel ve süreğen krizinin “işi”! Ve hiçbir güç, kapitalizmin bu “kışkırtıcı faaliyetini” engelleyemez, kapitalist sistem tarafından her gün yeniden ve yeniden harekete geçmeye zorlanan yığınları korku ile sindiremez. En geniş emekçi yığınlar arasında “toplumsal sistemde köklü değişiklik” düşüncesi kök salıyor.
Toplumsal evrime karşı uygulanan “zor”un tüm etkisini yitirdiği dönem, korku silahının kendi karşıtına döndüğü dönemdir aynı zamanda. Korku araçlarını ellerinde tutanlar, on milyonlarca yoksulun gazabından dehşetli bir korkuya kapılıyorlar. Cinnetin toplumsal bir davranış haline geldiği, intiharların alabildiğine yaygınlaştığı, ölümün sıradanlaştığı bir ortamda... tek sözle, cehennemin artık olağan hayatlar haline geldiği bir toplumda, milyonları ürkütecek, sindirecek bir araç kalmamıştır artık.
Evet, korku saf değiştirdi çoktan. Artık “general korku” burjuva saflarda dolu dizgin sürüyor atını.
Korkunun somut halini görmek isteyen, dinci faşizmin sahne önündeki aktörlerinin korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerine, duvar kireci rengindeki yüzlerine baksın. Korkunun cisimleşmiş halidir şimdi onlar.