Çelişkiler keskinleştiğinde, toplum karşıt kutuplara çekildiğinde, kapitalist toplumda “az çok üstü örtülü sürüp gitmekte olan iç savaş” da en çıplak ve en sert biçimlere bürünür.
Dış savaşlardan farklı olarak iç savaşlar, görüp görebileceğiniz en acımasız kapışmalardır. Acımak, bağışlamak, göz yummak yoktur bu mücadelede. Elinde avucunda olanları, o sahte cennetlerini kaybetme korkusuyla amansız bir savaşa girişir burjuvazi. Bütün dünyada ve bu topraklarda her tür çeşidine denk geldiğimiz acımasızlık, vahşet, alçaklık... alır başını gider.
Bugünlerde her alanda, ama istisnasız her alanda tanık oluyoruz sermayenin ve onun dinci faşist iktidarının sınır tanımaz alçaklığına. Yalanlar, kara çalmalar, “bel altı vuruşlar”, insan kaçırmalar, işkenceler, uyuşturucu ve her tür çürütücü nesneleri yaygınlaştırmalar... ve tabii din bezirganlığı, mafya, “gayri nizami harp usulleri”...
Sosyalist bir inşaat işçisinin kaçırılması henüz taze. Güçlü bir toplumsal tepki ile engellenebildi “gözaltında kaybetme” girişimi. Ve böylesi toplumu korku ile teslim almaya dönük Nazi usulleri değil sadece, yoğun yalan bombardımanı, uyduruk “toplumsal hassasiyet” kampanyaları, propaganda, sürek avı... eşlik ediyor vahşi saldırı girişimlerine. Tıpkı Boğaziçi’nde “Kabe kampanyası”nda olduğu gibi. Hani Gezi döneminde şu meşhur “Kabataş’ın deri pantolonlu çetesi” vakasında da tanık olmuştuk böylesi yalan kasırgasına!
Çürümenin, bu tür alçakça saldırıların, bu aşağılık kara çalmaların bir de iyi yönü var kuşkusuz. Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin “acaba” sorusuyla birlikte hala umut beslediği CHP, ve genel olarak burjuva muhalefet, özünde sermayenin has partileri olduklarını, sermaye düzeninin has bekçileri olduklarını, iliklerine kadar gerici olduklarını bir çırpıda ortaya koyuveriyor bu tarz “kritik olay”larda. CHP, her kritik olayda, her kritik dönemeçte yaptığını “Boğaziçi hadisesi”nde de yaptı ve dinci faşist iktidarla aynı safta yer aldı.
Her “kriz anı” böylesi bir olumluluk içerir. Tüm toplumsal ve siyasal aktörler kendilerini çırılçıplak koymak zorunda kalır ortaya. Zira bu tarz “kriz anları”, bu momentler, hem oradan hem buradan olma imkanlarının, hem nalına hem mıhına vurma kurnazlığının geçersiz kaldığı durumlardır.
Burjuva düzenin krizi derinleştikçe, çürüme yaygınlaştıkça, çelişkiler sertleştikçe, bizzat yaşamın kendisi tüm burjuva “çözümleri” geçersiz kılıyor. Yaşamın kendisi geniş emekçi yığınları derinden sarsıyor, eğitiyor, bilinçlendiriyor. Safların belirginleşmesi/netleşmesi dediğimiz şey bundan başka nedir ki!
Toplumsal kutuplaşma salt ve doğrudan iktisadi etkenlerle oluşmuyor. Son tahlilde belirleyici olan iktisadi eğilimlerdir kuşkusuz. Her tür ideolojik yanılsamanın da gelip tuzla buz olduğu eşiktir iktisadi bölünmüşlük. Ama bu “son tahlile” gelene kadar ideolojik, kültürel bir dizi etmen etkin rol oynar. Burjuva gericilik, dinci faşist iktidarın öncülüğünde tam da bu ideolojik, kültürel saikler üzerinden emekçi yığınları parçalama, olabildiğince geniş bölümünü kendine yedekleme derdinde kuşkusuz. Onun bu çabasının kırılması önemlidir.
Çoklarının sandığı gibi bu çabanın kırılması, her tekil olayda burjuva kampın çeşitli bölüklerinin ileri sürdükleri argümanların tek tek ele alınıp çürütülmeye çalışılması ile olmaz. Tekellerin o muazzam “kamuoyu oluşturma” gücü karşısında emek saflarının propaganda gücü, kesinlikle zavallı kalır. Bu haliyle burjuva camianın yarattığı her yalan furyasında, her propaganda savaşında, onun peşine takılıp “doğrusu böyledir” açıklaması üzerinden yığınları kazanmaya çalışmak, en hafif deyimiyle naif bir çabayı aşmayacaktır.
Doğrusu, bizzat iktisadi yaşamın topluma derinlemesine nüfuz eden, onu temelden ayrıştıran ve geniş kesimleri harekete geçmeye zorlayan dinamiklerini dikkate almak; toplumda biriken öfke, istek, arzu ve yönelimlerin sözcülüğüne soyunmak; kendini bir bütün olarak sistemin karşısında konumlandırmaktır.
Güncel politika yürütmek, burjuva dünyanın her söylem ve eylemine mutlaka bir karşılık vermek demek değil. Güncel politika, sınıf kapışmasının güncel durumunu görüp, ona uygun araç ve önerilerle yığınları genel kurtuluşa yönlendirebilmektir. Bu anlamıyla mevcut dönemde güncel politika, bizzat devrimin, ayaklanmanın propaganda ve pratik örgütlenme faaliyetinin ta kendisidir. Bu temel nokta gözden kaçırıldığında, burjuva gündemlerin peşinde oradan oraya koşturmaktan kurtulmamız söz konusu olamaz.
Burjuva düzen çöküyor. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi kesiminde dinmek bilmeyen bir yangın var. Açlık, yokluk, yıkım, işsizlik, geleceksizlik... Sermayenin ve dinci faşist iktidarın tüm saldırılarına rağmen toplumun tüm kesimleri ayakta. Öfke birikiyor, sabır taşı çatlamaya başlıyor. Korku duvarları aşılıyor. Milyonların kaygı ve korkuları, gelecek özlemleri, arzuları ve istemleri öfkeyle harmanlanıyor.
İşte güncel politikanın, günlük faaliyetin ayaklarını basacağı zemin budur. Büyük doğruların, büyük hedeflerin, kurtuluşun gerçek yolunun sürekli ve sürekli anlatılması, açıklanması, bunun için günlük olaylar malzemesinden faydalanılması... her gün emekçi evlere konuk olmak, emekçi semtlerinde yatıp kalkmak... her işletmeyi, her fabrikayı, her OSB’yi karargah bellemek... bütün bunları günlük faaliyet olarak bıkmadan, usanmadan yürütmek... Burjuva dünyanın “gündem ve kamuoyu” hamlelerine karşı bugün her zamankinden daha çok yüklenmemiz gereken çalışma biçimi ve alanı budur.