Doktorlar haykırdı, olmadı. TTB rapor üstüne rapor, çağrı üstüne çağrı yayımladı; kulak asılmadı. Bilim Kurulu üyeleri daha fazla dayanamayıp kamuoyu önünde çağrılar yaptı, yine oralı olan çıkmadı.
Hastaneler “artık acil servislerin önü, otopark, nereyi bulursak yoğun bakıma çeviriyoruz” diye fotoğraflar, videolar paylaştılar, sağlık sisteminin çöktüğünü haykırdılar; yine işe yaramadı. Her akşam “tweet sallayan bakan” inatla farklı rakam ve oranlar verdi. TÜİK’in sağlık şubesi gibi rakamlarla oynadı durdu.
Malum. “Türkiye, bütün diğer kapitalist ülkeler gibi, ekonomi çarklarının dönmek zorunda olduğu bir ülke” idi. Öyle vaka sayısına, ölüm oranına bakacak hali yoktu iktidarın. Mevcut durumda bile ekonomik kriz pandemiyle birlikte katlanmış, iflaslar iflasları kovalar olmuş. Bir de “ekonomi çarkları durursa” ne olurdu ülkenin hali?
Hazine tamtakır, elde avuçta bir şey yok. Merkez Bankası’nın “kefen parası”na kadar her şey harcanmış. 128 milyar dolar diye tutturanların karşısında düşülen şaşkınlıktan belli ki, “kaynaklar”, tekelci sermaye grupları, dinci faşist iktidar ve yakın çevresine dağıtılmış; daha doğrusu yağmalanmış. Sermaye birikiminin yolu artık yağmalamaktan geçiyor demek ki... Salgının ilk döneminde IBAN verip topladıkları birkaç milyar da iç edilmiş... Bir de “tam kapanma” mı ilan edecek! Hele TTB çıkıp “bütün mağdurlara sosyal ve ekonomik destek verilerek tam kapanma” demiyor mu!..
Açıkçası, bu işin oluru yoktu. Türkiye, “sürü bağışıklığı” denen sosyal-darvinizmin en vahşisini uyguluyordu salgının başından beri. Tüm hüneri “-mış gibi yapmak” olan ve elinde tuttuğu muazzam propaganda gücüyle gerçekleri saklayabildiği kadar saklayan dinci faşizm, önünde sonunda gerçekliğin soğuk yüzüyle karşılaşacaktı. Öyle TÜİK rakamlarıyla oynayarak olacak iş değildi ki! Ne kadar gizlenirse gizlensin, gerçeklerin en azından belirli bir bölümü kısa sürede ortaya çıkıyordu.
Vaka sayısını gizleyip “hasta sayısı” uydurması yaptılar, tutmadı. Ölüm nedenlerini gizlediler, önce e-devlet uygulamasından gerçekler açığa çıktı. Derhal o uygulamayı kapattılar. Belediye kayıtlarından anlaşılmaya başlandı. Sonuçta, tüm gizlemeler bir şekilde boşa düştü. Makyajlı rakamlar bile aldı başını gitti.
Son iki günde test sayısını düşürdüler, sırf vaka sayısı daha düşük çıksın diye! Osmanlı’da oyun bitmez!..
Türkiye, istatistikler ve rakamlar konusunda sabıkalıdır. Asla güven duyulmaz. Elbette boşa değil bu güvensizlik. Gerçekleri gizleme, çarpıtma, açıkça yalan söyleme, bu devletin (ve öncellerinin) “fıtratında var”. Ve bu çarpıtılan rakamlarla bile salgında dünyanın en kötü ülkelerinden biri oldu Türkiye. Her taraftan seyahat yasakları, uyarılar gelmeye başladı peş peşe.
Salgın Çin’de ilk çıktığında ellerini ovuşturup “tedarik zincirinin temel halkası olacağız” diye hayal görenler, gelinen aşamada bir de baktılar, turizm gelirlerinden oluyorlar. 35 milyar dolarlık turizm geliri geçen yıl 12 milyar dolara düşmüştü. Ama “lebaleb kongreler”le hızlanan salgın, bunu da mumla aratacak bir durum yarattı. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak, tam olarak buydu işte!
Bir umut dedikleri Rusya, malum Ukrayna krizinden ötürü uçuşları yasaklayınca, “tam kapanma” korosuna turizmciler de katıldı. Böylece dinci faşist iktidar her taraftan “kapanma” baskısı altına girmiş oldu.
Bunların dışında, salgının, toplumsal hareketleri “meşru bir gerekçeyle yasaklamak” gibi işlevsel bir araç olma özelliği var. Bu aracı dünyanın hemen bütün kapitalist ülkeleri tepe tepe kullandılar. Ama pek azı dinci faşizm kadar riyakar ve pişkin tutum sergilemiştir. İşçileri salkım saçak üretime zorlayıp, o işçilerin ailelerinin sokağa çıkmasını yasaklamak; zenginlere her tür tatil ve eğlence imkanını sunup (Uludağ’daki o ünlü foto unutulmasın), sokakta atık kağıt toplayanlara ceza kesmek; dinci faşist iktidarın her tür siyasal organizasyonuna kapıları açıp, emekçilerin en basit hareketine yasak koymak; pandemiden ölen tarikat şeyhlerinin cenazesinde devlet erkanı dahil tıklım tıklım merasim düzenleyip, toplumsal muhalefetin kapalı mekan veya açık hava etkinliklerine izin vermemek... Doğrusu, en sıradan insanları bile çileden çıkartan, çıldırtan bir pişkinlikle hareket etti dinci faşist iktidar.
Ama... mevcut şartlarda bu haliyle devam etme şansı kalmadı. Bu tahammül edilmez pişkinliği, bizzat bu iktidarı destekleyen kesimlerde de şiddetli erozyona yol açtı. Ne iktisaden, ne siyasi olarak sürdürülebilirdi bu tutum. Bu akşam açıklanan “tam kapanma” böyle bir “iflasın” sonucunda ortaya çıktı. İflas etmiş bir devletin “tam kapanması” da böyle olur! Zaten yıkıma uğramış geniş kesimlerin ağzına çalınacak bir parmak bal bile yok Hazine’sinde hükümetin.
Burjuva muhalefet, hükümetin bu iflas etmişliğini, bu “IBAN’lara muhtaç” halini gördüğünden “nakdi yardım” çağrıları yapmaya başladı hemen. Sosyal reformist hareketten de benzer açıklamalar gelmeye başladı sosyal medyada. Bir taraftan hükümetin bunu yapamayacağını biliyor ve “puan kazanmaya” çalışıyorlar. Öte yandan, es kaza bu türden yardımlar yapılacak olsa, “biz dedik, bastırdık ondan oldu” diyecekler. Ama işin aslı şudur ki... hükümet bu türden yardımları yapabilse, bundan en büyük kazancı bizzat hükümet görecektir. Geniş yığınlar açısından “bu zor dönemlerde devlet/hükümet bize yardım elini uzattı” şeklinde görülecektir böyle bir durum. Dinci faşist iktidarın, faşist devletin yapacağı her tür “destek”, iktidarın kitleler üzerindeki etkisini artırmaktan, kitlelerin iktidarın etki alanına girmesinden başka bir sonuca yol açmaz.
Ama, dinci faşist iktidar ve faşist devlet, “destek” de verse, sonuçta, işçi ve emekçilerin, küçük esnafın yıkımını daha da derinleşeceği kuşku götürmez bir gerçektir. Geniş emekçi kesimler için virüsten veya açlıktan ölme ikilemi değişmedi. Tersine derinleşti. Bu birikmiş öfke, bu kabarmış isyancı ruh, sadece hükümeti değil, doğrudan iktidarı ve düzeni alaşağı edecek bir patlamaya gebedir. Devrimci güçlerin görevi, kitleleri dinci faşist iktidarın, faşist devletin etkisi altına sokacak talepler ileri sürmek değil, iki ülkenin emekçi halklarına düzeni yıkma hedefini göstermektir.
Emekçi sınıfları evde açlıktan ölme seçeneğine mahkum eden dinci faşizmin “tam kapanması” devrime, devrimci bir iktidara ve yeni bir düzene kapı aralamaktadır.