Başta ABD doları ve Euro olmak üzere, döviz dediğimiz yabancı paralar karşısında TL'nin güneş görmüş kar gibi erimesi düzenin ekonomik krizini bir kez daha gündemin baş sırasına yerleştirdi.
Bu konuda, yani TL'nin sürekli ve artan bir şekilde değer kaybetmesi üzerine çok çeşitli düşünceler yazıldı, çizildi. Konuya ilişkin herkes, sorunun bir yanını ele alarak nedenleri açıklamaya çalıştı. Bu yüzden konu üzerinde ayrıca durmaya gerek yok. Şu kadarını söylemek yeterli olacak: Döviz krizi olarak anılan bugünkü durum gerçekte kapitalist üretim biçiminin krizinin sonucudur.
Döviz krizi, başlangıçta bir neden değil bir sonuçtur. Tekelci kapitalist düzenin krizinin bir sonucudur. Ancak bu sonuç bir kez ortaya çıktıktan sonra kendisini doğuran koşullar üzerinde krizi derinleştirici bir etki yapmaktadır. Döviz krizinin önemi bundan ibarettir.
Şüphesiz, TL'deki erime, ücretli emekçi sınıflar ve yoksul kitleler üzerinde yoksullaştırıcı bir etkiye yol açmaktadır. Ekonomisi, ithalat ve ihracatı tümüyle bağımlı bir kapitalist ekonomide başka türlü olması da mümkün değil.
Döviz krizinin Türkiye kapitalist ekonomisinde ilk defa yaşanıyor olmadığı malum. Türkiye kapitalizminin emperyalist-kapitalist zincire bağımlılık biçiminde tam entegre olduğu 1950'li yılları başlangıç kabul edersek, o günden bu güne sayısız kez döviz krizi yaşanmıştır. Emekçi sınıflar bunun kendi yaşamları açısından ne anlama geldiğini, konu üzerinde yazıp çizenlerden çok daha iyi biliyorlar.
Dolayısıyla, devrimci komünistlerin, sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin üzerinde durmaları gereken esas nokta bu değil. Üzerinde durulması gereken esas nokta, işçi sınıfının, tüm ücretli çalışanların, yoksul kitlelerin bu durumdan çıkış, kurtuluş yoludur. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, emekçi halkları, yoksulları bu durumdan nasıl kurtulabilirler? Yanıtı verilmesi gereken asıl soru budur.
Proletaryanın devrimci komünist partisine göre bu durumdan tek, gerçek ve kalıcı çıkış yolu bir ayaklanmayla, birleşik bir halk devrimiyle tekelci kapitalist düzenin, bütün dayanakları, politik ve militarist kurumlarıyla yıkılmasından geçiyor. Bu olmadan, kapitalist düzen, döviz krizi dahil, düzenin krizlerini tekrar tekrar ortaya çıkararak iki ülkenin işçi ve emekçi sınıflarını, yoksul küçük köylüsünü daha beter yoksulluğa itecektir. Emekçi sınıflar, Türkiye'nin ilk kuruluş yılları dahil, istisnasız bütün hükümetleri döneminde kendilerine düşen payın daha beter yoksullaşmaktan başka bir şey olmadığını biliyorlar. Tam da bu nedenle, iki ülkenin emekçi sınıflarına halk devriminin yolunu göstermek; bunun güncelliğini ve kaçınılmazlığını anlatmak yaşamsal bir mesele oldu. Leninist Partinin yaptığı budur; iki ülkenin işçi sınıfına ve emekçi kitlelerine kurtuluş için halk devriminin yolunu gösteriyor.
Sosyal reformistler partiler, oportünist hareketler, uzlaşmacı küçük burjuva parti ne yapıyor? Onlar da bugün giderek şiddetlenen ekonomik krizi hakkında konuşuyor, yazıyor, çiziyorlar. Onlar da bu ekonomik krizin iktidarın yıkılmasına yol açacak kadar devrimci enerji birikimine yol açtığını görüyorlar. Fakat bütün bu kesimler, ortaya çıkan bu ekonomik kriz koşullarından, bu koşulların emekçi sınıflarda, işçi ve yoksul kitlelerde biriktirdiği devrimci enerjiden düzenin yıkılması için değil, düzeni daha “yaşanabilir” kılmak için “tek adam rejimini” devirmek; bazen bunu bile değil, geriletmek için yararlanmak gerektiğini ileri sürüyorlar.
Tam da bu nedenle, iki ülkenin emekçi sınıflarının, yoksul, ezilen halklarının önüne bir devrim programını, iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi hedefini koymuyorlar; böyle bir program ve hedefle kitlelerin önüne çıkmıyorlar. Peki ne yapıyorlar? Devrim programı ve iktidar hedefi yerine, burjuva düzenin sağını solunu tamir edecek, yırtığını söküğünü yamayacak reform programı ve dinci faşist iktidarın -onlar buna “tek adam iktidarı” diyorlar- bir başka burjuva iktidarla değiştirilmesi hedefini koyuyorlar. İşin komedi tarafı şu: Bunu bile göze alamadıklarında, birleşik devrimin toplumsal güçlerini “tek adam iktidarı”nı yıkmaya da değil, geriletmeye çağırıyorlar. Onlar buna “gerçekçi” politika diyorlar.
Fark işte böylesine büyük, böylesine derin!
Türkiye tekelci kapitalizminin, burjuva sınıf egemenliğinin derin bir kriz içinde olduğu artık tartışma götürmüyor. Öncekileri kat kat aşan şimdiki döviz krizi yoksullaşmaya ittiği kitlelerde muazzam bir devrimci enerji biriktiriyor. Sadece mevcut dinci faşist iktidarın değil, ama onunla birlikte tüm düzenin temellerini sarsıyor. Kitleleri bir ayaklanmaya doğru itiyor ve düzenin bir ayaklanmayla yıkılmasının tüm koşullarını hızla hazırlıyor.
Şimdi sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin kendilerine sormaları gereken soru şudur: Bu durumda ne yapmalı? İki yol var. Biri devrim yoludur. Düzeni yıkarak halk iktidarını kurma yoludur bu. Bu, aynı zamanda, Leninist Partinin gösterdiği yoldur. Diğeri reformlar yoludur. Yani sömürü düzenini, burjuva sınıf egemenliğini tamir edecek, iyileştirecek reformlar yolu. Hangi yolda yürümeli ve işçi sınıfına, emekçi yoksul kitlelere hangi yolu göstermeli.
Açık ki sınıf bilinçli devrimci öncü işçiler birinci yoldan, devrim yolundan yürümeli. Bunun için şimdi ajitasyon ve propaganda faaliyetinin merkezine tüm iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi hedefi koyulmalıdır. Devrimden başka kurtuluş yolu yok. Krizin iki ülkenin işçi sınıfı ve emekçi, yoksul kitlelerinde biriktirdiği ve biriktirmeye devam ettiği devrimci enerji devrimi mümkün, hatta kaçınılmaz kılıyor.
Bir kez daha: Devrimden ve iktidarın ele geçirilmesinden başka kurtuluş yolu yok! İşçi sınıfı ve yoksul kitleler her iki ülkede ayaklanmaya doğru gidiyorlar. Onlara zaferin yolunu gösterelim!