Sosyalistler için temel emperyalizm anlayışı I. Dünya Savaşı'na kadar uzanır ve Lenin'in "Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması" adlı broşüründe bulunur.

Emperyalizm bir hükümet tarafından uygulanıp bir diğeri tarafından bırakılan bir politika değildir. Emperyalizm bir sistemdir.

Dünyanın siyasi ve ekonomik sömürüsü, ihracat pazarları, hammadde kaynakları, sermaye yatırım alanları vs. için yürütülen emperyalist bir savaş olan Birinci Dünya Savaşı, Lenin'e göre emperyalizmin bir sonucuydu. Emperyalist güçler, yalnızca sömürgelerdeki ezilen halklara zorla boyun eğdirmek için değil, aynı zamanda kontrol için rekabet eden diğer emperyalist ülkelere karşı savaşmak için de devasa ordular ve donanmalar kurdular.

Lenin'e göre, 1916'da "Emperyalizm" kitabını yazdığında dünya zaten büyük kapitalist güçler arasında bölünmüştü. Savaş, dünyayı yeniden bölüşmek için emperyalistler arası rekabetten kaynaklandı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan savaşlar koşulları değiştirdi. Ve İkinci Dünya Savaşı dünya emperyalist ilişkilerinde bir dönüm noktasına işaret etti. Amerika Birleşik Devletleri İkinci Dünya Savaşı'ndan dünyanın en güçlü emperyalist ülkesi olarak çıktı ve Asya ve Afrika'daki eski Avrupa imparatorluklarının kontrolünü ele geçirdi.

Sosyalist Sovyetler Birliği'nin 1991'de yıkılması ve Sovyet cumhuriyetlerinin ayrı ayrı ulus devletlere bölünmesi, planlı ekonomiyi parçalayarak az gelişmiş kapitalist ekonomiler ortaya çıkardı. Tüm bu yıkıntıların arasından birdenbire, neredeyse sihirli bir şekilde emperyalist bir Rusya ortaya çıkmadı.

Lenin emperyalizmin, finans sermayesinin yükselişi ve sadece meta değil sermaye ihracı da dahil olmak üzere birkaç özelliği olduğunu düşünüyordu. Örneğin ABD sadece meta değil, çoğunlukla kredi ya da yatırım biçiminde sermaye ihraç etmektedir. ABD bankaları dünya ticaretinin merkezinde yer almaktadır.


Rusya'nın Ekonomisi Neredeyse Yeni-Sömürgedir

Bugün kapitalist Rusya, kişi başına düşen GSYİH'de (SAGP) 55. sırada yer almaktadır (bir ülkenin yaşam maliyetine göre ayarlanmış kişi başına ekonomik çıktısının bir ölçüsü). Rusya'nın büyük ölçüde petrol, doğal gaz ve metal gibi hammaddelerin ihracatına bağımlı olan ekonomisi neredeyse yeni sömürgedir. Rusya şu anda dünyanın en büyük buğday ihracatçısıdır ve arpa ve mısır gibi diğer tahılların da önemli bir ihracatçısıdır.

Bu, bir sömürgenin emperyalist finans kapitalle olan klasik ekonomik ilişkisidir. Dünyanın en büyük 50 bankası listesinde hiçbiri Rus değildir. Ruble bir ticaret para birimi değildir. Rusya sermaye ihraç etmemektedir.

Sovyet döneminde Rusya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni oluşturan diğer cumhuriyetler sanayide kayda değer bir ilerleme kaydetti. Gerçekten de 1921 ile 1988 yılları arasında, İkinci Dünya Savaşı yılları hariç, hiçbir yıl negatif ekonomik büyüme - durgunluk - yaşanmamıştır.

Sovyet ekonomisi ancak 1989 yılında Gorbaçov hükümetinin planlı ekonomiyi tasfiye etmeye başlamasıyla durgunluğa girmiştir.

Gorbaçov döneminde ve daha Rusya Federal Cumhuriyeti'nde Boris Yeltsin'in açıkça anti-komünist, anti-sosyalist hükümeti döneminde ve Ukrayna da dahil olmak üzere Rus olmayan eski Sovyet cumhuriyetlerinde sosyalist endüstri daha da şiddetli bir şekilde tasfiye edildi.

Yeltsin, Gorbaçov'un başlattığı Sovyet ekonomisini parçalama işini tamamladı. Yeltsin yılları, Rusya'nın 1000 yıllık tarihinin belki de en kötü dönemi olarak hatırlanıyor. Bu, savaşta ya da barışta, modern zamanlarda herhangi bir ülkenin gördüğü en büyük ekonomik felaketti.

Ukrayna SSCB'nin en büyük ikinci ekonomisine sahipti. "Bağımsız" Ukrayna ise şu anda Avrupa'nın en yoksul ülkesi. Ptukha Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2020 yılı sonunda nüfusun yaklaşık %45'i yoksulluk kategorisindeydi.

 

Putin'in Rolü

Yeltsin'in başbakanı ve halefi olarak seçilen Putin, Batı'ya yaltaklanan Yeltsin ve Gorbaçov'un aksine daha korumacı bir yaklaşım benimsedi.

Bu, Putin'in ekonomiyi hammadde ihracatına yönlendiren Yeltsin ve Gorbaçov'un politikalarından uzaklaştığı anlamına mı geliyor? Ya da Putin bir sanayileşme politikası mı benimsedi?

Putin döneminde, "Perestroyka" reformlarının yıktığı Rusya'nın imalat üretiminde çok az büyüme oldu. Üretim her başarılı modern ekonominin temelidir. Ancak Putin yönetimindeki Rusya esas olarak hammadde ve tahıl ihracatçısı olmaya devam ediyor. İmalat Rusya'nın GSYİH'sinin küçük bir bölümünü oluşturuyor.

Rusya şu anda küresel alüminyum arzının yaklaşık %6'sını, bakır arzının %3,5'ini ve kobalt arzının %4'ünü karşılamaktadır. Rusya aynı zamanda dünyanın en büyük ham petrol üreticisi ve ABD'den sonra ikinci en büyük kuru doğal gaz üreticisidir.

Rusya, arpa, mısır, çavdar, yulaf ve özellikle buğday dahil olmak üzere tahıl ürünlerinde ilk 10 ihracatçı arasında yer almaktadır. 2017'den 2019'a kadar, dünya pazarının yaklaşık %20'sini oluşturarak en büyük buğday ihracatçısı oldu.

Rusya kapitalist bir devlettir ama bu onu emperyalist yapmaz. Tüm kapitalist ülkeler emperyalist değildir. Örneğin Endonezya, Rusya'dan biraz daha büyük bir ekonomiye (Satın Alma Gücü Paritesi - SAGP) sahip kapitalist bir ülkedir, ancak Endonezya emperyalist mi yoksa sömürülen bir ülke midir? Kapitalist olduğunu söylemek cevabı bilmek için yeterli değildir.

Lenin emperyalizmin beş özelliğini saymıştır: üretimin tekelde yoğunlaşması; banka sermayesinin sanayi sermayesiyle birleşerek finans kapitali yaratması; meta ihracından farklı olarak sermaye ihracatı; dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması ve dünyanın en büyük kapitalist güçler arasında bölgesel olarak bölünmesi.

Finans kapitalin ve sermaye ihracının rolü en önemlisi olabilir. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu dünya ekonomilerini ele geçirmiştir. Dolar (altın değil) dünya ticaretinin para birimidir. Bugün neredeyse her ülke kapitalisttir ve bunların çoğu emperyalizm tarafından, finans kapital tarafından sömürülmektedir.

Endonezya kapitalisttir ama emperyalist değildir. Rusya da Endonezya gibi emperyalizm tarafından sömürülen bir ülkedir.


NATO Rusya'yı Hedef Alıyor

Rusya, Avrupa'nın büyük bir kısmına gaz ve petrol sağlayan başlıca ülkedir. Avrupa Birliği gaz ithalatının %40'ını Rusya'dan yapıyor ve bu da Rusya'yı dünyanın en büyük gaz üreticisi olan ABD ile rekabete sokuyor.

ABD dünya petrol ve gaz piyasasını kontrol etme çabası içindedir. Bu, İran ve Venezuela'ya yönelik saldırılarında, fiili savaş eylemlerinde (yaptırımlarda) ve Irak'a karşı savaşında görülebilir. Bu ülkeler petrol ve gaz üzerinde ulusal egemenlik peşinde koşan ülkelerdir.

Rusya da, özellikle Kuzey Akım 2 boru hattı nedeniyle hedef olmuştur, ancak sadece bunun için değil.

NATO, 1949 yılında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa sosyalist devletlerine karşı askeri bir güç olarak kurulan ABD komutasındaki askeri ittifaktır. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra NATO, eski sosyalist ülkelerdeki kapitalist gerilemeyi perçinlemek için Doğu Avrupa'daki hemen hemen her ülkeye genişletildi.

SSCB'nin dağılmasından bu yana NATO'nun genişleme haritasına bakın. NATO kapsamına alınan ülkeler arasında Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Slovenya, Hırvatistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Karadağ, Kuzey Makedonya bulunmaktadır.

2008 yılında NATO, Rusya'ya sınırı olan Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya dâhil edilmesini masaya yatırmıştır.

NATO'nun askeri gücünü Rusya sınırındaki Ukrayna'ya doğru genişletme tehdidi ve Karadeniz'deki NATO deniz operasyonları, Rusya'yı hedef alan doğrudan provokasyonlardır. Bill Clinton döneminde Beyaz Saray Genelkurmay Başkanı, Barack Obama döneminde CIA Direktörü ve Savunma Bakanı olan Leon Panetta'nın da açıkladığı gibi, Ukrayna'daki çatışma Rusya'ya karşı bir NATO "vekalet savaşı "dır.


Yugoslavya'ya Karşı NATO Savaşı

Bugünlerde haber olarak sunulan savaş propagandasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'daki ilk savaş yeni başlamadı. Bu savaş ABD ve NATO tarafından 1999 yılında Yugoslavya'ya karşı başlatıldı.

ABD ve NATO bombardıman uçakları 24 Mart - 10 Haziran 1999 tarihleri arasında 78 gün boyunca Belgrad, Kosova'daki Priştine, Karadağ'daki Podgorica ve diğer bazı şehirleri vurdu. İlk gün Belgrad'da 20'den fazla bina yerle bir oldu.

Şu anda CIA direktörü olan ABD'nin eski Rusya Büyükelçisi William J. Burns, Şubat 2008 tarihli bir elçilik telgrafında Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının Rusya için bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu söyledi. Burns, bu konuda yapılacak baskının "ülkeyi [Ukrayna'yı] potansiyel olarak ikiye bölebileceğini, şiddete ve hatta bazı iddialara göre iç savaşa yol açabileceğini ve bunun da Rusya'yı müdahale edip etmemeye karar vermeye zorlayacağını" belirtti.

ABD Ukrayna'nın da dahil edilmesi önerisini hiçbir zaman geri çekmedi.


Maidan Darbesi

Ukrayna'da 2014 yılında ABD tarafından açıkça desteklenen ve finanse edilen Maidan darbesi, NATO üyeliğini bir politika emri haline getiren bir hükümet kurdu.

ABD darbe rejiminin başbakanını bile seçti.

2014'te sızdırılan bir telefon görüşmesinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, ABD'nin Ukrayna Büyükelçisi Geoffrey Pyatt ile Ukrayna'daki siyasi durumu tartışıyor. Konuşma sırasında Nuland "Yats aradığımız adam" dedi. Pyatt AB'nin rolünü sorduğunda Nuland "AB'nin canı cehenneme" diye yanıt verdiği duyuluyor.

Arseniy Yatsenyuk (Yats) Ukrayna'da 2014 darbe rejiminin Başbakanı oldu.

Volodymyr Zelensky 2019'da devlet başkanı olduğunda, Ukrayna'nın NATO'ya girmesini defalarca talep etti. 19 Şubat 2022'de - Rusya'nın özel askeri operasyonundan beş gün önce - Münih Güvenlik Konferansında Zelensky bir kez daha NATO'ya girme talebinde bulundu.

Başta işçi sınıfı olmak üzere pek çok Ukraynalı Maidan darbesine karşı direndi. Maidan iç savaşında faşist çeteler darbenin bir gücü olarak ortaya çıktı. Darbeye karşı en güçlü direniş ülkenin doğu kesiminde yaşandı. Odessa'da, Maidan yanlısı bir neo-Nazi çete, direnişin merkezine yakın olan Odessa Sendikalar Evi'ni hedef aldı. Bina kundaklandı ve en az 46 antifaşist ve işçi eylemci diri diri yakıldı.

Maidan darbesine karşı direniş 2014'ten günümüze kadar devam etti. Bağımsız Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti, buradaki halkın ezici bir çoğunlukla (%89 ve %96) Maidan rejiminden ayrılma yönünde oy kullanmasıyla kuruldu. O zamandan bu yana, özellikle de neo-Nazi stormtrooper (hücum kıtaları) benzeri Ukrayna Ulusal Muhafızları'nın Azov alayı tarafından sürekli saldırıya maruz kaldılar. Rusya'nın bu bağımsız cumhuriyetlere yönelik neo-Nazi savaşını durdurmak için düzenlediği özel askeri operasyondan önce Ukrayna'nın Donetsk ve Lugansk'a yönelik savaşında 14.000'den fazla kişi öldürüldü.

ABD Büyükelçisi Burns'ün de öngördüğü gibi Rusya, NATO'nun Ukrayna'ya girme çabalarının yanı sıra neo-Nazi milislerin giderek güçlenmesi ve Donetsk ve Lugansk'taki savaş nedeniyle köşeye sıkışmıştı. Ukrayna 2014 ve 2015 yıllarında imzaladığı Minsk anlaşmalarında ateşkes, çatışmaların sona erdirilmesi, ağır silahların geri çekilmesi, savaş esirlerinin serbest bırakılması ve Donetsk ve Lugansk'ta özyönetimin tanınması sözlerini vermişti; bu vaatlerin hiçbirini yerine getirmedi.

Putin antiemperyalist bir lider olmayabilir, ancak Rusya'nın Ukrayna'yı "militarizmden ve Nazizmden arındırma" operasyonu ve Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Lugansk Halk Cumhuriyeti'ni tanıması emperyalizme, ABD ve NATO emperyalizmine karşı bir hamledir.


Çeviri Kolektifi

NOT: Gary Wilson’ın Struggle La-Lucha’da yayınlanan makalesinden çevrilmiştir.