Bilmiyorum, bazen sanki kapı çalacak ve ben gidip onu açacağım; karşımda sen. Ne ben şaşıracağım ne sen. Sanki bu her gün oluyormuş gibi. Buyur yoldaşmış, davetmiş hiçbirine gerek duymadan geçeceksin içeri, günün yorgunluğuyla atacaksın kendini koltuğa.
Birinci dünya savaşından sonra Viyana puplarında dolaşan bir serseri vardı. Serserinin ağzı iyi laf yapıyordu. Savaşın mahvettiği yurdunun bahtsız kaderine ağlıyor, etrafında kendisi gibi insanları topluyordu. Alman ırkını yüceltiyor, hatta kusursuz antik dönem atletlerinin tiplerine benzer tarifler yapıyor, o ari ırkın kafatası ölçülerini bile ortaya koyuyordu.
Hala açık Dayika Berfo’nun oğlu Cemil Kırbayır’ı bekleyen kapısı. Kars’ın bir dağ köyündeki o kapı 1980’den beri bir kez bile kilitlenmedi. Kapı hep açıktı ve Berfo, bir ömür bekledi, ama Cemil hiçbir zaman geri dönmedi. Cemil Kırbayır, 1980’de faşist cunta askerleri tarafından gözaltına alındı ve bir çok örneğinde olduğu gibi bu onun son görülüşüydü.
Can can çarpıştı Filistin, kaç kez sustu kalbi, susturuldu; ölümlerle tanıştı kaç kez, genç ölümlerle sayısız. Katliamlar gördü, nice yaşlı, çocuk, iki canlı annelerle acılardan acı yaşadı. Yaşamak zorunda kaldı.
Bu topraklarda sayısız seçim oldu, kiminde parmağımıza boya döktüler kiminde kolonya. Nice nice oylar atıldı sandıklara da, sandıktan çıkamadılar. Sayıldık da kelle kelle, seçmenlerin sayısı sayılanlardan fazla çıktı! Haşa, aklımıza bir şey gelmedi, ölüye saygımız var bizim; oy kullanmasın mı Çanakkale’de ölen büyük büyük dedemiz.