Yürekleri daraltan bu savaşta bulutlar toplanıyor, karanlık geçitlerden geçilecek. Gürültüyle karışık enstrümanların uyumsuzluğu kendiliğinden bulunmaya çalışılan yolun zorluk ve sancıları tüketici bir çığlığa karışır. Enstrümanlar “uyum istiyoruz” diye seslenirler... “Uyum… Birlikte hareket edelim tıpkı bir vücudun uzuvları gibi senkronize hareket edelim”. Davulların darbeleri inerken yaydığı titreşim yere sağlam basmayanları düşürür. Güçler tükeniyor savaş amansız sürüyordur. Flütler coşku ve umut taşıyor işte. Bu ezgiyi tanıyoruz evet. “Yaşam bizden yana” diyor, “umut” diyor, “Denizler” diyor… “Vurun” diyor, “cesaret” diyor, “ileri” diyor. “Zafer” diyor, durdurulamaz coşkusuyla “haydi enstrümanlarım, yoldaşlarım davulları durdurma vakti geldi” diyor.
Sesler boğuluyor yeniden, suyun üzerinde görünüp dibe batan çırpınışlara benziyor sesler… Bazıları ise su yüzünde ters yüzüyor. “Susmayın” diyor bir enstrüman, “ölü mü denir” diyor bir şair… Bölümlerini bitiremeden susturulan enstrümanlar yüzüyor suyun üzerinde… Öfkeyle kalkıyor kemanlar “düşenler” diyor “benim ezgimle savaşmaya devam edecek”, flüt kalkıyor “öteden sonuna kadar ben de varım”, gitarlar giriyor yorgunluklarını silkeleyerek. “Bu kavga burada bitmeyecek” diyorlar. Sırtlarında düşen enstrümanların onurlu ağırlıklarıyla daha bir gürleşiyor ezgiler. Ben de düşeceğim söyleyin yoldaşlar kim alacak yerimi diyor piyano… Coşkuyla yükseliyor ezgiler beraber… Sonuna kadar… Ah bir şefleri olsaydı neler değişmezdi ki; karanlık kuytulardan dönülür, gün ışığı kavgaya ve aşka dair ezgiler çınlatırdı yeniden kulaklara…
Zor olan yürümekti. Yürüyüş devam etmeli ezgi susmamalıydı. Hangi enstrüman yetkindi böylesi bir göreve… Kim yol gösterecek bize… Kim… Elleri tüm enstrümanlara uygun, zihni insanlığın en ileri bilgileriyle donanmış, kavgada yetişmiş bir şef sahneye çıkıyor. Elinde tuttuğu kılavuzu olan kompozisyonda çok sesli müziğinin notalarını kaleme dökmüş, şimdi pratiğini yapma zamanıydı. “Yoldaşlar” diyordu… “Akortlarımızı eşitlememiz gerekiyor. Birlikte hareket edeceğimiz ortak bir dil, ortak bir ses bulmamız gerekiyor. Yılgınlığa kapılmayın, yediğimiz bu darbeler güçlendirdi bizi, geçtiğimiz yollar çaldığımız ezgiler bizi pratiğin okulunda sınadı. Şimdi uyumlu çalışmaktan başka bir yolumuzun olmadığı ortadayken bu ortak sloganımız nice eserler bırakacak geleceğe”.
Akortlar eşitlenir heyecanla; yaylılar, üflemeliler, telliler, tuşlular ve vurmalılar şefin yazdığı kompozisyondaki yürüyüşleri inceler. Her partisyon heyecanla atılır, bundan daha iyisi yazılamazdı. Flüt coşkuyla, oktav yürüyüşleriyle kendini ısıtmaya başlar. Telliler seslerini düzenleyip oturma düzeni kurulur. Orkestra şefinin solunda birinci ve ikinci kemanlar, sağında viyolalar, viyolonseller ve kontrbaslar yer alır. Yaylı çalgıların hemen arkasında ve ortada flüt, obua, pikolo, klarnet ve fagot olmak üzere tiz sesli tahta üflemeli çalgılar; onların arkasında trompet, trombon, korno ve tuba olmak üzere bakır üflemeli çalgılar yer alır. Vurmalı çalgılar orkestranın en arkasındadır. Her şeyin bir zamanı vardır.
Tüm enstrümanlar heyecanlı, dokunuşların kaynağı şefin elindeki bagettir. Şef soluğunu tutmuş, heyecanlı bir kıpırdanıştaki orkestrasına döner. Ritmi gözlerin çevrildiği çubuğunun küçük dokunuşları ve fısıltılı sesiyle tekrarlar. Bir ki üç, son ki üç… ve işte aylarca süren yoğun çalışma iyisiyle kötüsüyle sınandığı ana giriyordu. Çift ses gitarlar giriyordu sahneye ilkin. Bas gitar akorunu basarken klasikler armonik yürüyüşler yapıyordu. Telliler ve üflemeliler heyecanlı bir bekleyişte. Yüzlerce düşünce geçiyordu sahneden... Bir enstrümanın bir adım öne çıkacağı o an çok önemlidir. Temiz ses çıkartması, ritmi bozmaması ve doğru anda girmesi gerekir.
Bütün bir kompozisyon basit bir hatayla bozulabilirdi. Öne çıkacak enstrüman hakim olabilmeli kendi bölümüne, nerede ileri atılacağını nerede duracağını ve kısık bir tınıyla minik minik geri çekileceğini ve nerede yaydan fırlayan ok misali yükseleceğini bilmelidir. Neyse ki şef tüm esere hakim enstrümanların potansiyel aralıklarının ve muhtemel hata noktalarının farkında ve nerede hangi enstrümana destek kuvvet göndereceğini iyi hesaplamıştır. Şefin uzman olması tüm kompozisyonu ilerletendir daha geniş açıyla dışardan ama tüm hücrelerine hakim olarak her enstrümana içerden hakimdir. Ezginin ahengi tüm salonu kaplamıştır.
Sevgili okur, biliyorum izaha gerek yok diyorsun, yine de belirtmeme izin verirsen, işçi ve emekçiler proletaryanın iktidarını kurmak için de tıpkı bu küçük orkestra gibi önce tekil ve bozuk seslerle birbirlerini destekleyecek, ardından devrim okulunda öğrenecektir ki, tek bir vücut gibi davranmazsa kazanamayacağı bir savaştır bu. Net yürüyüşleri, susuşları içinde barındıran bir programı olmalıdır. Bu program pratiğin okulunda sınanmış ve net olmalıdır. Ve proletaryanın en gelişkin silahını onunla buluşturmalı şef. Bu ise partidir.
Partinin dili devrim programıdır. Şef onu tüm enstrümanlara kendi yetenek ve ses aralığına uygun seslendirmesini yazandır. Bu da elbette ki devrimci kadrolardır. Öncülerimizdir. Sonuna kadar gitmeye kararlı olan ve tüm hazırlığını buna uygun yapan partinin kaderidir zafer… Denizler bu savaşı başlattı, bizler zafere taşıyacağız…