< < İşçi Yoldaşı Emre Bora’yı Anlatıyor

Bir gün sabah saat 11.00 gibi kütüphaneye geldiğimde baktım ki yeni bir arkadaş var. Tanıştırdılar. Emre’yle ilk orda tanışmıştım. Her gün erkenden geliyordu. Birkaç gün sonra burada gazete dağıtımlarına beraber çıkmaya başladık.

Bir sene kadar sürekli burada birlikte dağıtım yapıyorduk. Esnafları geziyorduk evlere gidiyorduk. Fedakar, özveriyle çalışan bir yoldaştı. Bazen farklı arkadaşlarımız da katılıyordu güneşin altında 5-6 katlı binalara inip çıkmaktan tansiyonumuzun düştüğünü bile hatırlıyorum. Ben de kendimi kaptırmışım, Emre de kaptırmış. Artık öyle bir aşamaya gelmiştik ki, bir gün zile bastığımda gazeteyi tanıtmak yerine alakasız bir şey söylemişim. Aynı şeyi Emre de yapınca uyardı beni; “yoldaş artık bırakalım dağıtımı, biraz dinlenelim” dedi. Ondan sonra arada mola verip, çay içmeye dikkat ettik.

Cana yakın, fedakarca emek veren, bir iş yapılacaksa hemen kendini öne atan, o sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmeye çabalayan bir yoldaştı. Onu tanıdığıma çok sevindim. İyi bir dost, iyi bir yoldaştı. Annem de kendisini çok seviyordu. Hafta sonları eve giderdik, bizde kalırdık. Annemi sorardı her görüştüğümüzde, annem de hep onu sorardı. Eve gittiğimizde duşumuzu alır yemeğimizi yapardık. Sonrasında güzel bir film takıp, izlerdik. Çok güzel günlerimiz geçti beraber. Genelde sohbetlerimiz politik konular olurdu.

Gecekondularda dağıtım yaparken, o zaman Emeğin Dünyası adlı bir gazete çıkarıyorduk, ev ev dağıtırdık. Sanırım ilk tanışmalarımız o zamana denk geliyordu. Her kapılarını çalışımızda sorardı; “size maaş veriyorlar mı, bu gazeteleri satıyorsun parasını sen mi alıyorsun” gibi sorular olurdu. Ben de, gazete için aldığımız 1 tl'yi gazeteyi yeniden çıkarabilmek için aldığımızdan bahsederdim. Bir işçiyim, çalışıyorum, 19.00'da işten çıkınca buraya gelip gazete dağıtıyorum, sonra eve gidiyorum. Hafta sonları çalışma yaptığımız bölgede kalırdım. Her gazete çıktığında mutlaka uğramaya çalışırdım. Çok meraklıydı, sürekli soru sorardı, devrimcilerin yaşamını merak ederdi.

Sohbetlerimizde sık sık üstünde durduğu bir şey vardı. “Mahir Çayanlar Deniz Gezmişleri kurtarabilmek için yaşamlarını verdiler biliyor musun?” derdi. “Evet biliyorum” derdim, ama bir iki ayda bir sürekli bunu hatırlatırdı. Devrimci iradelerine hayranlıkla, bütün bir hareketin beyin takımının yaşamlarını siper yoldaşları için verişinden bahsediyor ve yaşadığımız dönemle kıyaslamalar yapıyordu günceli değerlendirmeye çalışıyordu.

Yazın sıcağında 50 binaya inip çıkardık. “Yazlığa mı gittiniz” derlerdi bize “çok güzel yanmışsınız”. Güneşin alnında çalışmaktan yüzümüz gözümüz kararıyordu. Mahallede çalışmalarımızı yürütebilmek için evden kahvaltı yapmadan çıkıyorduk. Burada da yapmıyorduk. Gazete dağıtımlarımız 3-5 saatten önce bitmiyordu. Sürekli hareket halindesin. Bu tecrübelerin sonunda, yemek yemeyi yaşamımızda yeni yeni özdeşleştirdik. Yemek yiyemediğimiz için Emre’nin tansiyonu düşmüştü bir keresinde. Olanaksızlıklardan olmazdı genelde açlığımız. Yemek o kadar yaşamımızda yer edinmediğinden olurdu. Yoksa elbette hepimiz çalışıyoruz, cebimizde para da var bir şeyler yiyebiliriz. Ama genelde iş bittikten sonra yoldaşlarla buluştuğumuzda yemeyi tercih ederdik.

Örgütlenmeden önceki yaşamını anlatırken, memlekette çobanlık yaptığından bahsederdi. Annesi ve babasından, tarla işlerinden ve köyde yaptığı çobanlıktan bahsederdi. “Sevemedim ve böyle yaşamaya devam etmek istemedim” derdi. “Büyük şehre gidip çalışmaya başladık. Annem babam köye dönmemi istese de, bu nedenle dönemedim” derdi. Abisiyle beraber kalıyorlardı bizim tanıştığımız dönemlerde. Abisi de onaylamıyordu mücadeleye atılmasını. “Onların yanına gitme” diyorlardı bizlerden bahsederek. Emre çoktan kararını vermişti. “Ben giderim siz karışamazsınız, istiyorsanız buraya da gelmem” diyordu. Biz de diyorduk; “abindir git yanına” diye, ama çoğunlukla gitmezdi. Ben kendi yaşamımızdan bahsederdim, bir çoğumuzun ailesi; “git politik mücadeleni yürüt arkandayız” demiyordu. Çok azdı böyle diyen ailelerimiz.

Sabah işçilerin işe gidiş zamanında gazete ve bildiri dağıtımı yapardık. Sabah buluşmak üzere sözleşirdik. Dağıtımda hepimiz belirlediğimiz yerde buluşurduk. Bir şey yapalım dediğimizde öne çıkar; “ben gelirim” derdi ve gerçekten gelirdi. Bir mazeret sunmazdı, gelirdi. Ne olursa olsun “Ben gelirim ben yaparım” derdi. Ezgin bir insandı. Yani çok ezilmiş, yıpranmış yaşına göre çok olgun bir yoldaştı.

Emre bir işçiydi. Örgütlenmeden önce günde 12 saat çalışan, yatacak bir yeri, evi olmayan, sağlıklı beslenemeyen, duş alacak hali bile olmadan devrilip uyuyan bir insandı. İşçiler nasıl yaşıyor, işte böyle yaşıyor. Politik mücadeleye girince yalnız olmadığını, bütün yoldaşların yanında olduğunu görebildi. İstediğinin evine gidip duş alabileceğini gördü. Hepimizde böyledir. Bu güven bize güç verir. Bugün kalacak yerimiz olmazsa, biliyoruz kapısını çalacak insanlarımız var. Yoldaşlarını çok seviyordu, onlara çok değer veriyordu. İçimizde çıkaramadığımız bir enerjimiz var ya, zaten onu çıkartabilirsek devrimci olabiliyoruz, yoksa korkularımız bize egemen oluyor. Emre içindeki o enerjiyi çıkarabilmişti.

İşçi gündemini çok ciddi takip ederdi. İşi yoksa elinde bir kitap olurdu. Sakin bir yere geçip kitap okurdu. Okumayı seviyor ve kendini geliştirmeye çalışıyordu. Bir gün bana, fabrikada çalışmaya gideceğinden bahsetmişti. Ondan sonra bir daha haber alamadım. Meğer savaşmaya gitmiş. Gitmeden önceki dönemde işçi eylemlerinde denk geliyorduk. Bütün işçi eylemlerini takip ediyordu. Sabah 07.00'den akşam 22.00'ye kadar işçi eylemlerine gidiyordu. Hep yollardaydı. Onun her gün gittiği yolu bir kere gitmiştim. Şaşkınlıkla sormuştum; “sen her gün bu kadar yol mu gidiyorsun?” “evet” demişti “yedide kalkıp yollara düşüyorum” derdi. Çok şaşırmıştım. “Tebrik ederim” demiştim.

Bir çok eylem ve ayaklanmaya katıldık yoldaşla. Nedense onu anlatacak kelime bulamıyorum. Hrant Dink anmasında çok kalabalıktı. Pankart açacağız, ama açacak yer yok. Hepimiz yer arıyoruz bir baktım otobüs durağının üstünde pankart açmış. Çok özveriliydi. Bir şey yapılacaksa en iyisini yapmaya çalışırdı. Devrime bağlılığını ve bu mücadeleyi severek ve isteyerek yaptığını hissettiriyordu. Yaşamı bize örnek oluyordu. Kendi eksiklerimizi görüyorduk. Öyle olmamız gerektiğini görüyorduk. Bir nevi bize yol gösteriyordu.

Sana bir şey söylemezdi, ama ortada bir iş var ve bunu da birinin yapması gerekiyor. Onu yaparak pratikte gösterirdi sana. Geldiği zaman “merhaba” derdi “merhaba” diyordum. Bir bakmışsın hemen çantasına gazeteyi doldurup gidiyor. Şimdi biz de gelmişiz ben de oturuyorum. O öyle yapınca, ben de kalkıp çantayı gazeteyle doldurup çıkardım. “Gel bir çay içip çıkalım” dediğimizde “yok işim var” derdi. Alıyor ve çıkıyordu. Bize iyi bir örnek oluyordu. Kendi sorumluluğunu taşıyan, bir komünistin kendi sorumluluklarını yerine getiren biriydi.

Tüm yoldaşları takdir ediyorduk ama Emre bize yol gösteriyordu. Her şeyde hemen öne çıkıp yapan böyle bir yoldaştı. Gezi Ayaklanması'nın 1. yıldönümünde Gazi Mahallesi girişinde büyük bir çatışma vardı. Çatışma devam ediyordu, fakat kitle dağılmıştı artık. 10-15 kişi Mücadele Birliği önlüklü insanlar vardı. Onlar dağılmıyorlardı. Polis akrepten “Mücadele Birliği herkes gitti, yeter da kimse kalmadı, siz niye gitmiyorsunuz” anonsu geçiyordu sık sık. Emre gitmiyordu, mücadele etmeye devam ediyordu. Tabi o sırada sık sık gaz atıyorlardı. Gitmemişti, Mücadele Birliği dağılmamıştı.

Bizim yapmamız gereken de, yoldaşların elindeki bayrağı düşürmemek. Mücadelemiz devam ediyor. Anlatacak çok şey var, ama kalkmam lazım yoldaş. Yolum uzun, devrim kimseyi beklemez biliyorsun. Aklıma geldikçe anlatacağım, yazacağım. Yoldaşın nasıl birisi olduğunu, nasıl bir devrimci olduğunu herkes anlatmalı. Bize yol göstermeye devam ediyor Emre yoldaş. Onu çok seviyor ve özlüyorum.

Yoldaşın