Rojava işgal saldırısına karşı hem Türkiye ve Kürdistan emekçi halklarının hem de dünya halklarının tepkisi sürerken, bu konudaki sınıfsal ayrışmalar da daha net ortaya çıkıyor.
Rojava sınır hattındaki Suruç köylerinde pamuk üretimi yapan varlıklı köylülerle yapılan röportajda bu durum öne çıkıyor. Savaşı değerlendiren bir pamuk üreticisi şöyle diyor: "Halkın mahsulü hep sınırda. Getirdiğimiz biçercilerin hepsi kaçıyor. Bugün sabahtan beri biçercilerin peşinde geziyoruz. ‘Biz sınıra yakın bölgelere gitmiyoruz, çalışmıyoruz' diyorlar. Yağmur da geliyor, bir şey oldu mu, bu mahsul hep telef olup gidecek. Baştaki yetkililer bize bir çare bulsun ya da biçer getirip burada mahsulümüzü biçtirsinler. Devlet bizi korusun da ne yaparsa yapsın… bizi korusun, biz de mahsullerimizi biçelim”…
Sorun bu kadar basit aslında... “Devlet ne yaparsa yapsın bizi korusun da gerisi önemli değil…” Küçük burjuvazinin sınıf tavrını, ucunda bir halkın yok edilmesi, topraklarının işgal edilmesi olsa dahi, “kendi huzurunu kaçırmaması” belirler.
Fransız Devriminde, ceset dolu sokaklara bakıp şöyle yakaran esnaftan da anlaşılır bu: “Cesetleri toplayınız ki iş yapalım!”
Halkların gerçek özgürlük kavgasını her zaman yoksullar ve emekçiler verir. Bugün Rojava’da olduğu gibi... Rojava için gerçekten bir şeyler yapan ve ayağa kalkan, bütün dünyada emekçi sınıflardır. Rojava Devrimi'nin ve devrimci güçlerinin yaslanması gereken tek ve gerçek dayanak budur.
Bir Mücadele Birliği Okuru