8 Mart 1857... ABD'nin New York kentindeki bir dokuma fabrikasında, haftalığı 6-7 dolara, 60-72 saat çalıştırılan kadınlar grev kararı aldılar ve fabrikayı işgal ettiler. Fabrika içerisine kilitlenen 146 işçi kadın, bizzat patronun emri ile ateşe verilerek katledildi.
1910 yılında Almanya'nın Stuttgart kentinde yapılan 2.Enternasyonal'de Clara Zetkin kürsüye çıkarak tarihi bir öneride bulundu. Ve o günden sonra 8 Mart ''Dünya Emekçi Kadınlar Günü'' olarak ilan edildi. Tüm dünyada işçi-emekçi-genç kadınların kapitalizme karşı başkaldırı ve savaş günü haline geldi.
8 Mart 1857'den bugüne kapitalizm özünden hiçbir şey kaybetmemiş, biz kadınlara yönelik baskı ve şiddeti körüklemiş, iktidarını kaybetme korkusuyla devlet terörünü kullanmayı arttırmıştır. Ve artık saldırılarının şiddeti tahammül edilebilecek boyutu çoktan aşmıştır. İstisnasız her gün barbarca katlediliyoruz. Öldürüldüğümüz yetmezmiş gibi bedenimiz parçalara ayrılıyor, yakılıyor, üzerine beton dökülüyor... Bizi katledenler yabancı değil. Katillerimiz eş, sevgili, baba, abi, erkek kardeş, komşu, patron, devlet...
Fabrikalarda, atölyelerde ve diğer sömürü çarklarının bir yerlerinde ucuz iş gücü olarak görülüyoruz. İşyerlerimizde insanca muamele görmüyoruz. Kadının mesaisi hiç bitmiyor. İşten çıkınca aynı tempo evde de devam ediyor. Kadının emeği görünmüyor, değersizleştiriliyor. İş cinayetine kurban gittiğimizde üzeri “İş Kazası” denilerek örtülüyor. Yürüdüğümüz yolda, oturduğumuz parkta, çalıştığımız iş yerinde, okuduğumuz sınıfta, yaşadığımız evde, gözaltına alındığımız karakolda, tedavi olduğumuz hastanede, adalet aradığımız mahkeme salonlarında yani yaşamımızın her anında, her alanında tacize-tecavüze uğruyoruz.
Yetmiyor suçlanan biziz, toplumdan dışlanan biziz, ahlaksız olan biziz, namussuz olan biziz, ölmeyi hak eden biziz... “O saatte orada ne işi vardı!”, “O kadar açık giyinmeseymiş, davet etmiş!”, “Çığlık atmamış, rızası varmış!”, “Kahkaha atmasaymış!”, “Sohbet etmeseymiş!”, “Kuyruk sallamasa yaşamazdı!”, “Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış!”...
Esmerdi, sarışındı, gençti, yaşlıydı, çocuktu, açıktı, kapalıydı, işçiydi, öğrenciydi, evliydi, bekardı, sağlıklıydı, engelliydi, hafifti, ağırdı... Bahaneler hep aynı. Bizim adımıza konuşan birileri hep var. Bizim adımıza konuşan bu erkekler bazen aileden biriyken bazende devlet mekanizmasından biri oluyor. Kaç çocuk doğuracağımıza bile bu erkek egemen sistem karar veriyor, çıkıp kürsülerden vaaz veriyor. “En az 3 çocuk!”, “'Başı açık kadın perdesiz eve benzer!”, “Boşanmalar arttı, sebebi kadındır, kocalarına karşı gelmesinler!”, “Kız mıdır kadın mıdır bilemem!”, “Kızlı-erkekli apartlarda kalıyorlar!”, “Kadın Üniversiteleri açacağız!”. Bu sözler sizlere tanıdık geldi mi? Bunlar dinci-faşizmin sözleri...
Artık Yeter! Edi Bese!
Saldırı ne boyutta artmış ise mücadele biçimimiz ivme kazanmıştır. Artık dünyanın tüm sokakları, meydanları, fabrikaları, atölyeleri, okulları bizim eylem alanımızdır. Daha yaşanılabilir bir dünya için, insanca bir yaşam için, yaşamak için bulunduğumuz her yeri savaş alanına çevireceğiz. Bu savaşı biz başlatmadık ama biz bitireceğiz. Binyıllarca bize dayatılan yaşama karşı çıktığımız için ağır bedeller ödedik halen de ödüyoruz. 21.yüzyılda irademizin yok sayılmasını kabul etmiyoruz. Söz hakkımızı da, irademizi de, özgürlüğümüzü de kendi ellerimizle alacağız!
Biz Kadınlar Kimiz?
Bizler New York'ta “Eşit İşe Eşit Ücret” şiarıyla çıktığımız mücadele yolunda aynı ısrar, kararlılık ve cüretle yürümeye devam edenleriz. 1900'lü yıllarda Ekim Devrimi'ne giden yolda fitili ateşleyen Petrogratlı dokuma işçileriyiz. Paris Komünleri'nde bütün yaşamımızı barikatlara akıtan kadınlarız. Küba'da gerilla savaşımına omuz verenleriz. Nigaraguay'da sokak sokak silahlanmayı örgütleyenleriz. Bulgaristan'da fabrikalardan başlayıp kırlara kadar faşizmin korkulu rüyası olanlarız. Vietnam'da kurtuluşun yolunu dağlara çekenleriz. Almanya'da “Vardım, Varım, Varolacağım” diyenleriz. Türkiye'de bedenini açlığa yatırıp herşey bitti diyenlere inat mücadele ateşini harmanlayanlarız. Kürdistan'da cephenin en ön saflarında yaşamı yeniden yaratanlarız. Şili'de mücadelenin yaratıcılığını kullanıp, dans ederek başkaldıranlarız. Mücadele tarihimizden biliyoruz ki, bizi bu yaşamı reva gören sistemi yıkmadan özgürleşemeyeceğiz. Tarihimizde birçok devrim deneyimi yaşadık, özgürlüğümüzü ellerimize almayı bildik. Her baskı ve şiddet daha ileri sıçramaları doğurdu. Şimdi yeniden yeni bir sıçramanın eşiğindeyiz. Şimdi harekete geçme zamanıdır. Kadın mücadele tarihimizde ki deneyimlerimize güveniyoruz, insanlığın kurtuluşuna gidecek olan son savaşta yerimizi alacağız.
İsyan Ediyor, Ayaklanıyor, Savaşıyoruz.
Haydi kadınlar ellerimiz tarih yazacak güçtedir. Şimdi bir adım öne çıkarak devrim yangınını biz başlatalım, fitili biz ateşleyelim. Bizi yok sayan, yaşama hakkı tanımayan bu çürümüş sistemin bir devrimlik canı kaldı! Sınıfları ve sınırları biz yok edelim. Bir ulusun başka bir ulusa, bir cinsin başka bir cinse uyguladığı baskı ve sömürüyü biz bitirelim. Tarih, doğa ve insanlık adına yaşam bizi kavgada en öne çağırıyor. Bizi ve emeğimizi görünmez kılan kapitalizme karşı; üretim alanlarında, meydanlarda ve evlerimizde mücadeleyi yükseltelim. Şimdi kadınların özgürlükleri uğruna dövüşme zamanı.
Emekçi Kadınlar Devrimle Özgürleşecek!
Lı Jina Kedkar Ji Şoreş Azadi Bıbın!