Devrimci dönemlerde sadece burjuvazi politik olarak dibe vurmaz. Küçük burjuvazi de onunla aynı kaderi paylaşır. Burjuva ideolojisiyle bağlarını tam olarak koparmayan ortalama sol'un bugün yaşadığı süreç tam olarak budur. Bu bağımlılık, ideolojik politik çıkışsızlığa dönüşmüştür. Bırakalım, emekçilerin önüne mücadeleyi daha ileri noktalara taşıyacak hedefler koymayı, tam tersine, iç karartıcı ve bunalım kokan sayfalar dolusu yazılar yazıyorlar. Kimi "halkın suskunluğu"ndan, kimi de sözüm ona "halkın" "mitolojik değerleri"nin peşinde bir medetle bugünün çaresini dünde arıyor! Geleceğe ve gelecek için verilen kavgaya ne büyük vefasızlık!

Tarihin neresinde, o dönemin devrimcileri halkın içinde böylesine geri söylemler geliştirmiş, saflara böylesine umutsuzluk ve karamsarlık pompalamıştır? Örneğin burjuvazinin henüz devrimci olduğu zamanda, Danton "Bu monarşi çok güçlü, halk örgütsüz, bu halimizle mi bu savaşı kazanacağız, bu halimizle mi iktidarı alacağız" demiş ve mücadele hayatını salon toplantılarında mı geçirmiştir, yoksa devrimin sokakta gerçekleşeceğinin bilinciyle mi hareket etmiştir. Ya proleter devrimler çağının büyük önderleri Marx, sürgünde açlık ve yoksullukla mücadele ederken umutsuzluğa kapılıp dünya proletaryasına karamsarlık mı pompalamıştır? Tarih bize göstermiştir ki, devrimciler oldukları her yerde büyük bir coşku ve heyecana yol açmıştır. Onlar bir yere girince karamsarlık öteki kapıdan çıkar gider. Çünkü eskiyen ve çürüyen karşısında söyleyecek sözleri vardır. Bu sözler kulağa hoş gelsin diye söylenmez, bir gerçeğin altını çizerler. Çünkü somut durumun somut tahlilinden çıkarılmışlardır. İşte bu nedenle gerçek devrimcilerin söyledikleri hem kendilerinin hem de emekçilerin önünü açar.

Her fırsatta sokağa, meydanlara çıkmayı değil, ama her önemli günde salonlara kaçmayı marifet sayanlar mı emekçilerin politik öncüsü olacak! Ya da bunu yaptıktan sonra kitleleri sessiz kalmakla eleştirmek nasıl bir tutumdur? Kendilerine öncü rolü biçenler, kendi kaçkınlıklarını "kitleler geri çekiliyor"la örtmeye çalışıyorlar. Aslında bu ne kadar geri bir noktada olduklarının itirafıdır.

Toplumsal olaylara yüzeysel bakıyor, gelişmeleri derinlemesine tahlil edemiyorlar. Üstelik "yenilgi", "başarısızlık", "durağanlık", "kitle hareketinde kırılma" gibi tespitleri yapmakta da hiç zaman kaybetmiyorlar. Tam bir uçarılıkla olayın başında coşar, ortasında yorulur, sonunda pes etmeye hazır hale gelirler. Örneğin, Gezi Ayaklanmasında önce çok şaşırdılar çünkü hiç beklemiyorlardı. Sonra kopup katıldılar ancak günler geçti ve ayaklanmacılar daha ileri noktaya doğru hamle yapmayınca, ortalama sol bocalamaya başladı. Oysa tam da bu noktada devrimciler öne çıkmalı daha ileri noktaları hatta nihai hedefi göstermeliydi. Fakat onlar bunu yapmadıkları gibi yapana da engel olmak için az uğraşmadılar. Sonra Gezi bitti ve şu sıralar halka kızıyorlar; "Üç ağaç için ayaklandı da daha önemli şeyler için ayaklanmadı" diye. Anlayamadıkları şey ayaklanmaların çoğu kez aniden olduğudur. Yani bir miting gibi önceden hazırlanmaz, ancak öngörülebilir. Yani anidir, ama sürpriz değildir. Küçük burjuva ideoloji bunu kavrayamaz. Bu nedenle komünistler her "biz öngörmüştük" dediğinde onlar "sürpriz oldu" havasındadır. Açıkçası bu sürprizlere de bir türlü doyamazlar.!

Ortalama sol burjuvaziyle ideolojik bağı son ana kadar koparmayacaktır. Bu nedenle bir yandan "faşizme karşı geniş CeHePe'yi örmek'i planlarken diğer yandan Leninist görüşleri çalıyorlar. Leninist politikalarla proletarya karşısında komünistmiş gibi yaparken, en geniş CHP ile (cephe'den aslında kasıt bu!) burjuvaziye göz kırpıyorlar.

Her ne kadar ara ara devrime dair kafiyeli ve radikalizm sosuna bulandırılmış, kulağa hoş gelen, içi boş lakırdılar etseler de değişmeyecekler. Hep böyle yalpalayıp duracaklar. Çünkü değişmek için ideolojik politik üretim gerekir. Başkalarından çalınan görüşlerle değişim, dönüşüm ve ilerleme olmaz. Değişim ve ilerleme yoksa doğru çözümleme de yoktur. Bu nedenle gelgitli bir ruh haliyle bir gün coşup ertesi gün dinecekler. Çaresizce sık sık klasik söylemlerine dönecek "kazanılmış hakları" veya "parlamentodaki muhalefeti korumaktan" bahsedecekler. Ancak ilerlemekten değil, "korumaktan" ibaret olan bu yaklaşım emekçiler içinde ne bir heyecan ne de bir mücadele isteği uyandıracaktır. İnsanlar onca uğraşla meclise yolladıkları vekillerin bir gecede helikopterlerle taşınıp zindanlara atıldıklarını canlı yayında izledi. Dahası meclisin bir mücadele alanı olmadığını gördü. Kimse anlamsız bir parlamento için dövüşmez. Kimse bir yere varmayan bir yolu ikinci kez yürümez! Devrim kendine uygun yeni yollar açmak zorunda. Emekçiler burjuvazi ile ortalama sol'un arasındaki o "güçlü" köprüden geçerek kışlık sarayına girmeyecekler. Bir kez daha biri öne çıkarak bağıracak işçi semtlerinden kopup gelen insan selinin içinden, "Yoldaşlar! Neva'ya bakın. Neva donmuş!" diye.

Ortalama sol cephede yeni bir şey yok. Aynı umutsuzluk aynı karamsarlık. Tüm bunları bir kenara iterek yürüyenler inadına daha bir inatçı daha bir coşkulu olmak zorunda. Çünkü sadece böyleleri zafere ulaşır. Neva'ya bakın yoldaşlar. Neva donmuş! Buz hiç bu kadar sağlam ve kalın olmamıştı. Artık milyonlarca insanı taşıyacak kadar güçlü. Emekçiler parlamentoya değil ama saraylara bir kez daha buradan geçip gidecekler.

 

* 1917 Şubat Devrimi'nde yürüyüşe geçen büyük işçi kortejleri, Çarın Kışlık Sarayı'nın da içinde olduğu şehir merkezine ulaşamasın diye karşı devrimci kazak askerleri Neva nehri üzerindeki köprüleri zincirlerle kapatmıştı. Neva işçi semtleriyle şehir merkezini birbirlerinden ayırıyordu ve Kazaklar köprüleri tuttuğu için Çar kendini sarayında kendini güvende hissediyordu. Ancak o gün, Neva donmuştu! İşçi kolları buz tutan nehirden yürüyerek geçtiler ve yeni bir tarihi yazmaya başladılar!

Azer KIZIL