Dünya Anti-Emperyalist Platformu olarak Lugansk Halk Cumhuriyeti'ne yapılacak dayanışma gezisi için Moskova havaalanına indiğimizde, doğrusu ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk.
Platform'dan yoldaşlarla Moskova'da buluşacaktık.
Mücadele Birliği Dergisi adına katıldığımız Platform delegasyonunda, Belçika Komünist Partisi, Sırbistan Yeni Komunist Partisi, Yunanistan (Collective of Struggle for the Revolutionary Unification of Humanity, Greece) temsilcileri vardı. Delegasyonun üyeleri bizden önce Moskova'ya varmışlardı. Moskova havaalanında (Sheremetyevo) ilk dikkati çeken, sıkı güvenlik önlemleri oldu. Pasaport kontrol noktalarının olduğu salonda bekletilen yaklaşık 40-50 civarında insan vardı ve bunların çoğu Orta Asya ülkelerinden gelenlerdi.
Moskova'da Crocus Belediye Binası'na yönelik faşist saldırının etkileri sürüyordu anlaşılan.
Kontrol noktasından ayrılıp çıkış kapısına vardığımda Ukraynalı komünist bir yoldaş beni bekliyordu. Mayıs'ın ilk haftasında karlı soğuk bir hava ile karşılaştık.
Yaklaşık iki saatlik yolculuk sırasında beni karşılayan Ukraynalı komünist yoldaşla sohbet imkanım oldu.
Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi hakkında doğru dürüst bilgi sahibi olmamaları dikkatimi çekti. Oysa, Türkiye'ye büyük önem veriyorlardı. Buna rağmen Türkiye ile ilgili bilgileri oldukça yüzeysel ve günlük gazetelerden öğrendiklerinden ibaretti. Kürdistan ve Kürdistan'daki özgürlük mücadelesi dahil buna.
İnternetten, Türkiye ve Kürdistan'daki mücadeleye ilişkin eski haberlerin, devletin işlediği katliamların, devrimci hareketin tarihini özetleyen linkleri vb vb. verdik. Sınıf savaşının bu derece şiddetli ve sert olmasına; zindanlarda 30-40 yılını geçiren devrimci ve komünistlerin varlığına şaşırdılar.
Ertesi sabah 9 Mayıs, faşizme karşı “Zafer Bayramı” kutlamaları vardı. Aynı gün Rusya-Ukrayna, NATO, ABD vs arasında süren savaşta, Rusya Ordusunun ele geçirdiği tank ve benzeri zırhlı araçların sergisi vardı.
“Zafer Bayramı” kutlamaları Kızıl Meydan'daydı. Güvenlik gerekçesiyle sınırlı sayıda insana izin verilmişti. Delegasyona rehberlik edene Ukraynalı yoldaş bizi, zırhlı araç sergisinin olduğu “Zafer Parkı”na götürdü.
Henüz metrodayken olağanüstü havayı sezdik. İnsanlar akın akın ve büyük bir coşkuyla, ellerinde zafer bayrakları, kimi gruplar halinde marşlar söyleyerek bir yöne doğru gidiyorlardı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra, bunların Zafer Parkı’ndaki sergiye gittiklerini anladık.
Parka yaklaştıkça insan akını insan seline dönüşüyor; kalabalık arttıkça artıyordu. Moskova halkının ilgisi anlatılacak gibi değildi. Aileler, çocuklarıyla birlikte, bayramlık kıyafetlerle, faşizme karşı kazanılan zaferi kutlamaya gelmişti. Faşizme karşı zafer kazanmış bir halk olmanın gururunu yaşadıklarını yüz ifadelerinden, bayramlık kıyafetlerinden, hal ve davranışlarından; kısaca her hallerinden anlamak mümkündü.
Zafer Parkına giriş, yine güvenlik önlemleri nedeniyle, arama-kontrol noktalarından geçilerek mümkündü. Aramalar sıkıydı. Yan yana dizilmiş onlarca arama noktasına rağmen, parka girmek için epey beklemek zorunda kaldık.
Parkın büyüklüğü şaşkınlık vericiydi. Bir ucundan diğer ucunu görmek mümkün değildi. Devasa büyüklükte bir parktı. Çoğu Sovyet sembollerini taşıyan, Kızılordu askeri kıyafetleri giymiş çocuklar, küçük boyutlu Zafer Bayraklarını sallayarak ya da oyuncak silahlarla sağa sola koşuşturuyorlardı. Rusya halkı, çocuklarını anti-faşist ruhla, Sovyetler Birliği anılarına bağlılıkla yetiştiriyordu. Bunu her adımda gözlemlemek ve hissetmek mümkündü.
Yaşlı ve gençlerden oluşan bir grubun yanından geçiyorduk. Grup, Sovyetler Birliği dönemine ait marşlar ve şarkılar söylüyordu. Çok uzak bir noktada bir sahne gözüme çarptı. Kocaman sahnede müzik grubu yerini almış yine Sovyetler Birliği dönemine ait şarkılar, marşlar söylüyordu. Rusça bilmememe rağmen, geçmişten kulağımda kalan tınıyla marşların Sovyetler Birliği dönemine ait olduklarını kolayca anlayabiliyordum.
Genç bir kadın dikkatimi çekti. Tek başına, kocaman bir SSCB bayrağı takılmış uzun sopasını omzuna dayamış bir yere yetişmeye çalışır gibi yürüyordu. Daha sonra onun, bizim birazdan gezeceğimiz müzeye gittiğini anladık. Sovyetler Birliği'ne özlem ve sevgi duyanların sadece eski yaşlı kuşaklar olduğu, katıksız bir burjuva ve Sovyet düşmanı bir yalandı. Bunu, metrodan itibaren gözlemlemeye başlamıştım.
Parkın müzeye yakın bölümünde faşizme karşı kazanılan zaferin anısına dikilmiş kocaman bir anıt vardı. Anıtın yüksekliği belki de 50-60 metreden fazlaydı. Anıtın en üst ucuna “melek” figürü yerleştirilmişti. Ukraynalı yoldaş, bu figürün Yeltsin zamanında, karşı devrimciler tarafından yerleştirildiğini söyledi. Direk biçimindeki anıtta, faşizme karşı savaşta yer alan bütün şehirlerin sembolleri vardı. Leningrad, Stalingrad, Moskova, Kursk... onlarca şehir. Bu şehirler, Hitler faşizminin bozguna uğratılmasında büyük kahramanlıklar ortaya koyan kentlerdi. Ortamda tam bir “Zafer Bayramı” havası vardı. Orta Asya ülkelerinden oldukları belli olan bazı aileler, kadınlar, gençler, Hitler faşizmine karşı savaşta ölen babalarının, büyük babalarının resimleriyle gelmişlerdi. Aradan yetmiş yıl da geçmiş olsa unutmuyorlardı.
Müze, bu anıtın hemen yanındaydı. Sovyet eski marşları müzenin önüne konan ses düzeninden geliyordu. Müzenin önünde giriş için bekleyen çok büyük bir kalabalık vardı. Sırada beklerken bir görevli, el-kol işaretleriyle arka kapı girişini işaret etti; oraya yöneldik.
Girişte herkes, montunu, paltosunu, sırt çantasını vb. vestiyere bırakmak zorundaydı. Gerekeni yapıp içeri girdik. Hemen girişte, salonun iki tarafında, yaklaşık iki metre yüksekliğinde, yirmi metre uzunluğunda iki dijital pano vardı. Binlerce ve binlerce resim sürekli akıyordu. Bunlar, faşizme karşı “Büyük Anavatan Savaşı”nda ölenlerin resimleriydi. Resimlerin ortasında biraz büyükçe, sürekli değişen bir resim yer alıyordu. Bu da Kızılordu'da büyük kahramanlık gösteren komutanları gösteriyordu. Rusya halklarının faşizme karşı savaşta toprağa düşenlerin anılarına olan bağlılık anlatılacak gibi değildi.
Sürekli sirkülasyon halindeki insan kalabalığı, binlerce ve binlerceydi. İnsan adım atmakta zorlanıyordu. Sonunda Ukraynalı yoldaş bizi savaşın canlandırıldığı bölümlere götürdü. Her şehirde verilen savaş için ayrı ayrı kocaman odalar ayrılmıştı. Orada Sovyet sanatının bütün ihtişamını görebiliyorduk. Önce Stalingrad savaşını anlatan bölüme girdik. Muazzam bir derinlik verilmiş sahne biraz aşağıda, izleyiciler biraz yüksekte ve beş on metre uzakta duruyor. Sahneye bakarken savaşı bütün canlılığıyla hayal edebiliyor, ruhunuzda hissedebiliyorsunuz. Öyle ki, savaşın hemen gözlerinizin önünde, açık bir alanda, gökyüzünün altında sürdüğünü sanıyorsunuz.
Arkasından Moskova, Leningrad, Kursk tank savaşının canlandırıldığı odaları geziyoruz. Savaşın dönüm noktalarından biri olan “Kursk Tank Savaşı” aynı şekilde, sanki yanı başınızda sürüyormuş duygusuna kapılıyorsunuz.
Odalardan çıktık. Savaşta kullanılan hafif silahlardan örnekleri görüyoruz her tarafta. Bunlardan biri, o dönem için en modern silah sayılabilecek, uzunca bir tüfeği andıran, anti-tank silahıydı. Ukraynalı yoldaş, Donbass ayaklanması ve sonrasında gelişen savaşta, faşist Ukrayna birliklerine karşı bu silahın da kullanıldığını anlattı bize. Miadını doldurmamıştı anlaşılan.
Lenin, Stalin resimleri, devrimin bu önderleriyle ilgili gazete küpürleri özenle korunmuş. Müze, kocaman bir binaydı. Üst katları vardı ancak biz zaman darlığı nedeniyle üst katlara çıkamadık. Saatlerdir oradaydık ve ancak küçük bir bölümünü gezebilmiştik müzenin.
Yürüyüş güzergahımız Ukrayna faşist birliklerinden ele geçirilen NATO vb. silahlarının sergilendiği alana doğru gidiyordu. Oraya yaklaştığımızda binlerce insanın sıra beklediğini gördük. Sıraya girdik. Küçük bir nehri andıran ve oldukça yavaş ilerleyen insan sırasında bir saate yakın beklemek zorunda kaldık. Moskova halkı emperyalistlerden ele geçirilen ağır silahları görmek için akın etmişti parka.
Ailelerin büyük bir bölümü çocuklarını birlikte getirmişlerdi. Çocuklarını emperyalizme ve faşizme karşı anavatanı savunma duygusuyla yetiştirmeye çalıştıkları çok açıktı. Savaştan korkan değil, anavatanı emperyalistlere ve faşizme karşı savunmaya; bunun için savaşmaya hazır bir nesil yetiştiriyorlardı. Etrafı süzerken, şu duygu kendiliğinden oluştu bende: Bu halk emperyalizme ve faşizme karşı yenilmez.
Ele geçirilen silahlar ve zırhlı taşıyıcılar arasında neler yoktu ki...
Almanların o pek övündükleri Leopar 2, ABD'lilerin şişire şişire bir hal oldukları Abraham tankları, İngiliz, İsveç, Danimarka vb vb. tanklarından tutalım da, Türkiye'nin personel taşıyıcı Kirpisine kadar ne ararsanız hepsi mevcut; orada, sergide yatıyorlardı. Emperyalistlerin silah koalisyonu vardı anlayacağınız.
Devam Edecek...