Açlık, işsizlik, katlanan zamlar, geleceksizlik, hayatlarımıza dönük türlü saldırılar, faşist baskılar, savaşlar, çocuk ve bebek ölümleri... Biz işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler için sermaye düzeni tam anlamıyla cehennem haline geldi.

Yarınımızdan emin olamadan, karın tokluğuna çalışıyor, güvenli olmayan sokaklarda gezmek zorunda kalıyoruz. Her şeyi üretip yine açlığa mahkûm olmak, çocuklarımızı okullara aç göndermek artık canımıza tak etti. Sokak röportajlarına taşan öfkemizle, eylemlerde sıkılı yumruklarımızla, bu pervasızlığa, bu zulüm düzenine artık yeter diyenleriz biz!

Bizler işçiyiz, emekçiyiz! Sabahın erken saatlerinde işçi servisleriyle, metrolarla, metrobüslerle, otobüslerle işe tıkış tıkış gidiyoruz. Güneş batana kadar fabrikalardan, şantiyelerden, atölyelerden, tersanelerden ve şirketlerden çıkamayan; üç kuruş kazanacağız diye tüm ömrümüzü çalışmakla heba edenleriz. Kazandığımız parayla ne faturalarımızı ne banka borçlarımızı ne de kiramızı ödeyebiliyoruz.

Asgari ücret dayatması ile yaşamımız kredi kartı borçları çıkmazına sıkışmış durumda. Hayatlarımız iş yeri ile ev arasında bir mekik dokumaktan ibaret. Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz. Eğer buna yaşamak denebilirse! Yalnızca hayatta kalabilmek için zar zor bulduğumuz en ağır işlere tutunmak, en acımasız sömürüye, patron baskısına, mobbinge, esnek ve güvencesiz çalışmaya katlanmak zorunda kalıyoruz.

Bizler kiracıyız! Bazen sadece uyumak için vakit geçirdiğimiz dört duvarlara çoğu zaman maaşlarımızdan daha fazla para ödemek zorunda olanlarız. Bir yandan kentsel dönüşüm adı altında oturduğumuz mahalleleri ranta açan devletle, iktidar yandaşı şirketleriyle mücadele ediyoruz. Diğer yandan sadece başımızı sokacak bir ev için, insanca barınmak için varımızı yoğumuzu mülk sahiplerinin ellerine veriyoruz.

Bizler kadınız! İşçi kadınlar, genç kadınlar, ev işlerini yapmakla ve çocuk bakmakla yükümlü olan kadınlar olarak hayatın her yerindeyiz. Fabrikalarda, bürolarda, kafelerde saatlerce üç kuruşa çalışan, iş yerinde sadece kadın olduğu için hor görülen, bin bir emekle kazandığı parasını da eşine vermek zorunda kalan kadınlarız. Ekonomik zorluklarla beraber, toplumun ve ailenin yüklerini de omuzlarında taşımak zorunda görülen kadınlarız. Sokakta yürürken arkamıza defalarca kez bakmak zorunda bırakılan, dilediği gibi yaşayamayan kadınlarız. Patronların baskı ve taciziyle, sokaklara aktığımızda polis barikatlarıyla, haksızlık ve aşağılanmalarla yüzleşmek ve mücadele etmek zorunda kalan, her gün katledilen kadınlarız.

Bizler bu ülkenin geleceği diye anlatılan gençleriyiz. Her geçen gün geleceğe dair ümitlerimizi yitirenleriz. Artık çok azımızın ailesi eğitim masraflarımızı karşılayabiliyorken, birçoğumuz eve katkı sunmak ve bir işimiz olsun diye çalıştığımız tekstil atölyelerinde, şantiyelerde ölmeye layık görülenleriz. Okuyacak kadar “şanslı” olanlarımız ise yüksek kiralardan ne evlerde barınabiliyor ne de yurtlarda kalabiliyor.

Cemaat yurtlarında her gün bir sıra arkadaşımızın ölüm haberi bu gerçekliği yüzümüze vuruyor. MESEM’ler eliyle çocuk yaşta işçileşiyoruz, gün yüzü göremiyoruz. Bizler gelecekleri, hayatları ve umutları çalınanlarız. Biz bu toplumdan en çok alacaklı olanlarız.

Bizler evleri yıkılan, sürgünlere gönderilen, özgürlüğünü istediği için her türlü inkar ve imha saldırısına uğrayan Kürt halkıyız. Anadili yasaklı olan, iradesi hiçe sayılan, Kürtçe konuştuğu için linç edilen, hayatın her alanında ırkçılıkla yüzleşmek zorunda kalan, Türk burjuvazisi ve faşizm tarafından ezilen Kürtleriz.

Bizler savaşlar yüzünden evleri yıkılan, işsiz ve aç kalan, yerinden yurdundan göç ettirilenleriz. Biz gittiğimiz her yerde “yabancı” olanlarız. Aynı iş yerinde çalışsak da, kapı komşusu olsak da “yabancıyız”. Aynı sefalette yaşasak da, aynı şekilde aç kalsak da, çocuklarımız aynı okula gitse de biz “yabancılarız”. Evlerimiz yağmalandı, iş yerlerimiz yakıldı, çocuklarımız sokak ortasında dövüldü. Bizim ülkemizden ayrılmamıza neden olan bombaları atanlara yönelmeyen öfke, savaş yüzünden evini terk etmek zorunda olan bizlere yöneldi. Bizler yoksul köylüleriz, küçük üreticileriz. Ürettiği ürünü yok pahasına satmak zorunda kalan, bin bir emekle kentleri doyuran bizler; açlığa mahkûm halde, kredi borçları ile iflasın eşiğine gelip, topraklarımızı satmak

zorunda kalanlarız.

Bizler toplumun tüm “normal” anlayışlarına karşı var olma mücadelesi veren, toplumun öteki olarak gördüğü LGBTİ+larız. Kimliğimizden dolayı işsiz kalan, hakarete uğrayan, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, yok edilmek istenen “öteki”leriz.

Bizler tüm ömrü boyunca çalışıp emekli olduğunda açlığa mahkûm olan emeklileriz. Emekli olana kadar bir ömür çürütüp sefaleti yaşayan, emekli olduğumuzda ise sefalet ücreti alanlarız. Bizler sermayenin en çok kurtulmak istediği, düzenin “maliyet hesabı” olarak gördükleriyiz.

Bizler bu topraklarda tarihi boyunca yok sayılan, Sivas, Maraş, Çorum başta olmak üzere defalarca katledilen Alevi emekçileriz. Faşizmin tekçi politikaları ile sürekli katliam riski ve ötekileştirme ile yüz yüze olanlarız.

Peki ne yapmak gerek? Tüm bu saydığımız bu iç karartıcı gidişatı nasıl değiştireceğiz? İşsizliğin, savaşların, kadın ve çocuk cinayetlerinin olmadığı, ırkçılık ve şovenizm ile halkların birbirine düşman olmadığı, milyonlarca emekçinin insanca yaşayabileceği günlere nasıl ulaşacağız?

Bütün bu yaşadığımız acılara ve yoksulluğa, halkın iktidarını kurarak son verebiliriz!

İş yerlerimizde, fabrikalarımızda, mahallelerimizde, okullarımızda örgütlenmeliyiz! Kendimizi ve geleceğin ülkesini yöneteceğimiz komite, konsey ve meclislerimizi kurarak doğrudan harekete geçmeliyiz.

Sorunlarımızın tüm kaynağı, sermaye düzenidir! Sermayenin baskıcı sömürü düzenine, bu faşist düzene son verelim. Sermayenin politik egemenlik aygıtlarını, tüm iktidarı yıkıp, emeğin iktidarını kuralım. Kendi iktidarımıza dayanarak tüm bankalara, tüm tekellere, tüm büyük topraklara,

büyük sermayenin tüm sömürü araçlarına, dış ticarete vb. el koyalım. Emperyalistlerle olan askeri, mali her tür anlaşmayı feshedelim.

İşte o zaman kurtuluşumuzun yolu açılmış olacak.