Leninist gelenekten olanlar için Küba, her zaman gidilip görülmesi gereken yerlerin başında gelmiştir. Fidel hayattayken gidip görebilmek, hele hele 1 Mayıs'ta Havana'da Devrim Meydanı'nda olmak ayrı bir mutluluk olacaktı kuşkusuz. Ne yazık ki, bu dileğimizi gerçekleştirme şansı bulamamıştık. Yine de şanslıydık; yaşarken hayallerimizin gerçek olduğu sosyalist bir ülkeye gitmek, birçoğumuz için pek mümkün olmuyor.
Uçak, Küba'ya gitmek üzere Moskova'daki Sheremetyevo Havaalanı'ndan kalktığında eminim ki, her birimizin içinde ayrı bir heyecan vardı. Kendi adıma ben, ilk defa bu kadar uzun sürecek bir uçak yolculuğuna çıkıyordum. İstanbul'dan Havana'ya Moskova aktarmalı uçuşlar yaklaşık 15 saat sürüyordu.
Uçak kuş bakışı Asya kıtasını terkettiğinde aklımda yer eden, Moskova'nın alabildiğine yeşilliğiydi. İstanbul'dan ayrılırken gördüğüm beton yığınağıyla kıyaslayınca, doğayı koruma konusunda en azından 70 yıl boyunca sosyalizmin kapitalizmden ne kadar ileride olduğunu görebiliyordum. Aynı şeyi daha sonra arabayla havaalanından kalacağımız eve giderken, Havana'yı gezerken, arabayla Havana'dan Santa Clara'ya giderken de hissedecektim.
Uçak Meksika Körfezi'ne doğru yaklaşırken yüzümü adeta pencereye yapıştırdım ki Küba'yı yukarıdan kuşbakışı görebileyim. Aklımda Nazım'ın "Havana Röportajı" şiirinden bir mısra dönüp duruyor: "Biliyorum bir cennet yemişidir Küba Adası Meksika Körfezi'nin sepetinde". Ama ne yazık ki, Adayı bir bütün halinde yukarıdan göremedim. Sonradan farkına vardım ki, Küba yüzölçümü büyük bir ada; öyle Marmara ya da Ege Denizindeki adalara benzemiyor!
Ve uçağımız Küba'nın uluslararası havaalanı Jose Marti Havalanı'na indi. Bu durumda ilk dikkat ettiğiniz, pistin düzgün, etrafın temiz, teknik ekipmanın yeterli olup olmadığı oluyor. Küba, bunların hepsinde gayet iyi bir durumda olduğunu ispatlıyor. Pasaport, vize kontrol ve bagaj işlemlerinden sonra, işte çıkıştayız. Bütün bu işlemlerin hepsi yarım saatten fazla tutmuyor. Havaalanında üzerinizde bulunan dövizleri konvertibıl peso (kuk) ile değiştirmeniz gerekiyor. Küba'da kuk ya da peso dışında herhangi bir parayla alışveriş yapma şansınız yok. Doları hiç bir yerde kullanamıyorsunuz, bankalarda kukla yarı fiyatına değişme dışında! Bu Küba devletinin yıllar önce dolarizasyonu yasaklamasıyla elde edilmiş bir sonuç; bankalarda en ucuz para dolar. İstediğiniz kadar dolara sahip olabilirsiniz; ama Küba'da bir işe yaramaz!
Havaalanı'ndan eve ya da eve yakın bir yere toplu taşıma aracı (otobüs) ile de gidebilirsiniz, kiralayacağınız eski model bir taksi ile de. '60 model bir taksi ile anlaşıyoruz. Araba nostalji yapmak isteyenler için çok şirin; ama her tarafından dökülüyor. Ve bu örnekle birlikte Küba'nın en yakıcı sorunuyla karşılaşmış oluyorsunuz: Abluka!
ABD'nin devrimden hemen sonra başlattığı ve diğer emperyalist ülkelerin de zımnen destekledikleri abluka, yaşamın her alanında hissediliyor; Küba'daki yoksunlukların temel nedeni... ABD, çıkarmış olduğu Helms Burton ve Toricelli yasalarıyla sadece Küba'ya ambargo uygulamakla kalmıyor, yabancı ülke ya da şirketlerin Küba ile ticari ilişki vb geliştirmesini de yasaklıyor. "Nasıl?" diye sorulabilir, Küba ile ticari ilişki geliştiren ülke ya da şirketlerle kendisi ticari ilişkilerini kesiyor. Bunu göze alamayan ülke ya da şirketlerin çoğu, Küba ile ticari ilişki geliştirmemeyi yeğliyorlar ve bu gangster yöntemiyle ABD istediğini elde etmiş oluyor.
Küba'nın bugün ticari ilişki geliştirebildiği ülkelerin sayısı parmakla sayılabilecek kadar az. Venezuela, Bolivya, Çin, İran ve Rusya bunların önde gelenleri... Bu ülkeler ABD ablukasını tanımıyor ve Küba ile ikili ticari ilişkiler geliştiriyorlar. Küba, dünya sosyalist sisteminin dağılması sonucu SSCB ile varolan ticaret hacminin nerdeyse tamamıyla sıfırlanması sonucu olağanüstü bir zor dönem yaşamıştı; ama özellikle Venezuela'nın yardımlarıyla bu zor dönemi aştıkları ve belli anlamlarda düze çıktıkları görülüyor. Daha önce bulunamayan petrol, gazyağı, çeşitli besin maddeleri artık bulunabiliyor. Yine öyle bol miktarlarda değil ama haftanın belli günlerinde belli marketlerde istenilen gıda ürünlerine ulaşılıyor. Ekmek, yumurta, süt, et yine belirli günlerde devlete ait marketlerde karne ile parasız dağıtılıyor.
Parasız olan bir şey daha var: Eğitim. Küba, okur-yazar oranını devrimden hemen sonra kat kat artırmış. Bugün okur-yazar olmayan neredeyse yok gibi. Bizim gittiğimiz günlerde okullar tatil olduğu için, buraları ziyaret etme şansımız olmadı. Halbuki, buradan giderken ihtiyaç olabileceğini düşünüp bol miktarda kuru boya ve suluboya almıştık yanımıza! Bunları çocuklara ulaştırmaları için oradaki dostlarımıza, yoldaşlarımıza emanet ettik. Böylece ablukayı kendi çapımızda olsa biz de delmiş olduk!
Ablukanın yarattığı yoksunluklar yaşamın her alanında hissediliyor. Ama sanırız en çok sanayii üretiminde ve yedek parça üretiminde görülüyor. Bir arabanın kolu kırıldığında yenisini almanız neredeyse imkansız. Ya da televizyonunuzun bir parçası bozulduğunda... Bu arada geçerken belirtelim, Küba'da elektrikli ev aletlerinin kullanımı bir hayli yaygınlaşmış (Bu gözlemimiz kaldığımız Havana'nın bir bölümü ve gittiğimiz Santa Clara'nın görebildiğimiz yerleriyle sınırlıydı). Yeni model büyük ekran televizyonlar, buzdolapları, mutfak eşyaları vb yavaş yavaş evlerde artmaya başlamış. Bu aylarda en çok kullanılan teknoloji ürünü ise herhalde vantilatörler. Sanırız bu durum, bizim ilk öğrendiğimiz İspanyolca kelimelerden birinin, ki ilki yanlış hatırlamıyorsam "hola"( merhaba) idi, neden "mucho calor"(çok sıcak) olduğunu açıklar... Gittiğiniz her yerde en az bir vantilatör görmeniz mümkün. Elektronik eşyaların tamamı yurtdışından ithal edilmiş; Küba, bunları henüz kendi üretebilecek durumda değil.
Bütün yoksunluklara rağmen Kübalılar, büyük bir özveriyle ablukaya direniyorlar. Evet, tamı tamına 60 yıldır Küba ablukaya direniyor. Bunu da sosyalist bilinçten çok yurtseverlik bilinciyle yapıyorlar. Yani devrimin temel sloganlarından biri olan "özgür vatan" düşüncesi, bütün Kübalıların ortak noktası olmayı sürdürüyor. Zaten Küba'ya baktığınızda bağımsızlık düşüncesinin günlük yaşamda ve ilişkilerde daha başat olduğunu görürsünüz. Sosyalizm-komünizm düşüncesi günlük yaşamda pek fazla hissedilemiyor. Yıllar önce İstanbul'da bir paneline katıldığımız Küba'nın o zamanki büyükelçisi Abascal, benzer bir şeyi, "Küba'nın henüz %30'u 'yeni insan'dır, yani komünisttir" diye ifade etmişti.
Küba elbette 60 yılda bu konuda epeyce çaba sarf etmiş olmalı; ancak bugün toplumun genelinde görülen anti-kapitalistlikten çok anti-emperyalist olma durumudur. Her yerde göze çarpan Jose Marti heykelleri ve büstleri de bu söylediğimizi doğruluyor. Elbette Karl Marx Tiyatrosu ya da Lenin Parkı'na da rastlıyorsunuz; ama bunlar Jose Marti büstü kadar yaygın değil. Fidel'in büstüne ya da heykeline ise rastlayamıyorsunuz bile; çünkü Fidel, bunu kesin bir dille reddetmiş. Che'nin bir halk kahramanı olduğunu, onun büstlerinin ve heykellerinin yapılabileceğini; ama kendisinin bir devlet adamı olduğunu ve buna gerek olmadığını yaşarken vasiyet etmiş. Ve görünen o ki, bu vasiyete hala uyuluyor. Bazı devlet dairelerinde Che'nin asılı resimlerine de rastlıyorsunuz; ama bunlar öyle resmi olarak çerçeveletilip asılmış resimler değil, Che'nin gülümseyen, doğal resimleri...
Görünen o ki, Küba halkı kendisini daha çok Jose Marti ile özdeşleştiriyor; onun düşüncelerini ete kemiğe büründüren ve bağımsızlığı kazanan, bunu sosyalizmle kaynaştıran ve bu bayrağı yere düşürmeyen lider olarak Fidel'i görüyor (Biz oradayken katledilişinin 61.yılı için ulusal yas ilan edilen Frank Pais'i de unutmamak gerekiyor) ve emperyalist-kapitalist sisteme karşı durmak bilmeden savaşan enternasyonalist bir savaşçı olarak da Che'yi kendisine örnek alıyor.
Devam Edecek...