Devrim/ bulutları kucağında taşıyan küçük bir çocuğun hızlı kalp atışıdır/ Ve gülümsemesidir umutlu/Dünyanın soluk alışıdır/Sokakların yeni bir güne uyanışı/Devrim/ işçilerin çatlamış ellerinde dalgalanan gelincik kızılı bayraklardır/ Ve silahların tiranların kapısına dayanışı/ Devrim tüm hesapların görüleceği arenadır.”

Böyle diyordu Nazım Akarsu. Evet hesabımız var sorulacak, kapılarına dayanıp dağıtılacak saltanatlar var. Açlığımız var umuda, kaygısız geleceğe, bilime, sevmeye, insanca yaşamaya. İşçi sınıfı gövdesini kıpırdatıyor. Homurtu ve gürültüleriyle ayağa kalkmaya hazırlanıyor. Vücuduna dokunuyor. Kendisini tanıyor gücünü test ediyor. Bir eli Flormar oluyor, diğer eli Cargill... Başka bir yerinde Sibaş’ı tanıyor. Bazen yaraları kanıyor. Kendisinden akan kana bakıyor; öfkesi homurtusuna karışıyor. Bu öfke bazen Tokat’ ta İşkur kurasında patlıyor. 6 aylık bir iş için 1500 kişi asgari ücretle işe alınacak başvuruya 9017 kişi başvurur. Hileli kura çekimi yaşandığını söyleyip feryat eder kadınlar: “Açım aç, ekmek istiyorum, çocuklarımı doyuramıyorum”. Temel ihtiyaçlarına yetmeyen bir maaş için, ölümü göze alarak iş başvurusu yapıyor. Ya işe alınıp kazalar geçirme tehlikelerini yaşıyor ya da işsizliğin bunalımında intiharlara, hiçliğe sürükleniyordu insanlar. Her yeni gelen yıl, bir öncekinden daha beter ağrılar ve sancılarla başlarsa ne olur?

İSİG’in 2019 Ocak ayı verileri yaşamımızın küçük bir özetidir. En az 155 iş cinayeti yaşanmış. En az diyoruz, çünkü bunlar; kayıtlara geçen ölümlerdir. Ölenlerin 111’i yetişkin erkek, 10’u çocuk, 11’i kadın ve 19’u göçmendir. En fazla ölüm nedeni zehirlenme/boğulma ezilme/göçük, trafik/servis kazası, kalp krizi ve yüksekten düşme. Daha 2019’un ilk günlerinde belki babamız belki annemiz, komşumuz, arkadaşımız iş yerinde sakatlandı, yaralandı. Donarak ölmemek için ateş yakıp, yanarak ölen işçilere ne olacak? Ne olacak; “sağ salim görecek miyim” diye kaygıyla geride bekleyenlere? Yemeklerden zehirlenerek, elektrik akımına kapılarak, donarak, yanarak ölenlere ne olacak, ölürken, açlıktan ve borçtan başka bir şey bırakamadığı çocukları ne olacak?

Bir yaprağın düşüşü gibi olağan bir şey mi işçi ölümü? Bir böceğin ezilişi gibi normal mi? Ki bizler karıncaların tek sıra yürüyüşünü gördüğümüzde basmamak için yolunu değiştirenleriz. Karınca gibi çalışan biz değil miyiz? Arı değil miyiz neden balımız bizim değil? Neden ürettiklerimiz bizim mutfağımıza, evimize, yaşamımıza giremiyor? “Burayı biz yaptık” diye gururla baktığımız viyadükün altında kalan işçi arkadaşlarımızı hatırlayıp yakmadık mı bir sigara. Çalışırken kopan parmağımızı işçi arkadaşımız saatlerce arayıp hastaneye getirmedi mi? “Bu parmağı takın yoksa işinden kovarlar” diyen dostlarımız yok muydu.

Vardı.

“Ayaklanmadıkça kimse bizi bir şeye saymaz” diyordu bir işçi. Haklıydı…

Hayır bir böcek gibi ezilmeyeceğiz. Sessizce açlığımızı bastırmayacak, köleliğimizi katmerleştirmenize izin vermeyeceğiz. Bizden kopardığınız her şeyimizi zorla alacağız ellerinizden. Ölümün soğuk nefesi patronlara çalışırken ensemizden eksik olmuyor. Öleceksek yaşamımızı değiştirmek için olmalı ve buna değmeli. Bir fırtına kopacak onu biliyoruz. Öyle bir fırtına ki, ya sendeleyeceğimiz yumruk yiyeceğimiz ya da zaferlerle dolu bir fırtına olacak üstelik. Zafer mi istiyoruz, intikam mı, hakkımız olanı mı, temiz ve güvenceli bir gelecek mi, merak ettiğimiz her şeyi öğrenebilecek kadar zamanımızın olduğu bir iş yaşamı mı, sevdiklerimizin sadece yaşlılıktan öldüğü bir dünya mı? Evet çok şey istiyoruz ve bunu yapabilecek gücümüz var. Dostlar yoldaşlar başaracağız, kazanacağız. Kişisel öne atılmaları örgütlü atılmalara çevirelim ve Denizlerin başlattığını biz bitirelim... Bulutlar yağmur yüklü, sert rüzgarlar yüzümüzü dövüyor. Haydi yoldaşlar, yürek ve bilinçle öne, en öne geçeceğimiz an işte bu andır.