Gazetenin köşe yazılarında uzun dönemdir tekrar tekrar üzerinde durulan olgular her gün yaşananlarla doğrulanıyor. Politik ve pratik alandaki gelişmeler ve yaşamın kendisi tespitlerimizin ne derece sağlam bir zemine oturduğunun göstergesi. Tam ilhak süreci sonuçlarıyla beraber işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamlarını altüst etmeye, işsizlik ve hayat pahalılığı yığınların öfkesini tek merkeze doğru sıkıştırmaya devam ediyor. Farklı iş kollarında neredeyse her gün gelişen iş yavaşlatma, durdurma ve direnişlerle büyük patlamanın emareleri gün gün birikiyor.
Son birkaç ayı gözden geçirdiğimizde yüz binlerce işçinin işten atıldığını, inşaat işçileri başta olmak üzere pek çok sektörde işsizlerin iş bulma umutlarının neredeyse yok olduğunu, daha gün doğmadan İşkur’ların önüne binlerce işsizin akın ettiğini görürüz. Kamu kurumlarına alınacak mevsimlik geçici işler için bile yüzlerce, binlerce işçinin adeta ablukaya aldığı başvuru merkezleri ve iş kuyruklarında "açız aç!" feryatlarının yükseldiğine şahit oluyoruz. Gün geçmiyor ki ataması yapılamayan bir eğitimcinin, iş bulamayan bir işçinin yaşamına son verdiği haberini almayalım.
Üretime "devam" eden fabrika ve işletmelerin çoğunda mesailerin kalkmakta olduğu görülüyor. Aldıkları düşük ücretlerini her fırsatta fazla mesaiye kalarak aşmaya çalışan işçiler yeni yılda zam beklerken eski kazandıklarını da kaybetmiş oldular. Ellerine geçen ücretler açlık sınırının altına doğru hızla düşüyor. Bazı fabrikalarda yılbaşında belirlenen asgari ücret bile verilmedi. İşçilerin hesaplarına yatan yeni asgari ücretlerden eskiye düşecek kadar miktarı patronlara iade ediliyor.
Tüm bunlar ve daha da sayılabilecek gelişmeler işçilerin huzursuzluklarını giderek yoğunlaştırıyor. İşten atılma kaygısıyla baskılara dayanabildikleri son ana kadar dayanarak tepkisiz kalmaları anlaşılır bir durum. Bu durum işçiler açısından teslim olma değil, "son kanlı kavgaya" kadar tutunma halidir.
Son yıllarda dinci-faşist iktidar ve onun başına-karşı devrimci yığınların biriktirdiği, farklı neden ve şekillerde açığa çıkan öfke ve hoşnutsuzluk, yaşanmakta olan ekonomik ve politik çöküşle birlikte ortaklaşıyor. İşçilerin, işsizlerin, emekçilerin günlük yaşamlarını yangın yerine çeviren hayat pahalılığına ve işsizliğe karşı gelişmekte olan tepkinin daha merkezi biçimlerde ve güçlenerek yaygınlık kazanacağını görüyoruz. Devrimci işçiler olarak işçi sınıfı ve işsizler içinde çalışmamızı kat be kat arttırmak zorundayız.
Kendiliğinden veya çeşitli çevrelerin çağrılarıyla oluşmakta olan birlik, platform ve meclislerde gözle görülür artış yaşanmakta. Bu oluşumlar EYT toplantılarında olduğu gibi binleri harekete geçiriyor. Fakat bu toplantılar genel olarak ya dikkate alınmıyor veya gidilmeye değer bulunmadığından devrimci işçilerin gündemine giremiyor. Farklı iş kollarından işçileri bir araya getirmek için ortaya koydukları taleplerde kendilerini ve geleceklerini bulacakları araçları yaratmak ve bu araçları elle tutulur odaklar haline getirmek günlük çalışmamızın merkezine oturmak zorunda.
Bugüne kadar işçi sınıfının eylemlerinde baraj görevi gören sendikaların tabandan örgütlenmelerle zorlandığını görüyoruz. Sendikal örgütlenmeden dolayı işten atılan bir kadın işçi, "bütün patronlar bilsin ki, işçi sınıfı patronları yenecek" diyor. Başka bir yerdeki işçi "biz eyleme başladığımız günkü biz değiliz, çok şey öğrendik, geliştik" ifadelerini kullanıyor. Flormar'dan Cargil'e tüm direnişlerde sendikal bürokrasinin uzlaşmacı geri tavrının işçiler tarafından, eylemin öğreticiliğiyle ve özgüveniyle hızla aşıldığını görüyoruz. Önümüzdeki günlerde işçilerin sendikaları tabandan zorlayarak, sendikalara rağmen onları peşlerinden sürükleyecekleri günler olacaktır. İzmir'de hayatı durduran belediye işçilerinin eyleminde ve diğer eylemlerde gördüğümüz budur.
Sendikalı ve sendikasız pek çok işyerinde öncü ve ileri işçilerin örgütlenmede yeni arayışlara girdiği görülüyor. Oluşmuş olan ve oluşum içindeki bu mücadele araçları kendilerine verdikleri isimlerden bağımsız olarak komite örgütlenmelerinin örnekleri, konsey örgütlenmelerinin nüveleridir. Bu oluşumlar içindeki çalışmalar, darlığa, günlük hesapların içine düşmeden sürdürüldüğü sürece sonuç alıcı olacaktır. "Dar olsun benim olsun", "benim sözüm mutlaka kabul görmeli" tavrı kısa vadede etkili gibi dursa da uzun vadede ileri işçileri içine alma ve devrimci programı onlara taşıma olanağını ortadan kaldırır.
Dönemin ihtiyacı, gelişmekte olan sınıf hareketine canlı ve organik bağlarla bağlanmış, sınıfın ileri unsurlarını bir araya getirecek, onları kendileri için mücadeleye taşıma yeteneğindeki organlardır. Devrimci işçiler bu çabaların ve arayışların içinde oldukları sürece ilişki ağının genişlediğini, güçlendiğini görecektir.
Tüm devrimci işçiler, eylem alanlarındaki militan ve örgütlü tavırlarını çalıştıkları fabrika ve üretim alanlarına çevirerek tüm enerji, birikim ve zekalarıyla buralarda derinleşmek zorundadır. Devrimci program işçilerle tartışılarak ve sınıfın gündemine sokularak hayat bulabilir. İşçilerin sosyalizme dair özlemlerinin uzlaşmacı ve reformist çevrelerce devrimcilerle buluşmasının engellenmeye çalışılması kaçınılmaz. Bu çevreler devrimci düşünceleri sessizliğin veya görmezliğin fesadıyla boğmaya çalışıyorlar. Küçük burjuva çevrelerin sonu gelmez tartışmalarında devrimci istekler ufalanıyor. Devrimci işçiler, kitleleri devrimden uzaklaştırmaya çalışan bu kesimlere karşı mücadele etmenin tek yolunun işçilerin içinde onlara karşı mücadele etmek olduğunu bilmelidir.
Leninizmin programı işçilerin, işsizlerin, yoksul ve topraksız köylülerin programıdır. Hak ettiği değeri onların arasında bulacağı gibi onların gözünde ve gönlünde onaylanan, kabul gören bu program gerçek anlamda yenilmez olacak, zafere ulaşacaktır.
İnan Çelik