Hiç şüphe yok, tarihi bir süreçten geçiyoruz. Yaşananların 3.Dünya Savaşı olarak ifade edilmesi gerektiği, artık sadece Leninistlerin söylediği bir şey değil; birçoklarınca kabul ediliyor.
Yaşanan tarihi sürecin en ciddi gelişmeleri Türkiye ve Kürdistan'da yaşanıyor. Egemen sınıfın temsilcilerinin "beka sorunu" olarak ifade ettikleri şeyi, olaylara devrimci bakış açısıyla bakanlar "devrimci durum" ya da "devrim süreci" olarak ifade ediyorlar.
Faşist devlet, tüm gücüyle başının üzerinde dönüp duran devrim tehlikesini ortadan kaldırmak istiyor. Öyle ki artık burjuva muhalefete dahi tahammülü kalmamış durumdadır. Ekonomik ve siyasi krizin her geçen gün derinleşmesi, durumu anlamamızı kolaylaştıran göstergelerin verdiği sinyaller, Türkiye tekelci kapitalizminin yapısal bunalımdan çıkmak şöyle dursun, her geçen gün daha büyük bir batkının içerisine girdiğini gösteriyor. En son tamtakır olan Hazine için "yaşam suyu" olarak el konulan "Yedek Akçe Fonu"nun da herhangi bir derde deva olamamasından dolayıdır ki, şimdilerde "kafası kesilmiş tavuk gibi" ne yana gideceklerini bilemiyorlar. Onlar için en kötüsü de asıl büyük krizin kapıda olması!
Bu durumdan çıkışın bir yolu olarak düşünegeldikleri, işgal ve ilhak politikası ise günden güne daha çok sarpa sarıyor. TC devleti Cerablus, El Bab, Azez ve Afrin'i işgal etmiş durumda zaten. Büyük bir hevesle bu işgali Rojava ve Güney Kürdistan'ın her tarafına yaymak istiyorlar. En son ABD ile anlaştıkları 5 km'lik alanda bir "Güvenli Bölge" oluşturma planı da öyle görünüyor ki, faşist devletin kabaran iştahını azaltmıyor. Çünkü çok üzerinde durdukları "sahada olmak", onlara astarı yüzünden pahalıya gelecek bir durum yaratıyor. ABD ile ortak oluşturdukları Harekat Üssü'nde kimin sözünün geçeceğini bütün dünya biliyor.
Bu arada Astana görüşmelerinde Türkiye'ye verilen İdlib'i temizleme görevini Türkiye bilerek sürüncemede bıraktığı, dahası buradaki cihatçı güçlere alan açtığı için, Suriye "iş başa düştü" diyerek bu işi kendisi halletmeye başladı; İdlip'te temizlik sürüyor. Suriye ordusu İdlib’i parça parça kuşatıyor ve eğer başlamış olduğu çemberi tamamlarsa, bu çemberin içinde sadece cihatçı çeteler değil, aynı zamanda Türk gözlem noktaları da kalacak. Bu da Rusya'nın dengeleme çabalarına karşı dananın kuyruğunun nereden kopacağının belli olmayacağı anlamına geliyor.
TC devletinin içte ve dışarıda savaşı geliştirme doğrultusunda attığı adımları, "AKP-MHP Faşizmi"nin icraatları olarak değerlendirenler, devletin faşist karekterini bilerek ya da bilmeyerek gizlemiş oluyorlar. Ve ister istemez burjuva muhalefete yedekleniyorlar. Bunların önemli bir kısmı, umutlarını AKP'den ayrılanların kuracağı söylenen yeni partiye bağlamış durumdalar. Bu partinin (ya da partilerin) AKP'nin oylarını böleceği üzerinden hesap yapanların ufku her dönem olduğu gibi sandıkla sınırlıdır. AKP'yi sandıkta geriletme politikasına kendilerini o kadar kaptırmış durumdalar ki, AKP'nin "majestelerinin muhalefeti"nin zorlamasıyla "yeni bir çözüm süreci" başlatacağı beklentisindeler.
TC devletinin "çözüm"den ne anladığı ise MİT müsteşarının söylediği savlanan "PKK'yi önce zayıflatacağız; sonra çözeceğiz" sözünde sırıtıyor. "Çözüm" beklentisi içinde olanlar ya da hiç usanmadan "Anayasal Hayaller"e kapılanlar, "aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünen" faşist devletin payandası olmaya ahdetmiş durumdalar. Sanırız onlara bir bütün halinde devlet partilerinin "Erken seçim filan yok" demelerinin altında yatan gerçeğin bir savaş hazırlığı olduğunu hatırlatmak da kâr etmeyecek.
Bütün bu gelişmeler gözönünde bulundurularak Leninistler, önümüzdeki tarihsel sürecin ağırlıklı yükünün kendi omuzlarında olduğunu bilerek hareket etmek zorundadır. Önümüzdeki süreç, ne bir "barış süreci" ne de "direniş süreci"dir; apaçık bir şekilde görülüyor ki, savaş ve devrim süreci iç içe geçerek ilerlemeye devam edecektir.