Haziran 1992’de 108 devlet başkanının da dahil olduğu 172 Hükümet, Rio de Janeiro’da Dünya Zirvesinde bir araya gelmiştir.
Bu toplantıda “atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde tutmayı başarmayı” hedefleyen ilk uluslararası anlaşmayı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini ortaya çıkarmıştır. Özellikle, sanayileşmiş ülkeler sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerinin altına düşürme sözü vermişlerdir.
Bu anlaşma ve bunu takip eden Kyoto Protokolü acınacak şekilde başarısız olmuştur. 25 yıl boyunca dünyanın belli başlı politikacıları güzel demeçler ve sözler vermiş ancak daha sonra her zamanki gibi işlerine devam ederek büyük riyakarlıklarını ve insanlığın geleceğine ilişkin kayıtsızlıklarını gösterirlerken iklim değişikliği de felaket boyutuna doğru hızlanmıştır. Bugün küresel emisyonlar 1990 seviyesinden % 60 daha yüksektir.
Ancak bir istisna mevcuttur. Rio’da yüksek sesle konuşarak bir an evvel acil müdahale çağrısında bulunan ve sürdürülebilir, düşük emisyonlu kalkınma için pratik politikaların uygulanmasını desteklemek üzere ülkesine dönen bir devlet başkanı Fidel Castro’dur.
Fidel, 1992 Dünya Zirvesinin genel oturumunda yaptığı kısa konuşmasına lafını esirgemeden krizin tanımıyla başlamıştır; “doğal yaşam koşullarının hızla ilerleyen bir şekilde tahrip edilmesi nedeniyle önemli bir biyolojik tür yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır: İnsanlık. Durdurmanın neredeyse çok geç olduğu bir zamanda bu problemin farkına vardık.”
Krizin sorumlusu olarak doğrudan emperyalist ülkeleri göstermiş ve acil eyleme ihtiyaç olduğu uyarısıyla konuşmasını bitirmiştir: “Çok uzun bir süre önce yapmış olmamız gerekeni yapmak için yarın çok geç olacaktır.”
1992 Dünya Zirvesinden sonra sadece Kübalılar sözlerine ve taahhütlerine uygun olarak davranmışlardır.
Küba “mevcut ve gelecek nesillerin hayatta kalması, sağlığının ve güvenliğinin temin edilmesi ve insan yaşamının daha rasyonel kılınması için sürdürülebilir ekonomik ve sosyal kalkınmanın” önemini tanımak adına anayasasını değiştirmiştir. Değiştirilen anayasa, devlet kurumlarının, Halkın Gücüne bağlı il ve belediye temsilciliklerinin çevresel koruma uygulaması ve yürütmesini mecbur kılmıştır. Ve anayasada şöyle demektedir. “Suların, atmosferin korunması, toprağın, flora ve fauna ile doğanın tüm zengin potansiyelinin korunması vatandaşların görevidir.”
Kübalılar az gübreli tarımı benimsemiş, gıdanın nakil mesafesini kısaltmak için şehir tarımını teşvik etmiştir. Tüm ampulleri florasanlar ile değiştirilmiş ve her aileye etkin enerjili pilav pişirme makinesi temin edilmiştir. Ağaçlandırmayı arttırarak adanın ormanlık alanlarını iki mislinden daha yüksek bir orana, 2016’da % 30,6’ya çıkartmışlardır.
Bu projeler ve buna ilaveten birçok projenin neticesinde 2006’da Dünya Yabani Yaşam Fonu- Yaşayan Gezegen Raporu CWWF- Living Planet Report) Küba’nın dünyada sürdürülebilir kalkınma için gerekli kriterleri karşılayan tek ülke olduğu sonucuna varmıştır.
Buna karşın sera gazı emisyonlarının büyük çoğunluğundan sorumlu olan ülkeler, iki yoldan birini seçmiştir: Bazıları faaliyetlerini örtbas etmek için sözde desteklerini vermiş ancak uygulamada ya çok az şey yapmış ya da hiçbir şey yapmamışlardır. Diğerleri önlem almalarının gerekli olduğunu inkar etmiş veya çok az şey yapmış ya da hiçbir şey yapmamıştır. Sonuç olarak Fidel’in bahsettiği yarına, çok geç olan yarına, çok yakınız.
NEDEN KÜBA?
WWF Küba’nın başarılarını dürüst bir şekilde raporlamış olduğu için takdiri hak etmektedir ancak, bir sonraki mantıklı soruyu yöneltmekle ilgili başarısız olmuştur. Neden Küba istisnaydı? Neden Karayipler’de küçük bir ada cumhuriyeti diğer ülkelerin yapamadığını yapabilmiştir?
....
Havana Limanını temizlemek üzere yola çıkan Küba Devrimi liderlerinden, Armanda Choy, Küba’nın ekolojik dönüşümünün başarısı ile ilgili şu açık ve etkileyici açıklamayı yapmaktadır:
“Bu sistemimizin sosyalist özellikte ve yükümlülüğünde olması ve devrimin en üst düzey liderlerinin kısır bireysel çıkarlar ve hatta basitçe Küba’nın ulusal çıkarlarını gözeterek değil, dünya gezegeninde yaşayan insanlığın çoğunluğunun çıkarlarını göz önünde bulundurarak hareket etmesi sayesinde mümkün olabilmiştir.” ...
General Choy’un yorumları bana Kapital’den bir bölüm hatırlatmıştır, tek başına Marksizmin ekoloji ile ortak hiçbir noktasının bulunmadığına yönelik iddiaları çürüten bir paragraf. Karl Marx şöyle yazmıştır:
“Tüm toplum, bir ulus ya da eş zamanlı olarak mevcut tüm topluluklar dahil, dünyanın sahibi değildir. Basitçe işleyicisi, faydalanıcısıdırlar ve devam edecek nesillere daha gelişmiş bir durumda vasiyet bırakmakla yükümlüdürler...”
Bu noktayı açıkça ifade eden bir sosyalist kuruluşa hiç rastlamadım, ancak Marx’ın bu sözleri sosyalizmin temel hedeflerinden birinin, iyi atalar olmak için insanların bilinçli hareket ettikleri bir toplum inşa etmek olması gerektiğini kastetmektedir. Kapitalizmin düzeltilemez kısa dönem kazançlara odaklanmasına karşıt olarak sosyalist bir toplum, torunlarımızın ve onların torunlarının ihtiyaçlarını düşünmeli ve bu ihtiyaçlara uygun olarak hareket etmelidir.
Kübalıların uygulamada yaptığı da budur. Gelecek için daha iyi bir dünya inşa etmek için bugün önlem alınması fikri Fidel’in ilham verici 1953 konuşması “Tarih Beni Aklayacaktır”dan (History Will Absolve Me) bu yana Küba devrimci hareketinin bir teması olmuştur. Gelecek nesillere karşı olan yükümlülük yakın zamanda verilen adıyla Küba Devriminin yeşillendirilmesinin merkezinde olmuştur. Küba halkı sadece gelecek dünyalılar için değil aynı zamanda tüm dünyadaki gelecek nesiller için iyi birer ata olma amacına sadece sözde değil, uygulamada da bağlıdırlar.
Not: Bu yazı İan Angus’un “Yeşil Daha Kızıl Tonu” kitabının bir bölümünden kısaltılarak alınmıştır. İklim Krizine karşı Fidel’in, Küba’nın bakışını öğrenmek için önemli bir yazıdır. Başlığı tarafımızdan konmuştur.