Ve Yola Çıktı Leninist Gerilla
Savaş başlamadan bir gece önceydi. Sabotaj çalışması için her gece olduğu gibi hazırlıklarımızı yapıp çalışmaya çıktık. Gece geç saatlerdi.
Çalışmamızın bitmesine çok vardı daha. Haber geldi. ‘Acil noktaya geri dönün’ çağrısı... Serekaniye'de bir kişi bile dışarıda değildi. Tüm şehir ölüydü sanki. Noktaya geldiğimizde ihtimaller tartışılıyordu. Savaşın başlaması ihtimali… Talimatları bekliyorduk. Tüm gece telsizler açık kaldı. Hazırlıklar ve son kontroller yapıldı. Gerisi artık bir kıvılcıma bakıyordu!
Tarihlerden 9 Ekim 2019. Sabah saatleriydi. Göreve çıkmıştık. Noktamıza doğru dönmeden 1 saat önce Serekaniye girişinde taburdan bir yoldaşı araba ile hızlıca Serekaniye'ye girerken gördüm. Endişe duygusu içinde kendi kendime düşündüm. Acaba bir şey mi olmuştu? Bir yoldaş rahatsızlanmış, birisine bir şey mi olmuştu. Eğer olsaydı haberimiz olurdu dedim içimden ve mantıklı tek bir cevap geliyordu aklıma. Savaş başlayacaktı!
Tam da aklımdan geçen başıma geldi diyebilirim. Saat 16.00'da ilk uçaklar kalkışlarını yapmış, ilk bombalarını bırakmışlardı Serekaniye çevrelerine. Bize de gelene hoş geldin demek düşüyordu.
Savaş uçakları sortilerini yapıyor Serekaniye çevresindeki askeri noktaları vuruyordu. Telsizlerimizi açtık. Tekmil dinlemeye başlamıştık. Nasıl hareket edeceğiz hepsi önceden belli idi. Talimat gelir gelmez cevap vermeye başlayacaktık. Noktamıza gittik, eşyalarımızı aldık. Yükümüzü hafiflettik. Sadece ihtiyacımız olabilecek malzemeleri aldık ve çıktık yola. Serekaniye girişine 2-3 km uzaktaydık fakat nafile. Girmek imkansızlaşmıştı neredeyse. Kilometrelerce uzanan araba kuyruğu… TC ve çetelerinden kendini ve ailesini kurtarmak isteyen herkes dökülmüş sokaklara.
Biz, bir avuç savaşçı kilometrelerce uzanan insan selini yarıp geçmeye ve artık bir cephe hattı olan Serekaniye'ye ulaşmaya çalışıyorduk. Bu uğraş tam 2 saat sürmüştü. 16.00'da vuran uçaklar çoktan üslerine dönmüş ve üzerimize atacakları yeni dehşet parçalarını yüklerken bizler daha yeni ulaşıyorduk Serekaniye merkezine. Çarşıda artık in cin top oynuyordu. Rojava savunmasına gönül vermiş ve canını hiçe sayacak olan onlarca savaşçıdan başka kimsecikler yok Serekaniye merkezde. Bir kaç yaşlı aile ve yurtsever gençler dışında.
Her şey hazır yanıp tutuşuyoruz cevap vermek için, savaş çığlıkları yankılanıyor Serekaniye içinde. Ji bo Serekaniye… Şer, Şer, Şer!.. Serekaniye'den Yaşar Bulut Karargahına dek her yerde aynı yürekle haykırıyoruz. İlk gruplar ön hatlara gitmeye başlıyor. Akşam saatleri olmuş. Faşist Türk devleti halkı korkutmak ve çıkartmak için yaptığı oyunda başarılı olmuştu. Şehir boşalmış ve artık sadece iki eşitsiz güç karşı karşıya kalmıştı. Onbinlerce çete ve destekçisi Türk ordusu, karşısında ise hepi topu savaş boyunca 200-300 kişiyi geçmeyen koca yürekli savaşçılar. Ve dillerinde Şervano… Cephe Komutanı Heval Şervan uzun bir konuşma yapıyor telsizden. Talimatlara uyulmasını istiyor. Kafasında savaşı tasarlamış, cesaret veriyor sesi ile savaşçılarına. Ya kazanacağız Ya kazanacağız! An Serkeftin An Serkeftin!
Savaş resmiyette başlamıştı ama gece sessiz idi. Keşifler dolaşıyordu. İşgalciler gece hareket etmemeye yemin etmişlerdi sanki. Bekliyorduk gelmekte olanı. Yakınlarda bir noktada katyuşa için uygun yer bulduk. 2 kaideyi hazırladık hemen. Devreler bağlandı. Her şey tamam. Noktanın kapısına doğru gidiyoruz. Elimizde bisküviler var. Nöbetçi amcada ise çay. Birlikte yiyip içiyoruz. Komutandan talimat bekliyoruz bu arada. Bizzat kendisi geliyor. Ateşliyor Katyuşaları. Türkiye tarafında hedeflediğimiz komando noktasını vuruyoruz. İçimiz alev alev oluyor. Savaşın sıcaklığını iyice hissetmeye başlıyoruz artık.
İlk gece sinema atölyesinde görevli arkadaşların evine dinlenmeye gittik. Gece hoş geçen bir sohbet tutturmuştuk. Katalonyalı bir arkadaş vardı evde. Bizlere Katalonya’yı anlatıyor, biz ise Avrupa ve İspanya üzerine görüşlerimizi tartıştırıyorduk. Sohbet aralarında telsizden geçilen tekmillere kulak kabartıyor, savaşın gidişatını takip ediyorduk. Sıcak alanı bilen insanların yanında olmak herhalde merak duygusunu canlandırıyordu Katalonyalı arkadaşımızda. Bize sürekli sorular soruyordu. Kıt kanaat İngilizcem ile doyurucu cevap vermeye çalışsam da, o daha fazlasını merak ediyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar süren sohbet yormuştu beni. 1-2 saatlik dinlenme fırsatının ardından tekrar savaşın sıcak atmosferine bıraktık kendimizi.
Obüsler ve havanlarla artık resmen başlamışlardı. Karanlıkta gümbürdeyen sesler, sürekli havayı delen bir şey. Bazen yakınına düşen, bazen korkutucu şekilde uzağına düşen havanlar. Uzağa düşmesi korkutucu şey, çünkü ne olduğunu bilmemek vahim bir duygu.
10 Ekim günüydü. Artık gündüz olmuştu ve çete sürülerinin hareket zamanı gelmişti. Hani oyun konsollarında düşmanı vurursun da hala üstüne onlarcası gelmeye devam eder ya, işte öyle bir oyun gibi idi. Panzerleri, içindeki çeteleri, obüsleri bitmek bilmiyor, her zaman arkasından bir yenisi geliyordu. Savaşın karmaşası içerisinde ise kimin nereden geldiğini nasıl geldiğini bilemiyorsun. 2. gündü tahminen. Serekaniye’nin tarih yazılan bir mahallesi olan Hawarna mahallesinde idik. Yorulmuş gözlerle bir evin çatısından gözlem yapıyor ve dinleniyorduk. Amaç yeni bir sabotaj eylemi ile çetelere darbe vurarak geri çekilmekti. Bir yoldaşın telsizden seslendiğini duyduk. Bulunduğumuz yerin hemen arkasında 150 kişilik bir çete grubunun olduğunu, geri çekilmemiz gerektiğini söylüyordu. Geri çekildik ve merkeze gittik. O anda daha önce özel bir çalışma yaptığımız alana çetelerin girdiği tekmili geldi. O anki heyecanın verdiği coşku hiç bir şeyde yoktur tahminim. Telsizi ilk defa bu kadar istekli elime aldığımı ve tuşlarına bastığımı hatırlıyorum. Hedef çetelerdi sonuçta…
Savaşın başlangıcı her zaman bir kaos oluşturur. Bu kaosu yaklaşık 2 gün yaşadı Serekaniye. Çekileni, kaçanıyla, yerini terk edip ön hatlara gideniyle, cengaverlik yapanın dizginlenmesi, korkanın ise cesaretlendirilmesiyle tam 2 ya da 3 gün uğraşmıştır Serekaniye komutanlığı. Ama yine de bu süre zarfında bir kademe ilerleyemeyen TC ve çeteleri, girdikleri TC sınır kapılarına kadar kovalanmış, hatta TC de tosuncuklarının kaçmasını engellemek için sınır duvarlarını kapatmıştı. Bunun verdiği özgüvenle savaşçıların moralleri doruklara çıkmıştı.
Savaş başlamadan hemen önce görevde tanıştığım iki kadın heval vardı Dijwin Qamışlo ve Nuhal Cudi yoldaşlar. Çok sonradan öğrendim ki ölümsüzleşmişler. Kadınların savaştaki öncülüğünü yapan iki yürekli insandılar. İlgimi çekmişlerdi ikisi de. Savaşın daha başında kendilerine ait araçla sürekli hareket halindeydiler. Bir konuşmalarına şahit oldum. Koordineye soruyorlardı. Düşman panzerle geliyor elimizde füze var mı? Füze atmak istiyorlardı. Biri suikastçı biri füzeci idi. Koordineden cevap geldi: Elimizde füze yok biswing atın. Hayır demediler, elde ne varsa onlar ile savaşıyorlardı. Düşmanı defalarca darbelediler. Defalarca cehenneme gönderdiler çeteleri. Kanıtladılar emekçi kadının, savaşçı kadının kirli beyinlere karşı üstünlüğünü. Gülüşleri bile yeterdi ya çetelerin kaçmasına, onlar gülüşleri ile yetinmediler. Yürüdüler düşmanın üstüne üstüne. Nuhal yoldaşın ölümsüzleştiğini duyuran bir video izledim savaş sonrası. Serekaniye içerisinde özgür kadının yere bastığı güç ile basıyordu toprağa. Sırtında M16'sı. Gülerek ‘kazanacağız’ diyordu. Dijwin hevalin görüntülerini ise ondan sonra izlemiştim. Kendisini çeken kameradan habersiz mevzisinde düşman gözlüyor. Yaptığı işe sadık ve ciddi. Sonra kamerayı fark ediyor ve gülümsüyor. Bir kere o gülüşü gören insan bir daha asla unutamaz. İşte böyle düşmana darbe vuruyorlardı ve yer ettiler Leninist savaşçının anılarında, kalpleri, gözleri ve gülüşleri ile güzel insanlar.
Motorlu doçkacılar çıktı bir anda karşımıza. Biliyorduk motorlu doçka yapıldığını fakat kullanıldığını görmek heyecan vericiydi. Genç bir arkadaş vardı motorun üstünde. Heyecanı hareketlerinden belliydi. Bize bile heyecan veriyordu. Sürekli düşmanın üstüne gidiyor, geri geliyordu. Defalarca tekrarladı savaşçı bunu. Fakat bir eksik vardı Leninist savaşçıya göre. Bu savaş şehir savaşı idi. Savunma da en iyi roket ve füze ile yapılabilirdi. Bir de motorlu biswingçiler ya da korkot füzesi atacak birimler olsaydı tamamdı. Eksikleriyle darbeler vurmaya devam ediyordu birimler. Dillerde Şervano ile…
Sabah saatleri idi. Koordine noktasına yakın bir yerde oturuyordum. Bir heval geldi yanıma konuşmaya başladık. Türkiye’den bir devrimci olduğumu anlayınca bana yoldaşlardan birisinin ismini sordu. Meğersem bizim yoldaş ile aynı akademiden mezun olan bir hevalmiş kendisi. Sarılıp kucaklaştık, hiç tanımıyorduk birbirimizi. Gerekli de değildi zaten. Savaşçıların kucaklaşmasını, yüreklerin sıkılaşmasını sağlayan şey aynı ruh ile aynı şey uğruna silahı eline almaktı. Sadece duyguların açığa çıkması, sıcaklığı yaratan bir kıvılcım yetiyordu bize. Bazen bu sadece bir bakış olabilir, bazense sadece bir ismin zikredilmesi. Her şey bir şey içindi: 'Serekaniye!
Artık her şey rayına oturmaya başlamış koordine bizlere yeni görevler vermeye başlamıştı. Yine o tarih yazılan mahallede Hawarna'da sabotaj eylemi gerçekleştirecektik. Gece 12 oldu. Göreve çıkıldı. Sınıra doğru gidildi. Hazırlıklar tamam suikastçı koruması altında sızmalı şekilde sınır duvarına yakın tarafa doğru mahallenin çıkışında çalışıyoruz. Bir elimizde şemsiye bir elimizde silah. Sırtımızda çantalarımız içi tıka basa dolu. Keşfe yakalanıyoruz ve 2 şemsiyeyi birleştirip kendimize korunaklı bir alan yaratarak yarı uykulu beklemeye başlıyoruz. Gece artık aydınlanmak üzere olmalı ki keşif gidiyor. Sırayla işimizi yapmaya başlıyoruz. Sırayla sızma yapıyoruz gerçek anlamda, sınır duvarına karşı. Sabaha karşı bitirilen görev sonrası dönüşte ise tekmilini alıyoruz: 2 panzer imha edildi.
Devam edecek…
Günce'nin tamamına www.leninist.net sitesinden ulaşılabilir.