“Büyük İstanbul Depremi” üzerine uzunca bir süredir konuşuluyor. Profesör düzeyindeki deprem uzmanları sürekli ikazlarda bulunuyorlar; kırılgan fay hatlarında epeyce bir enerjinin biriktiğini vurguluyorlar. Yani yarın birilerinin “takdir-i ilahî” diyerek işin içinden sıyrılmayı düşündükleri meseleyi bugünden gündemde tutmaya çalışıyorlar.
Deprem uzmanları niçin ikazlarda bulunuyorlar? Çünkü özelde İstanbul’un, genelde Türkiye’nin depreme hazırlıklı olmadığını, bu haliyle depreme yakalanırsa can kaybının çok olacağını biliyorlar. Depreme karşı binaların sağlamlaştırılması gerektiğini; çürük binaların tespit edilerek yıkılması en azından boşaltılması gerektiğini söylüyorlar. İnsanların deprem konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini döne döne vurguluyorlar.
Peki onları, yani bilim dünyasının söylediklerini ciddiye alan var mı? Ne yazık ki, depreme karşı alınması gereken önlemler, siyasi iktidarın gündemini Ayasofya’nın minberine kılıçla çıkmaktan daha fazla işgal etmiyor.
Burjuvazi çekildiği güvenli köşklerde, yalılarda, saraylarda kendine bir şey olmayacağını, “takdir-i ilahi”nin yoksulları, yani işçi ve emekçileri, işsizleri vuracağını pekala biliyor! O nedenle göz göre göre gelen depreme karşı umursamaz davranabiliyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler, “yeryüzünün lanetlileri” olası bir depremde “kazazade” olmamak için onların hayatına karşı umursamaz olan sermaye sınıfını şimdiden toplumsal bir depremin altında bırakmak için harekete geçmelidir.