Marksizmi dünyayı değiştirme eyleminin bilimi olarak görmesek, marksizmi aşan küçük burjuva teorisyenlerin emekçilerin mücadelelerine yaptıkları katkılara bakıp da keyiflenebilirdik. Ne de olsa tüm insanlığı böyle derhal kurtaracak katkılar en son 17. yüzyıl ve 18. yüzyıl ütopiklerinin yaptıkları şeylerdi.
Akla ve duygulara hitap ederek insanlığı ortak erdemlerde buluşturarak kurtaran ütopik sosyalizm düşüncesi her ne kadar bilimsel sosyalizmin kazdığı mezara defnedilmiş olsa da ara sıra o mezarı eşeleyenler "bir çözüm buldum" edasıyla ortaya çıkıyorlar. Aradaki fark, ilkinde trajedi olanın ikincisinde komedi olması oluyor. Marksizmin laneti de bu olsa gerek; işçi sınıfı ve emekçi halkların her devrimci dönemde ayağına yapışan bu cesede tekrar ve tekrar ölü olduğunu hatırlatmak.
Şimdi Marksizmi aşan bu teorisyenler yeni bir demokrasi peşindeler. Çünkü eskiden sundukları demokrasi talepleri, 12 Eylül anayasasının kaldırılması, YÖK'ün, DGM'nin kaldırılması, anadilde eğitim vb. talepleri faşist devlet tarafından karşılanınca bu işte bir gariplik olduğunu sezdiler. Ufak tefek demeyip, her türlü şeyi güncel, önemli görüp bir tek devrimi bilinmez bir geleceğin sorunu olarak görmezden gelenler, güncel demokrasi taleplerinin hiçbir derde derman olmadığını, hayretle fark ettiler. Üstüne bir de emekçiler "Bu muydu ileri demokrasi talepleriniz!" diye burun kıvırınca, yeni bir demokrasinin şart olduğuna karar verdiler. Arayıp taradılar ve Sovyet sosyalizminin eleştiricilerinden olan "radikal demokrasi"de karar kıldılar.
Şu demokrasiye yazık. Kılıktan kılığa sokula sokula öyle bir hale geldi ki, dile gelse "Yıldım yani!" diyecek gibi. Çözemediler gitti. Lenin'in ruhu gelse, hani şu Eşofmanlı Şevket Hoca gibi "Biz bunları Kapital ile anlattık, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm ile anlattık, yetmedi, devrim yaptık yine mi anamadınız!" deyip insanlığın evrimsel süreci yönünden şüpheye kapılır, Darwin'i acil toplantıya çağırırdı. Ama işte, kapitalist özel mülkiyet ilişkilerine zarar vermeden, bu ilişkilerin yarattığı toplumsal sorunları çözmeye çalışmak gibi zor bir sanata gönül verince, olan yine demokrasiye oluyor.
"Radikal demokrasi" ise temsili ya da bunun gelişmiş bir biçimi olan sivil toplum örgütleriyle sistem üzerinde belli düzeyde baskı yapan anlayışlardan farklı olarak tamamen halkı güç yapan, tabandan başlayarak demokrasinin oturduğu, doğrudan demokrasiyi tanımlamaktadır.
Demokrasinin çarpıtılması olan, liberal (herhalde burjuva demokrasisini kastediyorlar -b.n.) veya sınıf demokrasisinden (herhalde burada da proleter demokrasiyi kastediyorlar -b.n.) ayırmak için böyle bir tanımlamaya gidilmiştir. Halkın devlet dışında, tamamen kendini yönettiği baskıcı ve sömürücü tüm objektif yapılanmanın ve bunu devam ettiren aktörlerin ortadan kalktığı bir ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşam anlayışıdır." (M.Avreş, 2017 Demokratik Modernite Kış Sayısı)
Bu satırlarda ne bir zerre diyalektik var, ne toplumlar tarihi bilgisi ne de kapitalist bilgi! Siyasal biçimin, ekonomik biçimin ifadesi olduğunu herkes bilir. Üretim araçları kimin elindeyse egemen güç de odur. Nasıl ki, ilkel komünal üretim tarzında üretip de, feodal toplumun siyasal biçiminde yönetemez isen, kapitalist tarzda üretim yapıp da, komünist biçimde yönetemezsin. Kapitalist tarzda üretim yapıp da komünist tarzda halk yönetimi olabileceğini savunmak, cehalet dünyasında olmasa da, bilim dünyasında cesaret ister. Toplumsal üretim araçları kimin elindeyse, yönetim de onun elinde olur. Hele de sınıflara bölünmüş bir toplumsal sistemde "mantık ve tarih ile alay etmeden" sınıflar üstü bir demokrasiden bahsedemezsiniz. Sınıflı toplumda ancak sınıf demokrasisi olur. Buradaki temel soru da hangi sınıfın demokrasisini istediğimiz oluyor bu durumda.
"Dar sınıf yaklaşımı yoktur, ama sömürü ve baskıya da yer yoktur. Dar sınıf yaklaşımından uzaktır, ama yönetimi demokratiktir." (age)
Hep aynı nakarat! Einstein, "En büyük hata şudur ki, hep aynı şeyi yapmak ve her defasında farklı sonuç beklemek" demiş. Şimdi "dar sınıf" çıkarlarını aşarak, ya da açık ifadesiyle işçi sınıfının çıkarlarını aşarak kapitalizmin yarattığı bu sorunlara çözüm bulmaya çalışan bu sosyalistler ile iki yüz yıl önceki ütopik sosyalistler arasındaki benzerliğe bakın.
"Bunlar proletaryanın ileriye doğru tarihsel gelişimi karşısında sıkı sıkıya ustalarının eski görüşlerine sarılıyorlar. Dolayısıyla bunlar durumdan sınıf savaşını köreltmeye ve sınıf karşıtlıklarını uzlaştırmaya çalışıyorlar. Bunlar hala toplumsal ütopyaların deneysel gerçekleşmesi phalenteres kurma (bu Fouer'in sosyalist kolonileri, home kolonileri yaratma), bir "küçük ikarya" kurma düşü görüyorlar ve bütün bu boş düşleri gerçekleştirmek için burjuvaların duygularına ve keselerine seslenmek zorunda kalıyorlar. Bunlar giderek yukarıda betimlenen gerici ya da tutucu sosyalistler kategorisine düşüyorlar ve onlardan ancak daha sistemli olan bilgiçlikleriyle ve kendi toplumsal biçimlerinin mucizevi etkilerine olan bağnaz batıl inançlarıyla ayrılıyorlar.
Bunlar bu yüzden işçi sınıfından gelen her türlü siyasal eyleme şiddetle karşı çıkıyorlar. Bunlara göre bu tür eylem ancak yeni incile olan bir inançsızlıktan geliyor."
Marx'ın Komünist Manifesto'da, İngiltere'de Owen'cıları Fransa'da Fouer'cileri ve öncülleri ütopik sosyalistleri eleştirirken söyledikleri, sanki bugünün "radikal demokrasi" savunucularına söylenmiş gibi. Engels bu türden düşünceler üretenlere "ahlaki ikna yandaşları" demişti.
Ütopik sosyalistler, proletaryayı yalnızca sefil durumların acınası yanlarıyla önemsiyorlardı. O yüzden bu çok acı çeken sınıfı acı çeken olarak önemsediler ama siyasal olarak dikkate almadılar. Burjuvaziye, onların vicdanlarına seslendiler. Şimdikiler de işçi sınıfını yeterli görmeyerek, "dar sınıf yaklaşımından" uzak durarak aynı noktaya düşüyorlar. İkisi de çözümü kapitalist sistem içinde arıyor, kendi ütopyalarının mucizevi etkisine yürekten inanırken, işçi sınıfının iktidarına, proletarya diktasına karış çıkıyorlar. Biri ikaryalar, sosyalist koloniler kuruyor, diğeri sosyalist belediyeler, özerk yönetimler kurmaya çalışıyor. Biri işçi sınıfını henüz gelişmeye başladığı dönemde dikkate almıyor, diğeri en ileri gelişme düzeyine ulaştığı koşullarda onu yok sayıyor. Ortak paydaları "halkı güç yapacak biçimde örgütlemek" oluyor!
Madem ki işin tüm sırrı alt yapı ilişkilerine dokunmadan, ekonomik ilişkilere dokunmadan, üst yapı kurumlarının radikal örgütlenmesinde bitiyor, kültürel bir evrim tüm sorunları çözüyor; 'zor' sadece kendini savunmak için rol alıyor, bütün bunlar için yalnızca devletin dışına çıkman yetiyor, ben de tüm bunlara "kültürel ekonomizm" diyorum. Madem ki Marksizmi aşma sanatında tek ölçüt kavram üretme kabiliyetin oluyor, bu da benim tarihe katkım olarak kayıtlara geçsin derim!
Ama kulağıma fısıldıyor proletarya "Uyan artık uyan, uyan ey esirler dünyası!"
Hayallerden uyanıp gerçeklerin yolunda yürüyelim.
Aybel Gül