“Sosyalizm, yani şu demek ki dayı kızı
Kırmızı elmalar gibi gülüşüdür çocukların...”
Sosyalizmin en sade, en güzel tanımını sorarsanız işte Nazım'ın bu dizeleridir derim. Bana bu dizeleri hatırlatan ise önümdeki manzara oluyor.
Havalandırmadan yemekhaneye girerken gördüğüm manzarayla duruyor ve izlemeye başlıyorum. Yemekhane olarak kullandığımız plastik masalardan biri daha havadar olan havalandırmaya açılan kapının önüne doğru çekilmiş.6 kişilik plastik masanın etrafındaki dört kadın hummalı bir faaliyette. Önlerine leğenleri, bisküvileri ve çeşitli malzemeleri yığmış bu dört kadın neşeli bir çabayla pasta yapmaya girişmişler. 6 Yaşına basacak olan Yusuf, bulduğu bir boşluktan sızıp iki kolunu masaya dayamış, büyük insanlar gibi sohbet ediyor kadınlarla. Ara ara elini malzemelere atıp işe dahil olmaya çalışsa da, kadınlar “Ama biz bunu sana yapıyoruz” diyerek onu bir başka tarafa yönlendiriyorlar. Havalandırmada yapılan sabah kahvaltısının ardından ortalık el birliğiyle yıkanıp düzeltilmiş, pasta ekibinin yaydığı güzel kokularla hayallere, düşlere, oyunlara dalınmış.
Hücreye geçip kitabımı okumaya başlıyorum. Sıcak hava kapı ve pencereleri açık bırakmamıza neden oluyor. Oturduğum yerden koridoru görüyorum. Yusuf koridorda turlayıp kendine oyun arkadaşı olacak açık bir kapı, oyuna katılacak bir gönül arıyor. İkinci turunda göz göze geliyoruz. “Seninle resim yapalım mı?” diyor Yusuf. Renkli kalemlerini getiriyor ve birlikte çölde bir köşeden çıkan bir yılan, bir kokarca, bir ceylan çiziyoruz. Sonra goril çizmek istiyoruz.”Ama ben gorili hatırlamıyorum!” diyorum. Yusuf her işi çözeriz edasıyla gülümseyip “Ben goril gibi durayım sen beni çiz” deyip karşıma geçip yanaklarını ve pazılarını şişiriyor. İşte müthiş bir goril! Sıkılınca da gidiyor, bir başka kapıya bir başka oyun arkadaşına...
Yusuf'un annesi bir aydır tutuklu. 6 yaşına basan çocuklar annesiyle birlikte kalamıyor. Yusuf'un ise 6 yaşına basmasına iki hafta var. 6 yaşına basmadan bir haftalığına annesinin yanına geliyor Yusuf. Görüş günü, asıl doğum gününden bir hafta önce dışarıya gidecek ve koğuşumuza bir daha gelemeyecek. Bu yüzden Yusuf'un doğum gününü erken kutlayacağız. Yusuf bunu biliyor, yalnızca bunu mu? Dışarıda peynir yemeyi sevmeyen Yusuf, peynir yemenin burada bir kural olduğunu da biliyor ve peynirini bitirmeden kalkmıyor kahvaltıdan. Sessizlik saatlerinde sessiz olunmasını gerektiğini de biliyor. Canı oyun oynamak isterse, beş dakikada bir önüne gelene sessizlik saatinin bitip bitmediğini soruyor. Sabahları erken kalkmak hoşuna gitmiyor ama huysuzluk da etmiyor. Sayımlarda annesine “Beni de sayacaklar mı?” diye soruyor. Mutluluğun türlü yollarını buluyor Yusuf. Öğle yemeğinde köfte ve patates olduğunu görünce “Ben ne kadar şanslı bir çocuğum anne!” diyor.
Bütün tutsak kadınlar onunla kendi tarzlarında bağ kuruyorlar. Kimi “istop, yakar top” oynuyor, kimi onu kovalayıp su savaşı yapıyor. Kocaman kadınların (ki çoğu 30 yaş üstü) havalandırmada çocuklar gibi koşuşturup top oynamasını izlerken “İlahi kadınlar!” diyorum “Sanki siz Yusuf'la değil, Yusuf sizinle oynuyor!” Bazen kızıyor Yusuf, topunu alıp kaçana, peşinen koşturana... “Dakika tutun” diyor annesi. Bir dakikayı geçmiyor geri gelmesi. Tüm direnci yanağına bir öpücük kondurana kadar, bir kadının onu oyuna çekiştirmesine kadar...
Koğuşumuzda İnci de var. Yusuf topu havaya atıp “İnci!” diye seslenip kaçıyor. “Hah!” diyorum, “Tam Uçurtmayı Vurmasınlar filmine benzedik!” Çok fazla benzerlik kuruyorum filmle. Ama Yusuf, Barış'tan şanslı bir çocuk. Yusuf'un annesi siyasi. Sevgiyle, ilgiyle büyümüş. Sevildiğini biliyor Yusuf ve o çocuk yüreğiyle sevebildiğince seviyor.
Akşama doğru tüm kadınlar havalandırmada toplanıyor. Üstünde adı yazan bisküvilerden yapılmış pastası geliyor. Kulak çubuğundan yapılmış temsili doğum günü mumunu sevinçli bir mahcuplukla söndürüyor Yusuf. Hepsi el emeği, göz nuru olan ve özel olarak onun için yapılmış hediyelerini alıyor. Dilek tutmayı unutuyor. “Ama olsun sen tut yine de” diyoruz, tutuyor. Pastayı kesip dağıtıyoruz. Herkes pasta tabağını alıp bir köşeye çekilmiş, havalandırma piknikçilerin akınına uğramış boğaz hattını hatırlatıyor. Yusuf tabağını alıp bir küme kadının arasına oturmuş. Bir yandan pastasını yiyor, bir yandan bir şeyler anlatıyor onlara. Yusuf'un tuttuğu dileği merak ediyorum bana bakarken, ne tutmuş olabilir?
Biz burada 31 kadın tutsağız. Üstümüze kapanan kapılar, etrafımızı saran duvarlar ve tel örgütler arasında özgürlükten uzağız. Dışarıda, duvarların arkasında kapitalizmin “özgür” dünyası var. Bu “özgür” dünyada çocuklar yoksul doğuyor, itilip kakılıyor, emekler i tarlalarda, fabrikalarda, sokaklarda sömürülüyor. Sevgiyi bilmeden dayağı, özenli ilgiyi bilmeden sömürüyü, mutluluğu bilmeden tacizleri, tecavüzleri biliyorlar. Binlerce küçük yıldız sönüyor, her gün karanlık bu zorba dünyada. Dışarıda kapitalizmin karanlık, güvensiz dünyasında acı çeken milyonlarca çocuğu düşünüyorum.
Yusuf bir zindanda onlarca kadın tutsağın arasında kırmızı elmalar gibi gülüyor. Çünkü sosyalist insan hayatını, paylaşım üzerine, ortak gelişme için birlikte çaba üzerine, başkasının acısını kendi yüreğinde hissetme ve bunun sorumluluğunu alma, kendini ve dünyayı değiştirme, ilerletme üzerine kuruyor. Her türlü kişisel çıkardan arınmış, içten, dürüst, yeni ilişkiler bunlar... Sosyalizm için kavga veren, bu uğurda her türlü fedakarlıkta bulunan insanların arasında Yusuf'un ayrıcalıklı bir yeri var. Buradaki her bir kadının Yusuf'a içten bir sevgi, ilgi göstermesi için kan bağı olması gerekmiyor. O, yalnızca çocuk olmakla bu imtiyazı kazanıyor. Ve Yusuf bilmiyor ama, buradaki her bir kadın, çocukların kırmızı elmalar gibi gülüşü için, daha çoook zaman bu duvarların içinde kalmayı göze alabilir.
Yusuf'un annesi yanımda oturuyor. Yusuf eğilip doğum günü dileğini söylüyor annesine. Ve ben tüm çocukların tek derdinin, Yusuf'un doğum günü dileği gibi “Bir oda dolusu cips!” olmasını istiyorum...
Aybel Gün