Avrupa'da faşizm iktidara geldiğinde, sosyalizm tek ülkede, SSCB'de gerçekleşmişti. Sovyetler Birliği ise enternasyonalistti, fakat hiçbir şekilde yayılmacı değildi. Başka ülkelerin üretici güçlerini kurtarma biçiminde bir politika marksistlerin politikası değildir. Her ülkedeki üretici güçler, ancak kendileri kendilerini kurtarabilirler.
Bir ülkedeki üretici güçler, nesnel ve tarihsel olarak kendilerini kurtaracak bir durumda değilse, başka ülkelerdeki üretici güçler, başka ülkelerdeki proleterler, onları kurtaramaz. Ancak enternasyonal ilişki ve dayanışmada bulunur. Almanya ve İtalya'da patlak veren ayaklanma ve devrimler ise dış güçler tarafından değil, içerideki nesnel ve tarihsel gelişmelerin etkisiyle hareket etti. Kapitalizmi yıkacak dinamikleri dışta değil, kapitalist toplumun kendisinde aramak gerekir.
Roger Eatwell ile devam edelim.
"Marksist sol (faşizmi, krize giren kapitalizmin diktatörlüğü olarak görmeye devam eden) dışında geleneksel akıl, 'faşizmin" geçmişte büyük değişiklikler gösterdiği konusunda mutabıktır." (225)
Faşizm, burjuva egemenliğin güçsüzlüğünün bir ifadesi olarak gündeme geldi. Kapitalizmin ekonomik kriziyle bağlantısı var. Kapitalizm, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve 1917 Sosyalist Ekim Devrimi'yle birlikte genel ekonomik krize girdi. 1929 büyük ekonomik krizi ve sonrasındaki büyük ekonomik krizler, kapitalizmin genel ekonomik krizinin ifadeleridir. 1929 büyük ekonomik krizi, kapitalizmi topyekün olarak yok olmayla karşı karşıya getirdi. 2008 büyük ekonomik krizi de böyle bir rol oynadı. Daha da ileri gitti, kapitalizmin sıçramalı çöküşünü hızlandırdı. Avrupa'da 1922-1945 arasında faşizm, sert ekonomik kriz koşullarıyla bağlantılı olarak ortaya çıktı. Fakat salt ekonomik kriz nedeniyle değil, artan politik kriz de büyük rol oynadı. Ekim Devrimi, Avrupa'daki devrimci ayaklanmalar, burjuvaziyi krizden bir çıkış yolu aramaya yöneltti. Proletaryanın toplumsal ayaklanmaları o an için bastırılsa da, tekelci sermaye geleceğinden emin değildi. Krizden burjuva çıkış yolu olarak faşist diktatörlüklere başvurdu. Dolayısıyla, burjuvazinin faşizme başvurmasını, o günkü sınıf mücadelesinin gelişiminde aramak gerekir.
Burjuvazinin bakış açısıyla döneme bakanlar, faşizmin getirdiği bir takım "değişikliklerden" söz ediyorlar. Ama bunun nasıl sağlandığını ve hangi sınıfın yararına olduğunu söylemiyorlar. Almanya'da ve faşizmin iktidarda olduğu diğer Avrupa ülkelerinde, tekelci sermayenin bir eğilimi olan devlet-tekel bütünleşmesi faşizm olarak gerçekleşti. Devlet-tekel bütünleşmesi koşullarında emekçilerin sömürüsü en yoğun dönemini yaşadı. Emekçiler, sömürülenler büyük bir sefalet içine girerken, tekelci sermaye gücüne güç kattı. Tüm bu "değişiklikler" tekelci sermayenin çıkarı için yapılmıştır.
Diğerleriyle aynı anlayışa sahip olan Micheal Mann, faşizmin kitle tabanı hakkında ne söylüyor:
"Faşizm genellikle ne sadece burjuva sınıfına ne de sadece küçük burjuva sınıfına dayanmaktaydı." (323)
Mann, faşizmin kitle tabanıyla, sınıf özünü birbirine karıştırıyor. Faşizmin sınıf özü, tekelci sermayedir (finans kapitaldir). Kitle tabanı ise genel olarak küçük burjuvalardır, lümpen proletaryadır vs. Mann'a göre faşizmin sınıf temelleri, son derece karışıktır. Sosyalistlerin içinde faşizme Bonapartizm ya da küçük burjuva diktatörlüğü diyenler olduğuna göre, Mann gibi bir burjuva ideologdan bunu duymak şaşırtıcı olmuyor.
Türkiye'de faşizm tanımlaması üzerinde, 50 yıl içinde sık sık durulmuştur. Bugün ise hararetli bir biçimde anti-faşist mücadele çağrıları ya da anti-faşist cephe çağrıları, mücadelenin başlıca görevi olarak öne çıkartılıyor. Anti faşist cephe çağrısı yapanlar, kendi anlayışlarına uygun olarak, burjuva muhalefetini de bu cephede görmek istediklerini belirtiyorlar.
Çağrıcılar, burjuva muhalefetini, CHP'yi burada görmek istediklerine göre, onların anti-faşizmi, burjuva düzen çerçevesini, burjuva diktatörlüğü çevresini aşmıyor. Burada iki önemli nokta, yaklaşım egemen. Birincisi, faşizmi, onun sınıf özü olan tekelci sermayeden, kapitalist sınıf düzeninden, tekelci kapitalist düzenden ayrı olarak değerlendiriyorlar. Oysa faşizmin sınıf özü sorunu, komünistlerin, faşizm çözümlemesinde temel ayrım noktasıdır. Faşizmin sınıf özü anlaşılmadan, faşizm anlaşılamaz.
Faşizm, sınıf özü olan tekelci kapitalizmden ayrı ele alındığı için 70'lerde ve 12 Eylül'de anti-faşist iktidar önerileri getirilmesi, buna göre faşizmin sınıf temeline dokunmadan, tekelci kapitalizm çerçevesinde, burjuva güçlerin de katılacağı, hatta 70'lerde komünistler katılmadan da, dışarıdan destekleyecekleri halktan yana, ilerici bir iktidarın kurulmasına taraflardı. Böyle bir iktidar için mücadele edilmesini savundular. Tabi bu sağ oportünist görüş ve öneriler nesnel toplumsal temelden yoksun olduğu için sonuçsuz kaldı. Fakat aynı küçük burjuva politik anlayış bugün emekçi kitlelere bir kez daha sunuluyor. Bir kez daha başarısızlığa uğrayacağı kesin.
Bu çevreler faşizmi, onun sınıf temelinden ayrı gördükleri içindir ki, tekelci kapitalist düzenin savunucusu, tekelci burjuvazinin politik bir gücü olan CHP'ye anti-faşist birlik çağrısı yapabiliyorlar. Aynı çağrılar, 70'lerde de Ecevit'in CHP'sine yapılmıştı. Böylece emekçi halk kitleleri, bir kez daha oyalanıyor ve yanılgıya sürükleniyorlar.
İkinci büyük yanılgı, faşizmi bir devlet biçimi olarak değil de, bir hükümet biçimi, bir hükümet değişikliği olarak görmelerinden ileri geliyor. Anti-faşist birlik çağrıları, bugünkü hükümete karşı burjuva muhalefetini de kapsayacak biçimde yapılıyor. Bu yanılgının kökleri 70'lere kadar uzanır. O yıllarda bir çok siyasi hareket, TKP, TİP, TSİP, Kurtuluş vb. faşizmi bir partiden ibaret görüyorlardı. Bu yüzden onlara göre, faşizm bir devlet biçimi olarak iktidarda değildir, faşist MHP eliyle iktidara doğru tırmandırılıyordu. O aldatıcı, "faşizme geçit yok" sloganı, işte bu tırmanan faşizm anlayışına dayandırıldı.
Oysa tekelci sermaye, 12 Mart askeri faşist diktatörlüğüne dayanarak devleti ideolojik ve örgütsel olarak, politik karakter olarak faşistleştirmiştir. Devletin faşist politik karakterinin üstünü örtmek için 12 Mart'a salt askeri diktatörlük diyenler de oldu, fakat bu onları yıllar boyunca yanılgıya sürükledi. 70'lerde artık iktidarda olan faşizm vardı. Bu nedenle, "tırmanan faşizm" ve ona karşı öne çıkarılan "faşizme geçit yok" sloganı, kitleleri faşist devlete karşı mücadele görevlerinden alıkoydu. Bu büyük yanılgının sonuçları 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü sırasında görüldü. Fakat darbe devlet-ordu eliyle yapıldığında, bu reformist, oportünist çevrelerin etkilediği kitleler uzun süre tavır konusunda bir şaşkınlık yaşadılar.
Olan şuydu: 12 Mart'ta devlet faşistleştirilmişti. Faşizm, yukarıdan aşağıya devlet eliyle gerçekleştirildi. Çünkü devlet, faşizm uygulayacak bir yapıya sahipti. Burjuva devlet 1923'te gerici burjuva diktatörlüğü olarak oluştu. Burjuva cumhuriyet anti-proleter, anti-komünist, anti-demokratik, milliyetçi, şoven vb. bir karaktere sahipti. Tekelci sermayenin gelişimiyle birlikte, tekelci kapitalizmin bir eğilim olan "her çizgide gericilik" eğilimini temsil eden devlet, bu eğilimi 12 Mart Faşist Darbesinde, faşist devlet biçiminde kendi yapısında somutladı. 12 Eylül'de olan ise, askeri faşist darbe koşullarında, faşizmin devlet yapısında ideolojik olarak, kurumsallaştırılması oldu. 70'lerin iç savaş ve devrimci durum ortamında dağılmaya yüz tutan devleti yeniden oluşturmak, sağlamlaştırmak ve merkezileştirmekti. Askeri faşist cunta, bunu zor yoluyla sağladı ve daha sonra faşist 12 Eylül Anayasasıyla, anayasal bir temele oturttu. Gerek 70'lerde, gerek 90'lardan sonra her gelen hükümet faşist devlete dayanarak varlığını sürdürdü. Ve hepsi de faşist devlet yapısını güçlendirmekten başka bir şey yapmadılar.
Faşizm bir devlet biçimi olarak görülmediği ve bir hükümet sorunu olarak görüldüğü için düzen ve devlet partisi olan CHP'ye ortak birlik çağrısı yapılıyor.
Faşizme karşı mücadele, onun sınıf temeline, onun maddi temeline karşı olan mücadeleden ayrı ele alınamaz. Bu bağlamda faşizme karşı mücadele, burjuva demokrasi için bir mücadele değil, faşizme ve sermayeye karşı bir devrim mücadelesidir; halk demokrasisi için, sosyalizm hedefiyle yapılan mücadeledir. Dolayısıyla bu mücadeleye katılacak güçler, çıkarı, burjuvazinin sınıf egemenliğinin ve burjuva sınıf düzeninin yıkılmasında olan güçlerdir; emekçiler, sömürülenler ve ezilen halklardır.
Kuşkusuz faşizm her ülkenin somut koşulları ve tarihsel özellikleri göz önünde tutulmadan kavranamaz. Faşizm, her ülkede, ülkelerin somut durumuna, tarihsel geçmişine vb. özelliklerine göre bir biçim almıştır. Faşizm her ülkede ayrı bir görüngü, ayrı bir biçim almıştır. Her ülkenin komünistleri, tüm bu somut, ulusal ve tarihsel özellikleri göz önünde tutarlar. Ancak şuna da dikkat ederler: Faşizmin her ülkedeki somut biçimini, yani aldığı görüngüyü faşizmin sınıf özüyle birbirine karıştırmazlar. Mesela Türkiye'de "sömürge tipi faşizm"den söz ederken böyle bir hataya düşmüşlerdir. Sanki faşizmin onlarca türü varmış gibi düşünülmüştür. Sanki faşizmin ayrı ayrı nitelikleri varmış gibi, görüş geliştirilmiştir. Faşizmin genel niteliğinden değil, onun sınıf özünden söz ediyoruz. Yaptığımız bu sınıf özünün her ülkede, faşizmin şekillenmesine somut olarak nasıl yansıdığını ortaya koymaktır.
Türkiye, baştan beri emperyalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerinin içine dahil edilmiştir. Bu mali, ekonomik bağımlılığa dayanan bir ilişkidir. Dolayısıyla, yeni sömürgecilik, klasik sömürgecilikten, yarı sömürgecilikten, gerçekten farklı bir sömürü biçimidir. Bu bağlamda Türkiye sömürge değildir ki, "sömürge tipi faşizmden" söz edilsin. Türkiye'de faşizm tekelci kapitalizmin gelişiminin tekelci kapitalizmin her planda gericilik eğiliminin somut bir ifadesi olmuştur. "Sömürge tipi faşizm" faşizmin Türkiye gibi bağımlı kapitalist ülkelerdeki somut koşulları göz önünde tutmamanın bir sonucu olarak ileri sürülmüştür. Bunun ötesine gidilmiş, sanki ayrı bir faşizm türüymüş, farklı nitelikte bir faşizm gibi değerlendirilmiştir. Yanlış olan burasıdır. Yani "sömürge tipi faşizm" kavramı hatalıdır.
Türkiye'de olsun, diğer bağımlı kapitalist ülkelerde (yeni sömürgecilik ilişkisi içinde olan) olsun faşizm, tarihsel, toplumsal ve sınıf savaşımının gelişimine bağlı olarak farklı biçimler almıştır. Bu somut biçime bağlı olarak, faşizme karşı mücadeleyi, faşizmin maddi temeline, tekelci kapitalist düzene karşı mücadeleyle birlikte yürütüyoruz. Taktiğimizi ve stratejimizi bu somut koşullara dayandırıyoruz.
Maddi tarihsel koşullardan bağımsız olarak, faşizm tanımı yapmak büyük bir hatadır. Marksizm, her toplumsal politik olguyu belli bir tarihsel çerçeve de ele alır. Belli bir ekonomik tarihsel çerçeve olmadan, somut olguların durumu, gelişimi kavranamaz.
Türkiye'de faşizmi, tekelci kapitalizmin gelişimi ve şiddetlenen sınıf savaşından kopuk ele alanlar, bilimsel, doğru bir faşizm tanımı yapamadılar. Baskının her biçimi, baskının her derecesi, faşizm değildir. Faşizmi burjuva egemenliğin her biçimine, baskının her derecesine indirgemek faşizmi burjuva egemenliğin (devletin) diğer birimlerinden ayırdeden özellikleri gözardı etmektir.