< Kapitalizmle Her Noktada Çatışma Her Noktada İktidar Hedefi

 

Yaşam koşulları emekçiler için, gün gün daha kötüye gidiyor. İşsizlik bugüne kadar ulaşılan en yüksek oranlara vardı. Emekçiler yokluk ve yoksulluk içinde bir yaşam sürdürüyor. Durum var olan seviyenin altına doğru derinleşiyor. Günü gününe yaşamını yaratarak yaşayanlar, artık yaşamını sürdüremez noktada. Durumun değişeceğine dair insanlarda bir umut da yok. Buna karşı kitlelerin arasında, toplumsal sistemde köklü bir değişiklik yapma düşüncesi hızla yayılıyor.

Kapitalistin gözünde, işçilerin önemi azalıyor. İşçiler, burjuva toplumun kendilerine nasıl bir yaşamı uygun gördüğünü nasıl bir yaşam biçtiğini son dönemde çok daha bariz olarak gördüler. Böylece her emekçi bu toplumdaki hayatına bir kere daha bakıp, yeniden değerlendirmek durumunda kaldı. Toprak için (daha bütünlüklü olarak doğa için) durum aynıdır. Sermaye için toprağın da önemi azalmıştır. Emek ve toprak, tüm maddi zenginliklerin, insanın refahının iki kaynağıdır. Kapitalist üretim, üretimde ve toprakta geniş ölçüde makineli üretime geçti. Yatırımlarını ağırlıklı olarak makine ve tekniğe yapıyor. Bunun sonucu daha çok işçi, kadın ve genç işsiz kalıyor. Önemi azalan toprağın, suyun, nasıl mahvolmaya götürüldüğü, yatırımların maden çıkarımına ve elektrik santrallerine yapıldığını yaşıyoruz. Bu anlamda, kapitalistlere emeğin ve toprağın insanlığın gelişiminde, kültüründe ve refahının oluşmasındaki önemini anlatmaktan daha anlamsız çaba olamaz. Sermaye, emek ve doğa ile karşıtlık içindedir. Gelinen noktada emek ve toprak (su ve ormanlar) tüm toplumsal üretici güçler, kapitalizme başkaldırmış durumdadır. Yapılması gereken apaçıktır: işçi sınıfını ve doğayı sermayenin tutsaklığından kurtarmak.

Toplumun bugünkü durumunu anlamak için, belli yönlerini, bir anını değil, bütünlüğünü bütün karmaşıklığı, iç çelişkileri, devinimi içinde irdelemeliyiz. Bu bakışla somut duruma baktığımızda bir toplumsal sistemin tam bir çöküş içinde olduğunu anlarız. İnsanlar, hayatını devam ettiremez durumda, sosyal ilişkiler dağılmıştır. Her bakımdan tam bir toplumsal çöküş yaşanıyor. Yeni bir yaşam kurmak için bütün güçleri sokakta birleştirmek ve devrimci tarzda sonuç almak sıradan insanlara kaçınılmaz ve zorunlu görünüyor. Geniş halk kitleleri, büyük toplumsal ve politik yaşamdan öğreniyor. Deneyimlerinden dersler çıkarıyorlar. Halk, kendisine uygun görülen bu yaşamı hiçbir şekilde kabul etmeyecektir.

Tüm toplum, bir savaş alanı. Kapitalistler bu ortamda sömürüyü, karlarını artırıyorlar. Kapitalistler işçi sınıfı üstünde daha büyük bir baskı uygulamaksızın karlarını artıramazlar. İçinde bulundukları ağır yaşam koşullarında işçilere uygulanan daha şiddetli baskı, sınıf savaşımının çok daha şiddetlenmesi demektir. Baskılar ve saldırıların artmasıyla birlikte emekçi halk kitlelerinin eylemleri, ayaklanmaları da dünya genelinde arttı. Burjuvazi, sistem krizinin büyük eylemlere yol açacağını bildiği içindir ki, tam da bu süreçte devrimci kitlelere ve örgütlü devrimci güçlere karşı daha büyük ve şiddetli bir saldırıya geçti. Onları bu yolla bastırarak, büyük bir devrimci altüst oluş olmadan, süreci geçirmek istiyorlar. Fakat somut örnekleri birçok ülkede görüldüğü gibi, tekelci sermaye sınıfı, bu dönemi istediği, arzuladığı gibi geçiştiremeyecektir. Kriz, pandemi, kapitalist saldırılar halkların yeni bir başkaldırı dalgasının yükselmesini getirdi. Hesaplaşma sistemledir.

Siyasi iktidar çok geniş yetkilerle donatıldığı halde, yeni yetkiler çıkarıyor. Her büyük çatışma sırasında böyle olur. En geniş yetkiler, yasalar, araçlarla kitlelerin devrimci yükselişinin durdurulması hedeflenir. Fakat, bunların hiçbiri devrimci kitleler karşısında bir işe yaramaz. Siyasi iktidar, yeni yetkilerle ne kadar donatılırsa donatılsın, toplumu yeniden denetim altına alamaz. Kitlelerin savaştığı bir yerde, tekelci sermaye egemen değildir. Ezilen ve sömürülenlerin büyük başkaldırısı, birkaç ülkeyle sınırlı değil, emperyalist-kapitalist sistemin tümünde var. Devrimci dalga, bir yerde geçici olarak geri çekilse, başka bir yerde yükselişe geçiyor. Dünyanın bir yerindeki yükseliş, başka ülkelerdeki eylemleri ateşliyor. Dünya genelinde isyanlar, devrimler patlak verdikçe bunun olumlu etkisi, kendisini her yerde gösterecektir. Dolayısıyla, tek tek ülkelerin burjuva liderliği, her ne yaparsa yapsın, devrimci kavganın gelişimini ve iktidarı ele geçirmesini engelleyemeyecektir.

Siyasi yapının merkezileşmesi, sermayenin birkaç tekelde merkezileşmesinin kaçınılmaz sonucudur. Bu, aynı zamanda, sınıf savaşının gelişmesinin burjuva cephedeki ifadesidir. Burjuva güçler, emekçi ve sömürülen kitleler mücadeleyi yükselttikçe, tüm düzen güçlerini tek elde merkezileştiriyor. Burjuvazi, sınıflar savaşını bu yolla kazanmak ya da üstün gelmek istiyor. Aynı süreçte şunlar da oluyor:

Sermayenin merkezileşmesine bağlı olarak, sınıf ayırımı derinleşiyor, sınıf çelişkileri keskinleşiyor ve her yerde, kitle ayaklanmaları patlak veriyor. Biz, kapitalizmin gelişme evriminin gelecekte varacağı noktadan söz etmiyoruz. Bugün olanlardan, başlayan bir süreçten söz ediyoruz. Dünyada devrimci ayaklanmaların ardı arkası kesilmiyor. İki sınıf, iki dünya, iki güç arasındaki hesaplaşma her yerde sürüyor.

Derinleşen ekonomik kriz, sermayeyle hesaplaşmasında, emek cephesine yeni olanaklar sunuyor. Krizin kendi devrimci etkileri var. Çelişkilerin keskinleşmesi devrimci patlama biçiminde açığa çıkması, krizin devrimci etkileridir. Krizle, devrimin bağını anlamak gerekiyor. Krizden çok sık söz edenler, ne krizin devrimci etkilerinden, ne devrimle bağından söz ediyor. Ekonomik, toplumsal gelişmenin birçok sonucunda olduğu gibi, bu sorunda da ezberci ve bilinçsizce davranılıyor. Kapitalizmin krizi kronik. Getirdiği sonuçlar, halk kitlelerini eyleme geçirmeye kışkırtıcı nitelikte. Kitlelerin uzun süre eyleme geçmediği yerlerde kapitalizmin krizi, kitleler üzerinde yarattığı baskı sonucu kitleleri harekete geçirici bir rol oynuyor. Bugün, tüm kapitalist ülkelerde kitleleri ateşleyen birçok olay yaşanıyor. Eylemsizlik söz konusu değil. Krizin etkisi, daha etkin ve daha büyük eylemlerin koşullarını yaratmak biçiminde karşımıza çıkıyor.

Daha devrimci ve daha etkili eylemlere başvurması emekçi halk kitlelerinin kendi geleceklerini kendi ellerine alma, yani tarihin kurucusu olma, ya da tarih yapıcısı olma rolünün ifadesidir.

Emekle sermaye arasındaki tarihi hesaplaşmada belirleyici rolü iktidar oynayacaktır. Sınıf savaşının en şiddetli aşaması, iktidarı ele geçirme aşamasıdır. İktidarı ele geçirmek, ücretli emekçilerin en temel görevidir. Bu, en ilerinin değil, günün devrimci görevidir. Devrimin güncelliği, iktidarı ele geçirmenin güncelliğidir. Halk lehine bir şeyler yapmak için, iktidara gelmek gerekiyor. Reformist siyasetler, özel mülkiyete, tekellerin yönetimine emekçi halkın sömürülmesine dokunulmadan, halk lehine bir şeyler değişeceğini sanıyorlar. İktidar ise, kıran kırana bir kapışmadan sonra ele geçirilebilir. Emekçi halk kitleleri bunca şey yaşadıktan sonra, böylesine bir kapışmayı göze alacak durumdadır.

Bazı durumlarda, halkın geniş kesiminin katılımını sağlamak için, devrimin olgunlaşmaya bırakılması doğru bir yaklaşım olur. Meyveyi ham haldeyken koparmamak, olgunlaşmasını beklemek gerekebilir. Fakat devrimin gerçekleşmesine devrimci kitleler karar verir. Devrimci komünist güçlerin görevi, süreci hızlandırmak. Kitleleri hazırlamak ya da tek kelimeyle devrimi pratik olarak örgütlemektir. Büyük devrimcilerin belirttiği gibi, devrimin gerçekleşmesi bize bağlı değildir; bizim görevimiz, devrim için savaşmaktır. Bu savaştır devrimi hızlandıracak olan.

Bugün açısından pandeminin etkisiyle, ezilen ve sömürülenlerin daha geniş bir kesimi kapitalizme öfke duyuyor, tepki gösteriyor, eyleme geçiyor, sola yöneliyor. Kronik kriz olsun, uzun yılların büyük mücadelesi olsun; kısacası nesnel ve öznel etkenlerin etkisiyle daha çok emekçi, kadın, genç, emekçi köylü, Kürt halkı devrimi gerçekleştirme noktasına gelmiştir. Şimdi devrim zamanı.

Emekçi ve sömürülenler, köklü bir değişiklik olmadan, hayatlarını daha ağır koşullarda kazanmak zorunda olacaklarının farkında. Yaşamı kazanmak için, yaşamı kazanma biçimini değiştirmeliyiz. Her tarihsel dönemin, kendine özgü yaşamı kazanma biçimi var. Yaşamı kapitalistçe kazanma biçimi ücretli köleliğe dayanıyor. İşçi sınıfının görevi, bu düzeni bazı “iyileştirmelerle” kabul etmek değil, kölelik düzenini ortadan kaldırmaktır.

Bu büyük mücadelede iki güç karşı karşıya; Bir tarafta tekelci sermaye önderliğinde tüm düzen güçleri; diğer taraftan halkın ve devrimin önderi proletaryanın öncülüğünde ezilen ve sömürülenler, kent ve kır yoksulları, halk demokrasisi ve sosyalizm güçleri. İlerleyen devrim karşısında düzen güçleri birleşik bir karşı-devrimdir. Bu savaş yıllardan beri sürüyor. Savaşan güçler arasında barikatlar kurulmuş ve karşıt güçler yerini almıştır: Barikatın bu tarafında ya da diğer tarafında. Barikatın bu tarafında, halk demokrasisi ve sosyalizm güçlerinin yanında değilsen karşı tarafındasın. Bu savaşımda üçüncü bir yol yoktur. Sosyal reformistler eleştirilerimiz karşısında tutunamayınca, bunun adını değiştirdiler. “Üçüncü yolu”, “Üçüncü Cephe” yaptılar. Anında belirtelim: Bu kavgada üçüncü cephe yoktur. İki cephe var: Devrim cephesi ve karşı devrim cephesi. “Üçüncü yol” ya da “Üçüncü cephe” devrim cephesini, halk demokrasisi ve sosyalizm cephesini zayıflatmak üzere, karşı-devrim cephesine sunulmuş bir hizmettir.

Uzun zamandır emekçilerin ve ezilen halkların kapitalizme ve burjuva siyasi iktidara karşı biriken öfkesini ve biriken gücünü izliyoruz. Bu küçük burjuva hareketlerin göstermeye çalıştığı gibi sıradan bir öfke ve güç birikimi değil, devrimci bir öfke ve güç birikimidir. Devrimcidir; çünkü açığa çıktığında isyanlara, ayaklanmalara ve devrimlere dönüşüyor. Gerçek devrimci güçler bundan daha fazlasıdır. Teorik-pratik bakımdan donanımlı, politik olarak yetkin. Bu kavgada üstünlüğü sağlayacak bir konumdadır.

Halk demokrasisi ve sosyalizm mücadelesi güçleri, burjuva sistemle her noktada, çatışma halinde; her noktada iktidar hedefiyle hareket ediyor.

C.DAĞLI