Anayasa Mahkemesi (AYM), DİSK ve KESK’in yaptığı bir başvuruya dair, tamı tamına sekiz yıl sonra, hak ihlali kararı verdi. AYM, 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasının engellenmesinin “Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi” anlamına geldiğine oy çokluğuyla karar verdi.
Asıl dikkati çeken, AYM’nin, kararın gerekçesinde dile getirdiği görüşler: “Bu nedenle işçi ve sendika kültürünün yapı taşlarından biri olan Taksim Meydanı yalnızca 1 Mayıs günü orada olanların dayanışmasının değil, aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını (abç) göstermektedir. Bu durumda kendisini o kültürün bir parçası olarak gören her kişinin 1 Mayıs günlerinde Taksim Meydanı'nın ifade ettiği anlamı doğrudan tecrübe etmek ve edindiği tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarmak için burada bulunma hakkı vardır. 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı ile özdeşleşmesi nedeniyle anılan mekanın sınırlanması aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlanmasına neden olmaktadır.”
Belli ki, AYM’nin yargıçları apaçık bir tarihsel-toplumsal gerçeği dile getirmek zorunda hissetmişler kendilerini.
Tartışmasız bir şekilde işçi sınıfının ve emekçi yığınların toplumsal-tarihsel belleğinin en devrimci bölümlerinden birini ifade eden Taksim Meydanı, konuya özel olarak aldığı adla anmamız gerekirse, 1 Mayıs Meydanı, her yıl 1 Mayıs kutlamaları sırasında bu tartışmanın ana konusu haline gelmektedir. Bunda en önemli rolü, Taksim’in, bu “ortak hafızanın” unutturulmasına ısrarla ve inatla karşı çıkan, her 1 Mayıs’ta “Taksim’de ısrar, devrimde ısrardır” şiarıyla 1 Mayıs Taksim Meydanı’na yürüyen devrimciler, hiç tevazu göstermeyeceğiz, Leninistler oynamaktadır. Böyle olmasaydı, Leninistler uzun yıllar boyunca, tek başlarına kalarak, sendikasından sosyal reformist partilerine, ve onların kuyruğundan ayrılmayan oportünist hareketlere kadar koca bir hareketin yarattığı akıntıya karşı dimdik durmayı göze almasalardı, ne böyle bir “ortak hafıza”dan bahsedilirdi, ne böylesi bir karardan.
77 1 Mayıs’ı sonrasında,1 Mayıs ve Taksim’in özdeşliği, bunun devrimimiz için anlamı yeterince tartışıldı, biliniyor. Tam da bu kopmaz bağ sonucudur ki, 12 Eylül faşizmi sonrasında ilk açık 1 Mayıs kutlamasında, 1988 1 Mayıs’ında, sosyalist hareket ve işçi sınıfı hareketi hiç tereddüt etmeksizin yüzünü Taksim’e döndü. Bu kararlı duruş, devrimci hareketin bu ısrarlı yönelimi 1992 yılına kadar her sene tekrarlandı. Ölenler ve yaralananlar oldu. Her 1 Mayıs’ta binlerce ve binlerce insan gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi.
Faşist devletin yasakları ve vahşi saldırıları kar etmiyordu. “Ortak hafıza”, devrimci gelenek, devrimci değerlere, devrimin değerlerine sahip çıkmak ağır basıyordu. Tam bu noktada Perinçek ve ekibini sahaya sürdü sermaye sınıfı. 1978'den sonra, yani on dört yıl sonra, ilk defa, 1992 yılında 1 Mayıs kutlamaları için Perinçek’in İP’ine yasal izin verildi. Faşist devlet, iç savaşın en kızgın döneminde, Gaziosmanpaşa’da izinli bir kutlamaya izin verdi. Sosyalist hareketteki ilk büyük kırılma, işte bu “kutlama” oldu. Çok çeşitli “gerekçelerle” tüm sosyalist çevreler ve sendikal hareket soluğu bu yasal mitingde aldı. Devrimci geleneği, “ortak hafızayı” savunmak ve yaşatmak, tek başına Leninistler’e düştü. Bu tarihten itibaren her sene, Leninistler dışındaki sol/sosyalist hareket Taksim’e sırtını döndü. Ama Taksim, her sene 1 Mayıs’ta ana gündem maddesi olmaya devam etti. Çünkü bir avuç devrimci, büyük bir inatla o alana çıkmaya devam etti. İşkenceleri, silahla yaralanmayı, tutuklanmayı, zindana atılmayı göze alarak her 1 Mayıs’ta, Taksim 1 Mayıs Alanı’nda proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırdı.
“Ortak hafıza” ve devrimci geleneğin canlı tutulmasından bahsederken, somut gerçekleri dile getirmiş oluyoruz. Belgeleriyle 1 Mayıs ve Taksim’in tarihini okumak isteyen okurlar, belgeler derlemesi olan şu çalışmamızı okuyabilirler.
Sosyal reformistlere ve onların kuyruğundan ayrılmayan oportünist hareketlere gelince... Leninistlerin yarattığı bu devrimci baskı, bu kesimleri kendi tabanları karşısında zor durumda bırakmaktaydı. Bu yüzden her yıl istemeseler de bu “lanetli alan tartışmasına” girmek zorunda kaldılar. Binbir gerekçeyle soluğu yasal 1 Mayıs’larda alırken, söylem ve yazılarında Taksim’i anmadan geçemez oldular.
Her sene 1 Mayıs öncesi “alan tartışmasının 1 Mayıs’ın özünü karartmasını eleştirmek” adına, devrimci harekete en şiddetli saldırı bu kesimlerden geldi. Ama niyetleri ne olursa olsun, adını dahi anmak istemedikleri Taksim Meydanı, tam da bu tartışmalar sayesinde, işçi ve emekçi yığınların belleğinde canlı yerini korumuş oldu. Abartısız söylüyoruz. Tek başına Leninistlerin ödün vermeksizin dillendirdiği “1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanına, Taksim’e!” şiarı ve bu şiarın gereklerini pratik olarak yerine getirmiş olmaları, bütün bir sosyalist hareketi ve sendikaları “tartışma alanına” çekti. Kimse bu tartışmalardan kaçamadı. Bu sayede, Taksim, bu devrimci “ortak hafıza”, hep canlı kaldı.
Yıllar sonra Taksim’deki ilk yasal 1 Mayıs kutlamalarında Meydan’a koşan devrimci işçilerin yüzlerindeki neşe ve gözlerindeki ışıltının ardında Leninistlerin uzun yıllar tek başlarına yürüttükleri göğüs göğüse mücadele, ödediği ağır bedellerin yatmaktadır. Sosyal reformist partilerin ve onların dümen suyundan gidenlerin unutturmaya çalıştıkları, suskunluk kumkumasıyla boğmaya, hafızalarından silmeye çalıştıkları tarihsel gerçek budur. Ama gerçekler inatçıdır. İşte sermaye sınıfı, çelişkileri yumuşatır umuduyla on yıllardır, kızıl bir şerit gibi bu güne uzanan “ortak hafıza”dan söz etmek zorunda kalmış.
Sosyal reformist partiler ve onların dümen suyundan gidenler, geçmişte, “hafıza-i beşer”in unutkanlıkla sakatlanmış olmasına güvenirlerdi. Fakat, bilim ve teknolojideki gelişmeler sonucu, kolay erişilebilir arşiv onların bu güvenini boşa çıkarmış bulunuyor. 1 Mayıs'larda yıllar ve yıllar boyunca kimin Taksim Alanı'nda ısrar ettiğini, kimin öyle meydan meydan, kah Abide-i Hürriyet'e, kah Kadıköy'e, kah Gaziosmanpaşa'ya, kah şuraya, buraya gezdiğini arşivden bulmak artık çocuk oyuncağı kolaylığında.
Marx bir yerde, halkın devrimci geleneklerinin burjuvaziyi daima korkuttuğunu, bu yüzden tüm gücüyle bu türden gelenekleri unutturmaya çalıştığını ifade eder. Gücünün önemli bir kısmını toplumun tutucu geleneklerinden alan bir sınıfa dair çarpıcı bir gözlemdir bu.
Bu gözlemden devrimciler açısından çıkarılacak sonuçlardan biri, emekçi yoksul yığınlara halkın devrimci geleneklerini, devrimci tarihini bıkmadan usanmadan hatırlatmaları, kavratmaları gerektiğidir. Leninistlerin 1 Mayıs Taksim politikasıyla yaptıkları şey, tam olarak budur.