Beklenen oldu ve son Fransız asker Nijer'i terk etti. Daha doğru bir ifadeyle söylersek, Fransa'nın son askeri de Nijer'den kovuldu. Nijer'de artık Fransız askeri yok.
Bu, Afrika'da Avrupalı, ama özellikle de Fransız emperyalistlere karşı son iki-üç yıldır gelişen yoksul halk destekli bir dizi askeri darbenin son halkasıydı. Fransızlar, sözünü ettiğimiz süre içinde Mali, Burkina Faso, Gine, Gana gibi Afrika ülkelerindeki hegemonyalarını kaybettiler. Art arda gerçekleşen askeri darbeler Fransa'nın bu ülkelerdeki egemenliğine son verdiler.
Belki de en az bunun kadar önemli bir gelişme, emperyalistlerin bu ülkelere müdahale yeteneğinin kalmadığının ortaya çıkması oldu. ABD dahil, emperyalist devletlerin Afrika kıtasında dayandıkları ülkelerin başında gelen Nijerya, işbirlikçi Afrika devletlerini arkasına alarakNijer'i askeri işgalle uzun süre tehdit etti.
Fakat bunun boş tehdit olduğu ortaya çıktı. Ne Nijerya'nın ne de öteki işbirlikçi devletlerin Nijer'e ya da emperyalistlere başkaldıran Mali, Burkina Faso, Gine, Gana gibi Afrika devletlerine müdahale edecek takatleri vardı.
Askeri zayıflıklarından değil elbette. Ama birincisi, kendi halklarının emperyalistlere ve işbirlikçilere duydukları öfkenin devrimci ayaklanmalara yol açabileceğinden duydukları korku; ikincisi, askeri darbeyle yönetime gelen ordulara o ülke halklarının verdikleri güçlü desteğin farkında olmaları bu işbirlikçilerin elini ayağını bağladı.
Sonuçta SAHEL oarak adlandırılan Batı Afrika bölgesinde emperyalistlerin askeri varlığı ya tümden bitti (Örneğin Mali'den, 2022 yılının Ağustos ayında tüm Fransız askerleri çekilmek zorunda kalmışlardı. Burkina Faso'dan ise 2023'ün Şubat ayında tası tarağı toplayıp gitmişlerdi) ya da kimi ülkelerde çok az bir askeri varlığını sürdürüyor. Nijer, Fransızları kovan ülkeler zincirinin şimdilik son halkası oldu.
Yeri gelmişken altını çizmekte yaraa var: Fransa ve diğer emperyalist devletler, Afrika kıtasındaki askeri varlık ve işgallerine “radikal dinci gruplar'ı bahane ediyorlar. Bu gruplara karşı, örneğin Burkina Faso'da “Sabre Operasyonu” düzenleme bahanesiyle askeri üsler edinmişlerdi. İşbirlikçi hükümetler, emperyalistlere bu bahaneyle askeri alan açıyorlardı. İşbirlikçi yönetimleri askeri darbeyle deviren ordular, emperyalistleri de göndermeye başladılar.
Sonuçta, Afrika kıtasında, haritada da görüldüğü gibi, kıtanın tam ortasından, bir uçtan diğer uca, emperyalist varlığın ortadan kaldırıldığı ya da en azından zayıflatıldığı bir şerit ortaya çıktı. Buna, Orta Afrika Cumhuriyeti'ni ve Fransa ile şiddetli bir kavga içindeki Cezayir'i de eklersek, Afrika kıtasında emperyalist egemenliğin nasıl sarsıldığı daha net anlaşılır.
Bütün dünyada ama özellikle de Afrika kıtasında emperyalist hegemonya hızla çöküyor. Emperyalistler, uranyum, altın, elmas, petrol gibi değerli ve silah sanayi dahil, sanayi üretimleri için önemli hammadde kaynaklarını yağmalama olanaklarından yoksun kalıyorlar. Bunun emperyalist-kapitalist sistemin krizini derinleştirdiğinden kuşku yok.
Şüphesiz, Afrika kıtasında başlayan bu antiemperyalist dalganın arkasında yoksul, ezilen halkların gücü var. İşbirlikçi yönetimleri devirerek yönetimi üstlenen ordular, güçlerini esas olarak bu güçten alıyorlar. Ülkelerin askeri güçleri ile yoksul kitleler arasındaki bu ilişki, yeni yönetimlere “halkçı” karakter kazandırıyor; yönetimlerin yoksul emekçi halkların çıkarlarına uygun bir politika izlemelerine neden oluyor.
Ancak bu, yoksul, emekçi sınıfların tam ve kesin kurtuluşu için güvence anlamına gelmiyor. Çünkü, kapitalist üretim ilişkileri içinde kaldıkça, üretim araçlarının ve toprağın özel kapitalist mülkiyeti sürdükçe emperyalistler askeri olarak kovuldukları ülkeye sermaye ihracı yoluyla, mali ve diplomatik bağımlılık oluşturarak tekrar giriş yapma olanaklarına sahipler.
Bu tehlikeden sakınmanın tek yolu, antiemperyalist mücadeleyi antikapitalist mücadeleyle birleştirmek; üretim araçlarının, toprağın toplumsal mülkiyetine dayalı sosyalizm yoluna girmektir.
Afrika'nın antiemperyalist yönetimleri bu yolu tutacaklar mı? Bunun kesin yanıtını şimdiden vermek mümkün değil. Bununla birlikte, emperyalist-kapitalist sistemin dünya proletaryasına karşı “küresel iç savaş” başlattığı; dünya proletaryası ve emekçi halklarının dünyanın her tarafında isyan ve ayaklanmalarla dünya burjuvazisine yanıt verdiği koşullarda sözünü ettiğimiz devletlerin emperyalizme karşı bayrak açmış olmaları bu konuda umutlu olmamız için yeterli nedendir.
Afrika işçi sınıfına ve yoksul halklarına güvenimiz tamdır. Bu halk, yüzyıl öncesinin, elli yıl öncesinin halkı değildir. Şimdi çok daha bilinçli, çok daha örgütlü, kendi sınıf çıkarlarının çok daha farkındadır.
Son Fransız asker defolup gitti! Afrika halklarının kanını emen emperyalist mali sermayenin de defolup gideceğinden şüphemiz yok.