İç savaş yasalarını tekrar tekrar gündeme getiren kim? İşçi sınıfı, ezilen emekçi, yoksul halklar mı? İlk bakışta durum bunu gösteriyor. Ama bu sadece ilk bakışta öyledir. Soruna daha yakından bakıldığında durumun, görünen biçimin tam tersi olduğu görülecek.
Yargıtay 3. Dairesi'nin Can Atalay'la ilgili kararı bu konuyu tekrar gündeme getirdi. Soruna dar bakış açısı nedeniyle görüp anlayamadıkları sorun şudur: Yargıtay 3. Dairesi meseleye tamamen iç savaş yasaları çerçevesinde yaklaşıyor. Burada yasallık artık burjuva sınıfı egemenliği sıkıştıran, burjuva sınıfı boğan, faşist devletin elini kolunu bağlayan bir mengeneye dönüşünce burjuvazi için tek yol kalır: Kendi yasallığını tanımamak.
Tarih ya da sınıf savaşı diyelim, bu olguyu kavramayan, burjuvazinin “kendilerine merhamet edeceği korkusu ve umuduyla dolu boş bir bağırsak”tan ibaret olan dar kafalıları dün şiddetle karşı çıktıkları “1982 Evren Anayasası”nı savunmak gibi bir ironiyle karşı karşıya getirdi. Şimdi hep bir ağızdan, göğüslerini yumruklayarak bağırıyorlar: “Yargıtay Anayasayı çiğniyor”. Hangi Anayasayı? 1982 Evren Anayasası'mı? İyi de daha dün denilebilecek bir zaman öncesinde, hepiniz 1982'den beri yürürlükte olan bu Anayasa'ya karşı değil miydiniz?
Tanrının değil ama burjuvazinin, faşist devletin “kendilerine merhamet edeceği korkusu ve umuduyla dolu boş bir bağırsak”tan ibaret olan bu darkafalılar, bu halleriyle, “yetmez ama evet”çi tayfanın bile gerisine düşüyorlar. Onlar hiç olmazsa ileride tümden değiştirilir umuduyla, 12 Eylül Anayasası'nın kısmen değiştirileceği vadine saf saf kanıp, “yetmez ama evet” demişlerdi. Bu dar kafalılar, Yargıtay'a, dinci faşist iktidara, faşist devlete karşı 12 Eylül Anayasası'nın arkasına geçiyorlar.
Oysa Yargıtay'ın yaptığı şey, gücü elinde bulunduranın adına, faşist devletin bir kurumu olarak, iktidarın bekası için anayasayı yorumlama hakkını kullanmaktan ibaretti. İzlediği yol, tümüyle sınıf savaşının, iç savaşın yasalarına uygundu. İç savaşta yasalar, anayasa böyle yorumlanır ve yorumlama hakkı da gücü elinde bulunduranın, haliyle anayasayı ve yasayı uygulayanındır.
Aslında, burjuvaziye, burjuva düzene gırtlaklarına kadar güvenle dolu olmasalardı, yasaların bu uygulanışının günümüzde son derece yaygın olduğunu görürlerdi. Ceza infaz yasası, devrimci tutsaklara karşı tam da iç savaş yasalarına uygun biçimde uygulanıyor. Burjuva mahkemelerin verdikleri cezaların süresi dolmasına karşın, yasayı uygulayan basit, sıradan memurlar, yasayı yorumlayarak devrimci tutsakları keyfi biçimde, tahliye etmiyor, aynı şekilde, hasta tutsaklar tedavi edilmeyerek ölüme terk ediliyorlar. Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, bu anayasaya ve yasalara dayanarak Rojava'ya her gün saldırı düzenliyor, kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk demeden öldürüyor. Güney Kürdistan'da yine anayasa ve yasalarına uygun olarak UKH'ne karşı kimyasal silahların da kullanıldığı bir savaş yürütüyor, vb. vb.
Bu kadar basit, kolay anlaşılabilir gerçekler bu darkafalılar tarafından neden anlaşılmıyor ya da görülmüyor? Çünkü, kitleleri burjuvaziye güven duymaya teşvik eden bu darkafalıların kendileri burjuva yasallığıyla son derece bozulmuş ve alıklaşmışlar.
Şu soru sorulabilir ve sorulmalıdır: Bu darkafalı sosyal reformistler, anayasa ve yasaların tüm toplumsal kesim ve kişilere aynı ve eşit biçimde uygulanacağına neden büyük güven duyuyorlar? Çünkü, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın “kendilerine merhamet edeceği korkusu ve umuduyla dolu boş bir bağırsak”tan ibaret olan bu insanlar, kapitalizmin emperyalizm öncesi gelişme dönemine ait olan, dolayısıyla ömrünü doldurmuş ve “bir burjuva işçi politikasının temellerine dönüşmüş” olan “mutlak legalizm, salt legalizm” batağına batmışlardır. Bundan kurtulmadıkça -ki kurtulmaları mümkün değil- burjuva yasallığıyla bozulma ve alıklaşmanın derinleşmesi kaçınılmaz.
Sorunun çözümü, burjuva sınıf egemenliğini birleşik toplumsal devrimle yıkarak tam demokrasiye geçişi sağlamak, oradan kesintisiz biçimde sosyalizme doğru ilerlemektir. Sözünü ettiğimiz “tam demokrasi” halk iktidarı, halk demokrasisi anlamındadır ve sosyal reformist partilerin, oportünist hareketlerin bu “demokrasi mücadelesiyle” uzaktan yakından alakası yoktur. Onlar, “demokrasi mücadelesi” derken, burjuva düzenin aksayan yönlerini düzeltecek, yırtığını-söküğünü tamir edecek reformların gerçekleştirilmesini; burjuva düzenin emekçiler için “daha yaşanabilir” hale getirilmesini anlarlar.
Demokrasi, bir devlet biçimidir. Sosyal reformist partilerin sınıf karakterini belirtmekten özenle kaçındıkları burjuva demokrasisi, burjuva sınıfın işçi sınıfı ve sömürülen diğer emekçi sınıflar, ezilen halklar üzerindeki baskı aracıdır. Halk demokrasisi ise, işçi sınıfı ve müttefiklerinin, egemenliği yıkılmış ama yok olmamış, yenilmiş ama hala direnme güç ve olanaklarına sahip olan burjuva sınıf üzerindeki baskı ve egemenlik aracıdır. İşçi sınıfının, ücretli emekçilerin ve ezilen yoksul halkların uğruna mücadele etmeleri gereken demokrasi işte bu demokrasidir.
Halk demokrasisi, devrimci demokratik iktidar ya da dileyen tam demokrasi de diyebilir, içerik böyle anlaşıldıktan sonra, kavramların pek önemi kalmaz, sınıfsal baskıyı ortadan kaldırmaz. Ancak bu demokrasi altında, “sınıf savaşımı daha doğrudan, daha geniş, daha açık, daha belirgin hale gelir.” Proletarya, bu demokrasiye sosyalizme geçmek için ihtiyaç duyar. Çünkü ancak böyle bir demokrasi mücadelesi içinde eğitimden geçmiş bir işçi sınıfı sosyalizmi kurabilir. Halk demokrasisi altında, başta bütün işçiler olmak üzere, kadınlar, ezilen uluslar, ücretli emekçiler kitlesi sorunlarının “hak eksikliği”nden değil, kapitalizmin kendisinden kaynaklandığını; meselenin özünün kapitalizmi ortadan kaldırmak olduğunu görürler.
Meselenin özü, burjuva demokrasisinde istisnasız bütün hakların biçimsel, dar, koşullara bağlanmış, sınırlı ve gerçekleştirilmeleri aşırı ölçüde güç haklar olmalarıdır. Halk demokrasisi, “kapitalizmde ancak çok ufak ölçüde ve yalnızca göreli olarak elde edilebilen” bu haklarını hemen, koşulsuz ilan ederek işçi sınıfını ve diğer emekçi kitleleri sosyalizm savaşına hazırlar.
Meselenin püf noktası, somut olmakta yatıyor. Somut olmadıkça, burjuva demokrasisi için mücadele eden sosyal reformist parti ve güçlerle sınır çizgisi ya da kesin farklılıklar ortaya konmuş olmaz. Nedir bu haklar? Bu hakların başında ulusların kendi kaderini tayin hakkını, derhal ve koşulsuz tanımak gelir. Daha da somut konuşursak, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını ve diğer ulusal topluluk halklarının tam hak eşitliğini hiç bir ön koşula bağlamaksızın tanımak ve ilan etmek gelir. Ordusundan polisine, MİT'inden diğer istihbarat kurumlarına, zindanlarından yargı sistemine kadar faşist devlet kurumlarının dağıtılması gelir vb vb. Tarihin canlı diyalektiği, siyasal alana ait bu önlemlerin sosyalizme geçiş için köprü görevi görmelerini sağlar.
Devrimci öncü işçilerin, devrimci proletaryanın ve işçi kitlelerinin dikkat ve ilgisi işte bu içerikteki demokrasi mücadelesine çevrili olmalı. Yargıtay-AYM-Anayasa gibi, bütün ufku burjuva düzenle, bu düzenin yırtığını-söküğünü tamir etme çabasına değil.