Emperyalistler arasında saldırganlık yarışında sıra sürekli değişiyor. Şimdi, bayrağı Fransız emperyalistler diğerlerinden devralmış görünüyor. Yarın ne olacağı, bayrağı kimin ele alacağı belli değil.
Fransız tekellerinin siyasi mutemedi, Rotschild tekelinin temsilcisi Emmanuel Macron, faşist Ukrayna'ya destek amaçlı düzenlenen konferansın hemen öncesinde “herkesin -emperyalistlerin demek istiyor- güvenliği tehlikede” diyerek NATO ve özellikle Avrupa'lı emperyalistleri, NATO ve ABD'yi dolaylı ifadelerle Rusya'ya karşı savaşmak üzere Ukrayna'ya askeri birlik göndermeye çağırdı.
Konferans, önemsenmeyecek gibi değil. Çoğu Avrupalı emperyalist devletlerden olmak üzere yirmi yedi ülkenin devlet başkanları ya da hükümet yetkililerinin katıldığı bir konferans bu. Gerçi, emperyalist hükümetler artık bu tür toplantıların da suyunu çıkardılar ve mahalle dedikodusu yapılan yerlere çevirdiler bu tür konferansları.
Emperyalist-kapitalist sistem çöküşe doğru yol aldıkça siyasi temsilcileri, devlet ve hükümet başkanlarının da çapı düşüyor. Yeteneksiz, beceriksiz ve bilgisiz bireyler devletin en tepesine çıkıp ulusun yazgısıyla ilgili kararlar alabiliyor. Bu, çöküşün eşiğine gelen tüm sınıflı toplumların ortak çizgisidir. Çöküş yaklaştıkça bu tür kişiler devletin, hükümetin tepesine tırmanırlar. Daha doğrusu, yukarı doğru itilirler.
Ukrayna'nın uyuşturucu müptelası başkanı Zelenskiy'e, İngiltere’de kısa sürede başbakanlık koltuğuna tırmanan (sonuncusunda resmen atamayla koltuğa oturan) her biri birbirinden çapsız zatlara... Ama, bunların tümünü elinizin tersiyle itip sadece ABD'nin bunak, pedofil olduğu oğlu tarafından ifşa edilen başkanına bakın yeter!
Yine de ciddiye almalı. Çünkü, dünya mali sermaye merkezlerinin bu temsilcilerinin ellerinde muazzam etkilere sahip konvansiyel silahlar var, ve dahası nükleer silahların düğmeleri parmaklarının altında.
Fransa Devlet Başkanı Macron, “Rusya bu savaşı kazanamaz ve kazanmamalı” dedikten sonra, bu amaca ulaşmak için gereken her şeyin yapılması gerektiğini, bu bağlamda, Ukrayna'ya asker gönderme ihtimalinin ihtimal dışı olmadığını söylemiş ve “Rusya'nın yenilgiye uğratılmasının Avrupa'da güvenlik ve istikrar için vazgeçilmez olduğuna inanıyoruz” diye eklemiş.
Macron'un bu ifadeleri, Fransa'nın 35 yaşındaki başbakanı ve onun sevgilisi Dışişleri Bakanı tarafından da desteklenmiş. Açık ki, Macron'un sözleri düşünülmeden, irticalen söylenmiş sözler değil. Düşünülmüş, planlanmış bir politikayı açığa vuran sözler bunlar.
ABD'den İngiltere'ye, oradan Almanya'ya kadar hemen hemen tüm emperyalist devlet ve hükümet başkanları Macron'un sözlerine katılmadıklarını ve Ukrayna'ya asker gönderme planları olmadığını açıkladılar.
Bu açıklamaların hepsi birer yalandan ibaret. Emperyalistlerin ve onların savaş örgütü NATO'nun binlerce asker ve subayı zaten Ukrayna'da Rusya'ya karşı savaşıyor, savaşı bizzat yönetiyorlar. Tek fark şu ki, bunu resmen ilan etmiş, buna resmi bir ifade kazandırmış değiller. Yoksa, Rusya'nın stratejik yenilgiye uğratılmasının hepsinin ortak hedefi olduğunu biliyoruz.
Fransız emperyalizminin, sonu nükleer felaketle sonuçlanacak bir savaşı neden kışkırttığı, saldırganlık bayrağını neden hevesle ellerine aldığı sorusu elbette sorulmalı. Bu bayrağı her daim ellerinde tutan NATO bir tarafa, dönem dönem farklı devletlerin hükümetleri bu konuda bayraktarlık yapmakta. Bir ara Almanya ve onun Dışişleri Bakanı, yeşil Annelana Bearbock, sonra, İngilizlerin Boris Johnson’ları ve Liz Truss'ları; arkasından Polonya hükümeti üzerinden ABD... Şimdi de Macron.
Macron'un yani, Fransız emperyalizminin topyekun bir dünya savaşını kışkırtma heveskarlığını Fransa'nın genel koşullarında aramak lazım. Bu genel koşulların ana çizgileri neler?
Her şeyden önce Fransız emperyalizmi dün sayılabilecek bir zaman öncesinde, Rusya'nın da desteği ile, Afrika halkları tarafından, Afrika'daki yeni-sömürgelerinin bir kısmından kovuldu. Burkina-Faso, Nijer, Mali bunların en önemlileridir. Böylece Fransız emperyalizmi sadece manevi bir darbe yemiş olmakla kalmadı; onunla birlikte son derece ucuz, “beleşe” diyebileceğimiz, öncelikle uranyum ve petrol kaynaklarından; bunlarla birlikte diğer hammadde kaynaklarından da mahrum kaldı.
Fransız emperyalizmi, ABD, İngiltere gibi emperyalist rakipleri tarafından son bir kaç yılda geride bırakıldı. Macron, Ortadoğu'da belli bir ağırlık sahibi olma çabalarından sonuç alamadı. Arkasından, Avustralya ile yaptığı nükleer denizaltı projesinden ABD ve İngiltere tarafından dışlandı. Bu yağlı lokma Macron'un kursağında kaldı.
Fakat tüm bunlarla birlikte ve tüm bunlardan çok daha önemlisi, Fransa'da süren ve gittikçe şiddetlenen sınıf savaşıdır.
Olayların çok yoğun, dolayısıyla çok hızlı geliştiği bu devrimci dönemde insan pek çok gelişmeyi üzerinden uzun yıllar geçmiş gibi hafızasının arka tarafına atabiliyor. Oysa çok değil, tam bir yıl önce, emeklilik yasasıyla ilgili gerçek bir isyan çıkmıştı Fransa'da. Öyle ki, İngilizlerin yeni Kral'ı Charles, korkudan Fransa ziyaretini iptal etmek zorunda kalmıştı.
Bu eylem dalgasından önce unutulmayan “Sarı Yelekliler İsyanı” patlak vermişti. Burjuva basın bunu “Küçük insanların isyanı” diye vermişti. Bu isyan, ayaklanma dalgası bütün Fransa'yı etkisi altına almış ve derin izler bırakmıştı.
Şimdi de çiftçilerin, yani tarım emekçilerinin, küçük toprak sahibi emekçi köylülerin sadece Fransa hükümetinin değil, onunla birlikte Avrupa Birliği adlı sömürgenlerin de politikasına karşı dörtbaşı mamur bir isyan, bir ayaklanma içindeler. Bunlara işçi grevleri, Filistin halkı için yapılan ve milyonlara varan kitlenin katıldığı devrimci kitle eylemleri eşlik ediyor. İsyan sürüyor.
Ama bu, sadece Fransa'nın sorunu değil. Emperyalist-kapitalist sistem çöküşe doğru giderken bütün Avrupa ülkelerinde sınıf savaşı sertleşiyor. Devrimci kitlelerin kendi hükümetlerinin politikalarına karşı eylemleri, işçi sınıfının grevleri, çalışan emekçilerin grevleri, çiftçilerin isyanı bütün Avrupa'yı sarsıyor.
Sınıf savaşındaki bu tablo, emperyalistleri tam bir açmaza sokmuş durumda. Bir yanda sınıf savaşını kazanmak için bir dış savaşa olan ihtiyaç giderek artıyor ama diğer yandan bir dış savaş için “cephe gerisinde” kitlelerin kendi hükümetlerinin politikalarına büyük bir sessizlikle itaat edecekleri bir ortama duyulan ihtiyaç...
Bir dünya savaşına cesaret edebilecekler mi? Kendi ülkelerindeki sınıf savaşı, bir yerde cesaretlerini kırıyor. Bundan da önemlisi, Rusya'nın askeri gücü onları ürkütüyor, uzanmak istedikleri ciğerin kendi felaketlerine yol açabileceğini görüyorlar. Macron'un Ukrayna'ya asker gönderme çağrısına, Rusya sert bir açıklamayla yanıt vermekte gecikmedi:
“Ukrayna'ya NATO askeri birlikleri gönderme olasılığından bahsetmeye başladılar. Ancak biz, bir zamanlar ülkemizin topraklarına asker gönderenlerin akıbetini unutmadık....Artık olası müdahaleciler için bunun sonuçları çok daha trajik olacak. Topraklarındaki hedefleri vurabilecek silahlarımızın da olduğunu anlamalılar”
Anlarlar mı, bilmiyoruz. Ama, emperyalistlerin çöküşü, isyan, ayaklanma ve toplumsal devrimleri durdurmak, dünya proletaryası ve emekçi halklarını ezmek için yıkıcı bir savaşa ihtiyaçlarını olduğuna, pek çok defa işaret ettik.
Emperyalistler arasında Rusya'ya karşı savaşa girme konusunda, en azından şimdilik, tam bir birlik olmadığı kesin. Slovakya Başbakanı Fico, “çılgınlık hali” olarak tanımladığı bu durumu şu sözlerle açık etti:
“Ukrayna'ya askeri birliklerini göndermeye hazır olan ülkeler olduğunu doğrulayabilirim. Asla göndermeyeceklerini söyleyen ülkeler var, Slovakya da bunların arasında. Bu teklifin düşünülmesini isteyen ülkeler de var.”
Yine de bu savaşa oldu-bitti gözüyle bakmamak lazım. Kapıyı çalan bu yıkıcı savaşı, isyan ayaklanma ve devrimler; bunlarla birlikte Çin, Rusya, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin askeri güçlerinin caydırıcılığı önleyebilir; bu mümkün.