Dinci faşist yönetim ve tekelci sermaye sınıfı cephesinde durum kötü. Ne yapacaklarını, nasıl yöneteceklerini şaşırmış durumdalar. Eskisi gibi devam edemiyorlar; eskisinin yerine ne koyacaklarını bilmiyorlar.
Önce RTE sahne aldı ve “siyasette yumuşama lazım” demişti. Çok “sert” gittiklerini, bunun emekçi sınıflarda ve Kürt halkında büyük tepkilere yol açtığını görmüşlerdi. Yerel seçim sonuçları onlarda bu değerlendirmeye yol açmıştı. Düzenin öteki partisinin genel başkanı, kavramı düzeltmek istedi ve “yumuşama” yerine “normalleşme” kavramını tercih ettiğini söyledi.
Düzen açısından bir şeyler ters gidiyordu; dümen kırmak lazımdı. Bir kez daha, “egemen sınıf, bir yöntemden ötekine keyfi nedenlerle değil, varlık koşullarının zorunlu gereği geçer”. Toplumu yönetme yöntemlerinde bir değişiklik yapmak gerekiyordu ama varolanın yerine ne koyulmalıydı ya da konulabilirdi? Sorun buradaydı.
Düzenin iki ana partisi, AKP ve “komünist”lerin “utanarak-sıkılarak değil” düpedüz destekledikleri CHP, yöntem değişikliğinde, kavramlar hariç, fikir birliği içindeydiler. Onlar, fikir birliğine varıp, “yumuşama-normalleşme” deyiverince, sadece bu sözcükler, sosyal reformist partileri, uzlaşmacıları, liberalleri yumuşacık yapmaya yetti de arttı bile. Demokratik açılımlar, “Kürt sorunu”nun barışçıl çözümü, toplumsal barış, diyalog, siyasal çözüm vb.vb. üzerine yorum ve değerlendirmeler gırla gitti.
Burjuva sınıfın ve faşist devletin kendilerine merhamet göstereceği korkusu ve umuduyla dolu boş bir bağırsaktan ibaret olan bu darkafalıların dinci faşist yönetimin “yumuşayacağına” dair tüm umutları söndü.
Egemenliğini sürdürmek üzere toplumu yönetme yöntemleri konusunda kısa süren bir yalpalamadan sonra, dinci faşist iktidar, eski yöntemlerle yola devam kararı almış görünüyor. RTE'nin son açıklaması buna güçlü bir işaret kabul edilmeli. Şöyle demiş son açıklamasında RTE:
“Cumhur İttifakı, 85 milyonun birliğinin, dirliğinin ve kardeşliğinin teminatıdır. İttifakımız ne kadar güçlü olursa, Türkiye de o derece güvende olacaktır. Bunun için fitne kazanı kaynatanların oyunlarına kesinlikle gelmeyeceğiz. Partimizin ve ittifakımızın surlarında gedik açılmasına fırsat vermeyeceğiz. Mücadelemizi saflarımızı daha da sıklaştırarak, dayanışmamızı güçlendirerek yürüteceğiz. Siz dava arkadaşlarıma güveniyorum”
Önce bu sözleri gerçek anlamına çevirelim. Birinci cümlenin Türkçesi, Cumhur İttifakı, tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin teminatıdır. İkinci cümlenin gerçek anlamı; dinci faşist ittifak ne kadar güçlü olursa tekelci sermaye sınıfı egemenliği o derece güvende olacaktır. Beşinci cümleyle demek istiyor ki RTE, “yumuşama” filan bekleyenler havalarını alacak, faşist baskı ve terörü arttırarak yola devam edeceğiz. Bu konuda, “dava arkadaşlarına” yani resmi-sivil faşistlere güveniyor.
Darkafalı ahmakların, faşizmden ve kapitalist sömürüden çıkış için birleşik devrimden başka yol olmadığını anlamaları için daha ne lazım?
Ayrıca şu ifadeye de açıklık getirmek gerek: “Bunun için fitne kazanı kaynatanların oyunlarına kesinlikle gelmeyeceğiz.” Doğrusu böyle bir kazan kaynatan filan yok. “Yumuşama” konusunu ortaya atan RTE'den başkası değildi. Bu sözcüğü onun kulağına fısıldayanlar bu öneriden vazgeçince kendileri de çark etmek zorunda kaldılar. Kürt halkı, Türkiye işçi sınıfı, emekçileri, yoksul kitleleri bir ayaklanma, bir devrim için enerji biriktirirken ve önümüzdeki dönemde bu enerjinin katlanarak büyümesi beklenirken “yumuşacık” halde egemenliği ayakta tutmanın mümkün olmadığını anlayacak tecrübeleri vardı.
Biraz sallanır gibi oldukları doğrudur. Bu, karar anında her zaman görülebilecek bir durumdur. Ama tekelci sermaye sınıf ve dinci faşist iktidar durumu hemen toparlamış görünüyor. Elbette, bu karar sürecinde sadece tekelci sermaye sınıfını görmek büyük bir eksiklik olur. Esas karar verici mekanizma olarak emperyalist devletleri ve emperyalist mali sermaye odaklarını hesaba katmadan olmaz. Onlar ise, dünya işçi sınıfına, emekçi halklarına, sosyalist ülkelere, Rusya ve Çin'e karşı kanlı bir savaşa hazırlandıkları bir süreçte, en ihtiyaç duydukları bir devlette at değiştirmenin doğru olmadığını bilecek kadar deneyim sahibidirler.
Çok değil, daha bir hafta önce, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, “tarafların İsrail'in Gazze Savaşı konusundaki anlaşmazlığına rağmen Türkiye'nin ABD ile ortaklığının hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu” belirtmiş. Bazı haber siteleri bu açıklamayı, “Türkiye Batı'ya demir atmış durumda” biçiminde vermişler ki, doğruluğundan şüphe etmek için en ufak bir neden yok.
Özetle tekelci sermaye sınıfının ve onun devletinin, yönetiminin emperyalist devletlerle, mali sermaye güçleriyle stratejik ortaklığı, bu dinci faşist iktidar döneminde, daha önce hiç olmadığı kadar, güçlü. Onun için ufak bir dalgalanmadan, buna “kararsızlık” da demek mümkün, sonra, düzen cephesinde sular durulmuş gibi.
Şimdi başa dönüp şu soruyu sorabiliriz: Bütün bu karmaşanın sonu sonuna sebebi nedir? En kısa haliyle, dinci faşist iktidar, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, emekçileri ve ezilen-sömürülen halklarının gittikçe büyüyen öfkesi, devrimci enerjisi karşısında yola nasıl devam edeceğini bilemiyor. Şimdilik, “eski yöntemlerle yola devam” demiş olmaları gerçeği değiştirmiyor. Çünkü, iki ülkenin birleşik devriminin toplumsal ordusu, artık eski yöntemlerle yönetilmek istemiyor; yaşamlarında köklü değişiklik, baskı ve sömürüden tam kurtuluş konusunda kesin bir kararlılık, bir ısrar içindeler. Düzen güçleri devrimin toplumsal güçlerine baş eğdiremiyor.
Bu, birleşik devrimin köklerinin sağlamlığının, gücünün şaşmaz kanıtıdır. Onun için şimdi, birleşik devrime vurgu yapmak, birleşik devrimin propaganda ve ajitasyonunu ısrarla sürdürmek yaşamsal önemdedir.
Onun için büyük bir güvenle, biz kazanacağız diyoruz.