Her türlü yanlış anlamanın önüne geçmek için daha baştan şunun altını çizelim: Kapitalizm için “çıkışsız” bir durum yoktur. Düzenin derin bir bunalım içinde olduğu ya da çökmekte olduğu tespiti, tekelci kapitalist düzenin kendiliğinden çökeceği biçiminde anlaşılmamalı.
Kapitalist sömürü düzeni, burjuva toplum da diyebiliriz, kendiliğinden çökmeyecek.
Hiçbir kolaycılığa kaçmadan, hayalciliğin zerresine izin vermeden hareket edecek isek, şu gerçeği asla akıldan çıkarmamalıyız: Yıkmadan yıkılmayacak. Türkiye ve Kürdistan proletaryası, emekçi halkları; kısacası, birleşik devrimin toplumsal ordusu, komünistlerin öncülüğünde kapitalist sömürü düzenini yıkmadan düzen yıkılmayacak!
Şimdi dünyada bunun canlı örnekleri görüyor, yaşıyoruz. Birkaç yıl öncesinde Sudan, ondan önce Sri Lanka, şimdi ise Kenya, işçi sınıfı ve yoksul kitleler düzeni yıkmayı temel, başlıca, güncel hedef haline getirmedikçe, düzenin yıkılmayacağının örneklerini veriyorlar bize.
Peki düzenin ekonomik ve siyasi bunalım içinde olması; dahası, burjuva toplumun tam bir çürümüşlük içinde çöküşe geçmiş olmasından ne anlamalıyız? Bütün bunlardan anlaşılacak tek şey, kapitalist sömürü düzenini bir toplumsal devrimle yıkmak için koşulların olağanüstü hazır hale geldiğidir; daha ötesi değil.
Türkiye ve Kürdistan'ın içinde bulunduğu koşullar, şimdi, tam da böylesi koşullardır. Somut koşullar, birleşik toplumsal devrim için uygun hale gelmiştir ve dinci faşist iktidarın, faşist devletin, tekelci sermaye sınıfının; dahası emperyalist güçlerin korkularının gerçek kaynağı, asıl nedeni bu somut gerçektir.
Tam da bu nedenle artık gün geçmiyor ki, RTE'nin içeride ve dışarıda “barış” isteyen yeni bir çağrısına tanık olmayalım. Son inci, “Sıkılı yumrukların açılmasında fayda olduğuna” dair açıklama oldu. Birkaç ay önce “normalleşme-yumuşama” çağrıları ortalığı kaplıyordu. Bu boş çağrılar delik balon gibi sönünce yerini “sıkılı yumrukların açılması” çağrılarına bıraktı.
Elbette, “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi”nin görüşüdür bu; şahsi değil. RTE, Kabine toplantısı çıkışında yapıyor bu açıklamayı. Biz buna rahatlıkla devletin görüşü diyebiliriz. Özellikle Suriye ile “el sıkışmak” istiyor faşist devlet. Elbette, mümkünse, mevcut işgalci konumunu terk etmeden yapmak istiyor bunu.
Ayrıntılar bir yana, dinci faşist iktidarın verdiği işaretler burjuva düzenin son derece ciddi bir bunalımın içinde olduğundan kuşkuya yer bırakmıyor. İflas eden şey, kimi liberallerin ve liberal kafalıların iddia ettikleri gibi, dış politika ve bunun bir parçası olarak Suriye politikası değil. Bunlar var ama sorunu bu şekliyle anlamak ve göstermek sorunun sadece bir yanını görmektir. İflas eden, çökmekte olan sadece dış politika değil, ekonomisiyle, politik sistemiyle, eğitimiyle, bürokratik yapısıyla; kısacası her şeyiyle düzenin kendisidir. Düzen devrimci bir bunalım içindedir.
Devrimci bunalım ya da devrimci durum koşulları, kendileri olmadan herhangi bir ülkede devrimin hiçbir biçimde mümkün olamayacağı bu koşullar Türkiye ve Kürdistan'da yıllardır varlar ve bir devrim için sürekli daha elverişli hale geliyorlar. Bu koşulların sonucu, her iki ülkede de devrim günceldir.
Temel mesele, devrimin güncelliği koşullarında iki ülke proletaryası ve emekçi kitlelerinin önüne politik iktidarın devrimci yoldan ele geçirilmesi hedefini en başa koymak ve bütün mücadele biçimlerini, hedeflerini bu büyük amaca bağlamaktır. Leninistleri, diğer tüm sol-devrimci akımlardan ayıran en önemli nokta budur.
Başlıca devrimci görev, devrimin kaçınılmazlığını, zorunluluğunu, kapsayıcılığını, güncelliğini iki ülkenin işçi sınıfına, emekçi ve yoksul kitlelerine durmadan, sürekli anlatmak, bu konuda onların bilinç ve ufuklarını açmaktır.
Toplumun ezilen, sömürülen kitleleri sürekli eylem halindeler. İktidarın iki ülke halkları aleyhine attığı her adıma karşı geliyor, tepki gösteriyor, başkaldırıyorlar. Bu gerçeği, bu somut olguyu her gün, her olayda görmek mümkün. Birleşik devrimi uzak bir geleceğin sorunu olarak görenlere, devrimin bütün bu olayların, eylemlerin, isyan ve ayaklanmaların ortasından doğacağını, bunların bir bileşkesi olarak gerçekleşeceğini hatırlatmalıyız.
Dinci faşist iktidar, bir yandan kitlelerin ayaklanmasından, isyanından korkuyor, ama öte yandan kitleleri yoksullaştırarak, baskı altına alarak, üzerlerinde faşist terör estirerek ayaklanmaya itecek kararlar, politikalar izlemekten başka bir şey yapamıyor. İşçiler için yaptığı budur, Kürt halkı üzerinde yaptığı budur, emekliler, memurlar, kadınlar, gençler üzerinde yaptığı budur. Başka bir ifadeyle, sömürüyü yoğunlaştırarak, faşist baskı ve terörü artırarak devrimin mekanizmasını kuruyor.
Dinci faşist iktidar ve faşist devlet devrimin mekanizmasını kendi elleriyle kurarken, kitlelere devrimin yolunu göstermek, iktidarın devrimci yoldan ele geçirilmesinin zorunluluğunu anlatmak en önemli ve tarihi görev olarak karşımıza çıkıyor. Bunun için gerekli araçları, yol ve yöntemleri bulmak için yaratıcı çalışmaya ve düşünceye başvurmalıyız.
Eylem halindeki kitleler, devrimci hedef ve amaçları kavramakta zorlanmayacaklar. Onlar bunu kavradıkça, bu hedefleri önlerine koyan Leninistlerin etrafında, Leninistlerin önderliğinde hareket etmeleri mümkün olacak.