Özel olarak asgari ücretle çalışan işçilerin; genelde tüm işçi sınıfının, emeklilerin, ücretli çalışanların, yoksul kitlelerin çığlığıdır bu. Bir sokak röportajında atılmış bir çığlık. Birleşik devrimin tüm toplumsal ordusunun durumunu dile getiren ve özetleyen bir çığlık!
“Biz hayatımızın her alanından kısıyoruz. Bizim hiçbir sosyal hayatımız yok. Biz evden dışarı çıkamıyoruz. Biz et, ekmek, sebze alamıyoruz. Biz açız aç. Yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz; onu da bilmiyoruz. Ayakta durmak yaşamaksa yaşıyoruz... Benim vergimden, benim emeğimle ben bunları besliyorum. Beslemek zorunda değilim. İsyan ediyorum. Ben acımdan ölmek zorunda değilim.”
“İsyan ediyorum, ben acımdan ölmek zorunda değilim”. Bu çığlığı atan, herhangi bir siyasal oluşumla bağı olmayan sıradan bir yurttaştır, büyük ihtimalle. İsyan etmek, başkaldırmak eğilimi içinde. İlk fırsatta da bu eğilimini gerçekleştirecek gibi. Sıradan bir yurttaş için yüksek bir bilinç seviyesini gösteriyor. İsyan etmek, başkaldırmak istediği şey, düzenden, burjuva toplumdan, dinci faşist iktidardan başkası değil.
Bu tekil, istisnai bir durum değil. İşçi sınıfının, ücretli emekçilerin, emeklilerin, yoksul halk kitlelerinin ortalama bilinç durumunu ifade ediyor. Bu çığlığı ya da, daha doğru bir ifadeyle, bu bilinç düzeyini her çarşı-pazarda, halkın içinde görmek mümkün. Başta işçi sınıfı olmak üzere, Türkiye ve Kürdistan'da emekçi kitlelerin, yoksul halk kitlelerinin nabzı işte böyle.
“İsyan ediyorum. Acımdan ölmek zorunda değilim” diyen sıradan bir yurttaşın yüksek devrimci bilinciyle, “Bu halk henüz Erdoğan'ı yenmeyi hak etmedi” diyen, adı “komünist” olan bir partinin Genel Sekreteri'nin bilincini karşılaştırsın okur. Sıradan yurttaşlar düzene, dinci faşist iktidara isyan ederken, TKP'nin Genel Sekreteri'nin halka ilişkin değerlendirmesi aynen şöyle:
“Bu ülkede kaç gün grev yapıldı, hiç bir öğrenci hareketi oldu mu kayda değer? Bütün bunları alt alta koyduğumuz zaman bu halk henüz Erdoğan'ı yenmeyi hak etmedi. Ne yazık ki bunu söylemek zorundayım. Bir oy kullanarak bu kadar büyük bir karanlığı, bu kadar güçlü bir projeyi alt edeceğimize niye inandık biz. Mesele burada!”
İşçi sınıfına, emekçi halk kitlelerine değil, burjuvaziye güvenle dolu; onun politik temsilcilerinin olmayan “yeteneklerine” hayran bu sosyal reformisti bir kenara bırakıp devam edelim.
Tekelci sermaye sınıfı ve onun adına dinci faşist iktidar, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin içinde bulundukları devrimci ruh halinin farkındalar ve tam da bu nedenle sosyal medya üzerinde tam bir denetim ve baskı kurmaya çalışıyorlar. Son olarak “sokak röportajları” üzerinde denetim kurmaya, Kürt halkının her türlü adımını, halaylarını, türkülerini, renklerini yasaklamaya; her türlü kitle eylemini polis, asker baskısıyla karşılamaya, instagram yasağını eleştirenleri dahi tutuklamaya başladılar.
Proletaryanın devrimci komünist partisi birleşik devrimin toplumsal güçlerinin nabzını elde tutmak ve taktiğini buna dayandırmak zorunda. Leninist partinin yaptığı tam da budur. Kitleler, isyancı, ayaklanmacı bir ruh hali içindeler. Haliyle, Leninist Parti de, devrimci taktiğini işçi sınıfı ve emekçi, ezilen halk kitlelerinin bu devrimci ruh haline dayandırıyor.
Bunun pratik anlamı, Leninist Parti güçlerinin propaganda ve ajitasyonlarını kitlelerin bu devrimci ruh haline uygun bir içerikle yapmalarıdır. Yoksul kitlelere açlık-sefalet propagandası yapmanın anlamı yok. Onlar açlık ve sefaleti, gelecek korkusunu tenlerinde, kanlarında, ruhlarında hissediyorlar. Onların bizden istedikleri, zaten yaşadıkları şeyleri bizden duymak değil. Onların bizden istedikleri, kendilerine gerçek, tam ve kesin kurtuluşun yolunu göstermemizdir.
“Nereye kadar böyle bilemiyorum ama artık halkın uyanması lazım” diyen emekçilere, “isyan ediyorum, ben acımdan ölmek zorunda değilim” çığlığını atan yurttaşlara, kurtuluşun bu düzenin yıkılmasında ve kurtuluşa giden yolun ilk adımı olarak politik iktidarın emekçi halkın eline geçirilmesinde olduğunu anlatmalıyız. Propaganda ve ajitasyonumuzun temeli bu içerikte olmalı.
Biz emekçi sınıfları, yoksulları, emeklileri, işçileri seçimler, parlamento, düzen içi çözümler değil ancak ve sadece bir devrim; bu devrimle politik iktidarın ele geçirilmesi; bu halk iktidarının yürütme gücü olacak bir Geçici Devrim Hükümeti kurtarır. Kurtuluşa giden yol işte bunlarla ve böyle açılır.
Leninistlerin devrimci taktiği, birleşik devrimin toplumsal ordusunun devrimci ruh haliyle tamamen uyumludur. Yapılacak iş, bu devrimci taktiğe uygun ajitasyon sloganları bulmak; propagandanın içeriğini bu devrimci taktiğe uyumlu kılmaktır.
İşçi semtlerine, yoksul halkın mahallelerine, fabrika ve atölyelere, okullara devrimci taktiğin sloganlarını götürmeli, propagandasını yapmalıyız. İsyan etmek, ayaklanmak isteyen kitlelere doğru politik hedefleri göstermeyi bilmeliyiz.
“Açız aç!” çığlığının atıldığı yerde açlık isyanları kapıda demektir. Geç olmadan, bu çığlığı atan, birleşik devrimin toplumsal güçleriyle sıkı bağlar kurabilmeliyiz. Kaybedecek zaman yok. Bunun için gece gündüz demeden çalışmanın zamanı.