Eskiden emekçi kesimlerin bilinç olarak en geriden gelen kesimleri, katlanıp çoğalan sorunlardan bunalarak “yeter artık” diye isyankar bir hava tutturduklarında, “Erdoğan sesimizi duysun” derlerdi.

Reise duyurmuyorlar, yanlış bilgi veriyorlar” ile başlayan, “haberi olsa izin vermezdi” ile devam eden bir “yumuşatıcı gerekçe” bulunurdu her daim. Hep bir köprü, bir bağ kalmasına dikkat ederlerdi.

İşin doğası böyledir. O keskin kopuş anı gelene kadar, özellikle orta katmanlarda, “yukarı” ile köprüleri atmamak için temkinli atarlar adımlarını. Ama bir kez o “an” geldiğinde, o önü alınmaz, engellenemez kopuş dinamikleri kendini dayattığında çeker kılıcını emekçi kesimler. Bir sıçrama anıdır o. “Yaktık gemileri, geri dönüş yok!” noktasıdır bu.

Örneğin son dönem çiftçi-emekçi köylü hareketini ele alalım. Küçük üreticinin, emekçi köylülüğün durumu malum. Girdi maliyetini bile karşılayamayan mahsuller yüzünden ekip biçmez olmuş. Yanıp yıkılıyor. Bir çöküş, çözülüş, tükeniş söz konusu. Can havliyle harekete geçiyor emekçi köylülük. Tam bir isyan havası...

Dinci faşist iktidar ise, parmağım kör gözüne dercesine “iki yıl ekilmeyen toprakların kiraya verilme hakkı” için yasa çıkartıyor! Küçük üreticiyi, küçük tarla sahibini, çiftçileri, emekçi köylülüğü tam anlamıyla imha etme yasası bu. Hatta daha ileri gidelim, “yasa çıkartarak mala çökme” yöntemi! Bu şekilde orta ve küçük tarla sahibinin üst üste iki yıl ekim yapılmayan topraklarını “birilerine” kiraya verme hakkını elde ediyor hükümet. Dilediği maden şirketine, yahut bir tarım tekeline!..

Bu apaçık olgular en geniş kesimler tarafından görülmüyor mu? Elbette görülüyor. O yüzdendir ki kendi korkunç yıkımlarının sorumlusu olarak “yukarıdakileri” görmeye başlamışlar. Bu duygu, daha doğru bir söylemle, bu düşünce ve görüş, emekçi köylülük arasında kök salmış bulunuyor. Hatta bir adım daha ileri giderek emekçi katmanların en tutucu, en geriden gelen kesimleri arasında bile bu görüş artık kökleşmiş ve billurlaşmış durumda diyebiliriz.

Artık emekçi köylülük (ve geriden gelen emekçi kesimlerin hemen tamamı), dertleri ve sorunlarını “en tepeye” duyurduklarından emin. Dinci faşizmin başının onların durumlarını görüp bildiğinin, onların feryatlarını gayet iyi duyduğunun net bir şekilde farkındalar. Geniş emekçi kesimler artık anlamış durumda ki, “yukarıdakiler” bilerek bilmezden, duymazdan geliyorlar. Bir elektrik akımı gibi yayılan isyan duygusunun bu derece keskinleşmesi, tam da buradan çıkıyor.

Dinci faşist iktidarın neredeyse bir uzantısı denebilecek SETA, yaptığı araştırmaları bir rapor olarak sunmuş AKP’ye. Her ne kadar sonrasında “bizim böyle bir araştırmamız yok” deseler de, yani amiyane tabirle “sümen altı edilmiş” olsa da, araştırmanın varlığı burjuva siyasi kulislerinde kesin bir olgu olarak dillendiriliyor.

Raporda “toplum psikolojisinde Erdoğan'ın dokunulmazlığının ortadan kalktığı” tespit ediliyor. Bu saptama, RTE karşıtlığı temelinde siyaset yürütmeye yatkın burjuva muhalefet kuyrukçusu sosyal reformistler için “Tayyip’ten kurtulmak”, “tek adam rejimini geriletmek” vb. sığ görüşler masasına çerez edilebilir kuşkusuz.

Ama oysa, çok daha derin, yukarıda işaret ettiğimiz kopuş anının ifadesinden başka bir şey değil gerçekte. Yani en geriden gelen emekçi kesimler için söz konusu olan artık "tepeye seslerini duyurmak” değil, tüm bu yokluk ve yoksunluktan, yıkımdan bizzat “tepeyi sorumlu tutmak"tır. Bu kesimlerin “çarın dilekçecileri” olmaktan çıkıp, “çarın celladı olmaya” geçmekte olduklarının resmidir. Bizzat iktidarı hedef tahtasına koyduklarını göstermektedir. İşte çığın kopup geleceği aşama, tam da burasıdır.

Toplumsal gelişimin evrensel kuralıdır. Toplumsal sistem çöküş sürecine girdiğinde en geri kitleler dahi iç güdüsel olarak devrime yaklaşır, devrimcileşirler. Bu temel gerçeği kavrayamayanlar, emekçi yığınların kendiliğinden eylemlerinde, ancak ve ancak düzene yedeklenebilecek bir “reform kanalı”nın açılmakta olduğunu görürler. Burjuva muhalefetin kuyruğuna takılmaktan ötesini hayal edemezler. CHP’nin organize ettiği “çiftçi mitingi”nin “Sol”daki yankısına bakmak kafi!

Oysa emekçi yığınların en geriden gelen kesimleri, tam da çöküş sürecinin doğrudan sonucu olarak ileri atılıyorsa, buradan çıkarılacak tek sonuç, politik iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi ve yeni bir siyasal düzen kurma mücadelesi, emekçi yığınlarda karşılık bulacak en güçlü politika haline gelmiş demektir.

Çığ kopmak üzere. İşçi sınıfının en yakın müttefiki olacak emekçi ve yoksul köylülük bizzat dinci faşist iktidar ve tekelci kapitalist düzenin kendisi tarafından devrimin kollarına atılıyor. Birleşik devrimin toplumsal güçleri nesnel olarak bir araya geliyor; sokakta, meydanlarda buluşuyorlar.

Bu yüzden, bir devrim hükümetinin, onun somut devrim programının güncel propaganda ve ajitasyon çalışmasında temel konu olacağı yer ve zamandayız.

Kaybedilecek zaman yok: Şimdi devrim zamanı!