Bir “Emek Cephesi” arayışı, devrimci, sosyalist, halkın demokrasisinden yana herkesin özlem ve isteği haline gelmiş. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Sermaye sınıfına ve onun politik güçlerine, her şeyden önce de politik iktidarına karşı mücadelenin tüm emek güçlerinin birliğini gerektirdiği düşüncesi, ortak bir düşünce haline gelmiş durumda.

Ezilen, sömürülen, yoksul kitleler sermaye sınıfı ve onun politik güçlerine karşı zafer arayışında. Bölünmüş, parçalanmış olduğu sürece bir bütün olarak emek güçlerinin böyle bir zafer elde edemeyeceği artık genel kabul görüyor.

Bu yönde pratik arayışlar da var. En başta işçi sınıfının, mücadele halindeki işçilerin böyle bir arayışını görüyoruz. Mücadele içinde olan, burjuvaziyle kıran kırana bir mücadele içinde olan çabuk öğrenir. Mücadele içindeki işçilerin temsilcileri, bu temsilciler ister sendika, ister politik güçler olsun, onlar da pratik içinde hem çabuk öğreniyor hem de işçilerin emekçilerin istem ve eğilimlerine uygun hareket ediyorlar.

Mücadeleci sendika ve sendika temsilcilerinden başlattığı “Hakkımı Ver” kampanyası “Emek Cephesi” gibi bir birliğin ilk nüvesi, ilk tohumu olmaya aday bir girişimdir. Çünkü, “Emek Cephesi” ancak sermaye sınıfına, patronlara, sermaye sınıfının politik iktidarına karşı dişe diş bir mücadele içinde olanlar tarafından kurulabilir. Burjuvaziyle uzlaşma içinde olanlar, burjuva sendikacılar ve sendikalar böyle bir cephe oluşumu içinde olmak bir yana, emeğin birliğini sağlamaya yönelik her çabayı baltalamaya çalışırlar. Haliyle, “Emek Cephesi”ni oluşturup geliştirmek amacı ile Türk-İş, Hak-İş, DİSK yönetimi gibi güçleri yan yana anmak bile abesle iştigaldir.

Emek Cephesi”nin temelini ancak mücadeleci sendikalar, sendikacılar ve bütün sendikalar içinden çıkabilecek sendika temsilcileri atabilirler. Bu güçler elbette en başta işçi sınıfına, onun da başında mücadele halindeki işçilere dayanabilirler, dayanmalılar. Bu anlamda, “Emek Cephesi”nin çekirdeği, mücadele birliğini sağlamış işçilerden, mücadeleci sendikalar ve tüm sendikalardan gelebilecek sendika temsilcilerinde oluşabilir. Burjuvaziye, patronlar sınıfına karşı mücadelenin öncülüğünü, üretimdeki yeri ve toplumsal koşulları gereği ancak işçi sınıfı yapabilir.

Bununla birlikte, “Emek Cephesi” gerçek anlamda bir “emek cephesi” olacaksa, sadece işçilere değil, emeğin tüm güçlerine dayanmalıdır. Çünkü “emek” kavramı sadece işçi sınıfını değil, emeği ile geçinen tüm toplumsal kesimleri, emeği ile geçinen yoksul ve küçük köylü kesimleri, kentin emeği ile geçinen tüm toplumsal kesimlerini ifade eder.

Hakkımı Ver” kampanyasını başlatan mücadeleci sendikalar, sendikacılar ve farklı sendikaların temsilcileri, bildirilerinde ortaya koydukları anlayışla, bunun bilincinde olduklarını gösteriyorlar. Sadece işçi sınıfına değil, ücretli emekçilerin, topraklarını ve ormanlarını savunan köylülerin, küçük ve yoksul köylünün tarımsal üretimden tasfiye edilmesine karşı mücadele eden köylülerin durumlarına ve mücadelelerine işaret etmeleri bunun ifadesidir.

İşçi sınıfı, sermayenin sömürüsünden, egemenliğinden, yoksulluktan, gelecek güvensizliğinden gerçek, tam ve kesin bir kurtuluş istiyorsa sadece kendi dar sınıf çıkarlarını savunan bir anlayışla hareket edemez. İşçi sınıfı, kendi çıkarlarıyla birlikte, başta ezilen Kürt ulusu olmak üzere, sermaye sınıfının ezdiği, baskı ve sömürü altında tuttuğu toplumsal kesimlere öncülük etmek üzere, bu toplumsal kesimlerin sınıf çıkarlarını da kendi sınıf çıkarları gibi sermaye sınıfının önüne sürmek, bu çıkarlar için mücadele etmek zorunda.

“Adres Ankara” yani merkezi iktidar. Bu bilinç, işçi sınıfında yeni değil elbette. Aileleriyle yüzbin kişiyi bulan Zonguldak maden işçilerinin 4 Ocak 1991'de başlattıkları Ankara yürüyüşü, yaklaşık bir yıl sonra İzmir Belediyesi işçilerinin 7 Ocak 1992'de Ankara'ya başlattıkları “Ölüm Yürüyüşü” sorunların köklü çözümünün merkezi iktidardan geçtiği bilincinin işçi sınıfı içindeki yerinin yeni olmadığını gösteriyor. Ancak şimdi bu bilinç çok daha yaygın, netleşmiş, kesinleşmiş bir noktaya gelmiş bulunuyor.

Tam ve kesin kurtuluşa giden yola açılan ilk kapı olarak politik iktidarın fethi zorunluluğu, “Adres Ankara” ifadesinde saklı. Bu bilincin işçilerden uzak olduğunu düşünenler, işçi sınıfıyla bağı olmayanlardır. Şimdi her işçi, elde edilen hiçbir kazanımın kalıcı olmadığını, başta ekonomik kazanımlar olmak üzere, her kazanımın merkezi iktidar tarafından geri alınma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu “örneğin gücü” ile öğrenmiştir. Üstelik, liraya beş kuruş eklendi diye zafer çığlıkları atan kendini beğenmiş bilgiç insanlardan daha iyi biliyor. Çünkü işçiler, elde ettikleri kazanımların kısa sürede ellerinden alındığını yaşayarak, yaşamın içinde, “örneğin gücü”yle öğrendiler; öğrenmeye devam ediyorlar. Onun için, gerçek, tam ve kesin kurtuluş için Ankara'nın yani merkezi iktidarın fethinin gösterilmesi fikrine hiç de yabancılık çekmeyecekler.

Emek Cephesi” için gereken koşullar var ve giderek olgunlaşıyor. “Hakkımı Ver” kampanyasını başlatan mücadeleci sendikalar ve sendikacılar, bunu gerçekleştirecek bilinç ve iradeye sahip olduklarını ortaya koymuş bulunuyorlar. Haliyle “Emek Cephesi”nden gerçekten yana olanlar yüzlerini burjuva işbirlikçisi Türk-İş, Hak-İş, DİSK gibi konfederasyonlara değil, mücadeleci sendikalara çevirmeli onlara destek olmalı, güç vermeliler.

DİSK'in doğuşuna tanıklık eden 1967 koşullarında değiliz elbette. İçinde bulunduğumuz koşullar, 1967'den çok daha ileride. “Hakkımı Ver” kampanya metninde konduğu gibi, sadece işçi sınıfı değil, ezilen, sömürülen sınıf ve kesimlerin pek çoğu ayakta. En önemlisi, sermaye sınıfına ve düzenine karşı mücadele bayrağı sıradan insanların elinde ve sıradan insanların şimdiki bilinci, altmış yıl öncesinin çok daha ilerisinde. Başka bir ifadeyle, toplumsal devrimi gerçekleştirecek, göğü fethe çıkacak insanlar şimdi, geçmişle kıyaslanmayacak bir bilince sahip.

Adı henüz resmen konmamış bir “Emek Cephesi” doğuyor.