Yani başlık sadece “Bahçeli'nin çağrısı” biçiminde yapılamaz mıydı? Elbette yapılabilirdi ama, bizce eksik kalırdı. Faşist düşünce, şovenizm, ırkçılık bu kişinin kendisine yapışık olduğu için eksik kalırdı. Faşist ideolojinin ve pratik hareketin cisimleşmiş hali olduğu için eksik olurdu. Tıpkı, geçmişin Türkeş'inin, faşizmin bütün melanetini şahsında cisimleştirmiş olması gibi.

İşte bu kişi, geçmişte Öcalan'ın idamı için elinde yağlı ilmikle dolaşan; Kürt halkına karşı kin ve nefretin başlıca ve temel kaynağı olan, faşizmin insan kılığında vücut bulmuş hali birden bire, kimsenin beklemediği bir çağrı yaptı. Çağrıyı baş faşistin kendi sözlerinden aktarmak en iyisi. Biraz uzun da olsa aktarmaya değer ve şöyle:

Türkiye'ye getirilirken her türlü hizmete hazırım diyen terörist başı buyursun, terörün bittiğini, örgütün tasfiye edildiğini tek taraflı ilan etsin' demiştim. Bu çağrımın iç yüzünü anlamayan ve saptırmaya çalışanlar fazladır. Türkiye Yüzyılında terörü sıfırlamak amacına matuf ikinci hüküm cümlem şöyledir: Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM'de DEM Grup Toplantısı'nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın. Adres İmralı'dan DEM'e uzansın. Hodri meydan buna var mısınız?”

Aynı baş faşistin daha önce DEM Partililerle tokalaşmasını “aha da çözüm süreci geliyor” diye yorumlayıp sevindirik olanların aksine, bunun bir “çözüm süreci” olmadığını, Türkiye'nin böyle bir sürece ihtiyacı olmadığını üzerine basarak açıklıyor. Yani ortada “çözüm süreci” çağrısı yok. Ne var peki? “Silahlı mücadelenin bittiği ve örgütün lağvedildiği” çağrısının yapılması isteği var. Bu çağrının meali, “tam teslimiyet”tir.

UKH bu çağrıya ne yanıt verir bilmiyoruz; şimdilik konumuz da bu değil. Elbette, önemsiz olduğundan değil. Bu, ayrıca ele alınması ve tarihi deneyimlerle karşılaştırılması gereken bir konu. Şimdilik üzerinde durmak istediğimiz mesele, faşist Bahçeli'nin, neden önce elini uzattığı, hemen arkasından, acelesi varmışçasına bu açıklamayı yaptığıdır.

Elbette, böyle önemli bir gelişme, tek başına ele alınamaz. Bu gelişmeyi, bütün bir sürecin parçası olarak ele alıp incelediğimizde doğru sonuca yaklaşmış oluruz.

Türkiye'nin bir dünya savaşı ya da en azından Ortadoğu'da (Batı Asya) İsrail-Suriye-Filistin-Lübnan-İran'ı içine alan büyük bir savaş beklentisi içinde olduğu en resmi ağızlardan ortaya kondu. Hazırlıklar da buna göre yapılıyor. Türkiye'nin hava savunma ve elektronik harp sistemleri dahil, ağır savaş silahlarını Suriye'ye taşıdığı açığa çıktı. Bu elbette, Suriye'de işgal etmiş olduğu bölgeleri korumak tedbirleri çerçevesinde açıklanamaz. Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrası, özellikle 1917'de Ortadoğu'da çıkan bir manzaranın tekrarı beklentisi içinde.

Erdoğan'ın “cambaza bak” numarasından başka hiçbir anlama gelmeyecek olan, “İsrail Türkiye'ye saldıracak” açıklaması, böyle bir beklentinin ifadesinden başka bir şey değil. Bir NATO ülkesi olan Türkiye, siyonist İsrail'in en son saldıracağı ülke olabilir ancak. Öyleyse Erdoğan'ın “İsrail bize saldıracak” açıklaması bir halüsinasyon sonucu mu? Elbette değil. Sadece kendi planlarını örtme amaçlı bir “cambaza bak” oyunudur.

İsrail, herkesin bildiği gibi Suriye'ye; neredeyse günlük hava bombardımanı düzenliyor. Suriye'nin kuzeyinde ise, Türkiye'nin güdümündeki dinci faşist çetelerin, HTŞ adlı çete örgütün “hava kuvvetleri” gibi çalışıyor. Bu bölgede Suriye Ordusu ve hatta Rusya üsleri yakınlarını havadan bombalayarak Türkiye'nin denetimindeki bu çetelere alan açmakta, yolu düzlemekte.

Türkiye, İsrail'in bu politikasının Suriye'yi güçten düşürdüğü ve daha da düşüreceği hesabı içinde. Sürecin derinleşerek böyle sürmesi ve Suriye'nin iyice bitap düşmesi halinde Türkiye, Rusya ve İran-Hizbullah yüzünden yarım kalan hesabını, Suriye'de kendine bağlı bir iktidar oluşturma, olmazsa, Halep dahil, geniş bir coğrafyayı işgal ve ilhak ederek tamamlama peşinde.

Bütün bunları hesaba kattığımızda, dinci faşist iktidarın “iç cephe” tartışmalarını neden açtıklarını anlayabiliriz. Dinci faşist iktidar “iç cephe” yi sağlamlaştırma arayışı içinde. Neden? Çünkü, büyük bir savaş beklentisi içinde ve bu savaşa sıkı bir hazırlık yürütüyor. Hava savunma ve elektronik harp sistemlerini Suriye topraklarına taşırken kendi topraklarında “Çelik Kubbe” kurma istemi ve bunun için bütçe arayışı da bu hazırlıklar arasındadır.

Faşist Bahçeli'nin önce el sıkarak, arkasından Öcalan'ı Meclis’e çağıracak kadar bu politikasını derinleştirerek sürdürmesi bu çerçeveye oturtulduğunda, tam ve doğru anlaşılabilir. “İç cephe”yi sağlamlaştırmaya ihtiyaçları var. Çünkü hem “dış cephe”yi genişletmenin hazırlığı içindeler, hem de başlarında demoklesin kılıcı gibi sallanan devrim belasını, birleşik devrim cephesini bölerek savuşturabilecekleri hesabı içindeler.

Faşist devletin -Bahçeli değil- bütün kurumları çürümüş, dökülüyor. Bir dış savaşla, yeni toprakları ilhak ederek, toplumda şoven duyguları köpürterek; birleşik devrim cephesini bölerek düzeni toplumsal devrimden korumaya çalışıyorlar.

Faşist Devlet'in çağrısının anlamı ve nedeni budur!