II- Suriye Hedefte

Neden Suriye diye sorulabilir! Yanıtı basit: Çünkü Suriye, Ortadoğu'da (Batı Asya) önemli bir konuma sahiptir. Suriye'nin “tam ilhakı”, olmazsa dinci faşistlerin iktidar olduğu bir ülkeye dönüştürülmesi en başta İsrail'in güvenliği açısından önemliydi.

Aynı şekilde, emperyalizme karşı direnen güçlerin ve devletlerin birbirleriyle bağlantı yollarını kesmek, lojistik hatlarını yok etmek, böylelikle Filistin Devriminin damarlarını kesmek; Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki kollarını tümden yok etmek; Lübnan'ı emperyalistlerin kucağına kesin ve tam biçimde düşürmek için de Suriye'nin “düşürülmesi”, emperyalist devletler açısından yaşamsal önemdeydi. Suriye yıkıldı ve şimdi biz emperyalist devletlere karşı direnen güçlerin bağlantı hatlarının nasıl parçalandığını, nasıl büyük zorluklar girdabına itildiklerini çıplak gözlerle görebiliyoruz.

Sadece “tam ilhak” ya da petrol açısından değil; belki de, bunlardan çok daha önemlisi, Suriye, emperyalistlerin dünya proletaryasına, emekçi halklarına, devrimci ve komünist güçlere karşı, sosyalist ve sosyalizm yönelimli demokratik-halkçı devletlere karşı savaş için ihtiyaç duydukları “dinci faşist üretim ve dağıtım çiftliği” olmaya en uygun yerlerden biriydi. Bu dinci faşist çeteleri, Türkiye aracılığıyla Kafkas ülkelerinden Ukrayna'ya; oradan Afrika ve Orta Asya ülkelerine gönderdiklerini biliyoruz. Mali, Nijer, Çad, Libya gibi ülkelerde bulunan Boko Haram, El Şebab; Ortadoğu'da IŞİD, El Kaide vb. bunlardan bazılarıdır. Şüphesiz, Avrupa'da gizli servislerin örgütlediği “Neo Nazi” diye adlandırılan Hitlerci faşistler amaç ve işlev bakımından bu saydıklarımızın bir parçasıdır

Kimi devrimci ve komünistlerin çok yanlış biçimde “cihatçı” diye tanımladıkları bu dinci faşistler, her türlü savaş suçunu, her türlü vahşeti uygulamaya uygun bir karşı-devrim gücü olarak kullanılabilirdi ve kullanıyorlar da. Ukrayna buna dahil. Emperyalistlerin böyle bir karşı devrimci güruha ne kadar ihtiyaç duyduklarını ve kullandıklarını Afrika'dan Ukrayna'ya kadar her yerde görüyoruz.

Her iktidar gibi, BAAS iktidarının da bir dünü bir de bugünü vardır. BAAS Partisi, kuruluş yıllarını bir yana bırakırsak, özellikle 1960'lı yıllardan sonra, sosyalizmden güçlü biçimde etkilenmiş, Pan-Arabizm'i benimsemiş Arap milliyetçisi, laikliği benimsemiş bir parti idi. Uzun süren iç mücadelelerden sonra, Hafız Esad'la özdeşleşen Suriye BAAS iktidarı, 1970 Kasım'ında Hafız Esad liderliğinde gerçekleşen bir askeri darbe sonucu kuruldu.

Hafız Esad liderliğindeki BAAS iktidarı hem Pan-Arabist hedefler amaçlıyordu, hem de sosyalizm söylemini kullanıyordu. Buradan da anlaşılacağı gibi, BAAS iktidarının sosyalizmi bilimsel sosyalizm değil, küçük burjuva sosyalizmi idi. İktidar, sosyalizmin ve Sovyetler Birliği'nin dünya çapında edindiği büyük prestij ve sempatinin de etkisiyle, sosyalizmden etkilenmiş küçük burjuva güçlerin elindeydi.

Suriye, tarıma dayalı, sanayisi geri bir ekonomik yapıya sahipti. Gelişme halindeki kapitalist üretim biçimine rağmen üstyapıda “aşiret” gibi feodal kurumlar özellikle kırsal alanda tamamen çözülmüş değildi. Bütün bu nedenlerin toplamı, Suriye Komünist Partisi'nin varlığına rağmen, işçi sınıfının etkin bir güç haline gelmesine olanak vermiyordu.

Suriye'de uzun yıllar varlığını koruyan küçük burjuva BAAS iktidarı, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti sınırlamasına rağmen, hiçbir zaman yasaklamadı. Sosyalizm etkisi BAAS iktidarının Sovyetler Birliği ile askeri, ekonomik ve siyasi olmak üzere her yönden sürekli bir yakın ilişki kurmasının yolunu açıyordu. Tersi de doğru. Sovyetler Birliği ile yakın ve sıkı ilişki, Suriye BAAS iktidarını sosyalizme yakın tutuyordu. Ancak bu olgu, BAAS iktidarının iddialarının aksine, Suriye'deki üretim ilişkilerinin sosyalist üretim ilişkileri olduğu anlamına gelmiyordu. Üretim araçlarının özel mülkiyeti temelinde kapitalist üretim biçimi, BAAS iktidarının kısıtlayıcı tedbirlerine rağmen gelişmeye; dolayısıyla, şu ya da bu hızda burjuva sınıfı geliştirmeye devam ediyordu.

Yine de BAAS iktidarı ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişki, Sovyetler Birliği'nin emperyalist devletler tarafından kuşatılmasının önünü kesiyordu. BAAS iktidarı, aynı küçük burjuva sosyalizmine eğilimi nedeniyle, uzun yıllar hem bölge devrimci güçlerine hem de Filistin Devrimine bir “cephe gerisi” görevi gördü. Şu kadarını söylemek yeterli olur: Türkiye ve Kürdistan devrimci, komünist hareketi, 12 Eylül askeri faşist darbesinden kendini korumasında, Hafız Esad iktidarının etkili bir rolü oldu. Filistin devrimci örgütlerinin kurdukları silahlı eğitim kamplarıyla, Suriye'deki Filistin halkına yönelik eğitim, sağlık kurumları ve iş atölyeleriyle, Suriye'yi bir eğitim, maddi gelir elde etme ve lojistik alanı olarak kullanmaları bu konuda başlı başına bir örnek.

Ancak bütün bu süreç boyunca, bir yandan da küçük burjuvazinin bir kesimi, çeşitli biçimlerde sermaye biriktirerek palazlanıyor, burjuva katlara yükseliyor ve iktidar üzerinde etkili olmaya çalışıyordu. Hafız Esad'ın, “Biz proletarya diktatörlüğüne geçişe hazırlanıyoruz” dediği 1980'li yıllarda, Suriye'de olup biten gerçekte bu idi. Sınıf ilişkilerindeki bu değişim, politik iktidar üzerinde etkisini hissettiriyordu. Hafız Esad'ın güçlü kişiliği bu etkiyi dengelese de, ortadan kaldırmaya yetmiyordu. Kapitalist üretim ilişkileri zemininde sermaye, yasalarla yapılan kısıtlamalara rağmen, her zaman kendine akacak bir kanal, gelişecek bir yol bulur. Küçük özel mülkiyetin ve bu temeldeki kapitalist üretim biçiminin sürekli biçimde, durmadan, kapitalist üretimi doğurduğunu biliyoruz.

Suriye'de sermaye sınıfı altın, döviz vb kaçakçılığı, rüşvet, devlet mallarını zimmete geçirme ve benzeri daha pek çok yoldan sermayesini büyütüyor, biriktiriyor ve küçük üreticiyi, küçük sermaye sahibini iflasa sürükleyerek merkezileştirmeye çalışıyordu. Sözünü ettiğimiz yıllara gelindiğinde, burjuva sınıf iktidar üzerinde etki sahibi olacak bir güce ulaşmış ve Hafız Esad iktidarını Sovyetler Birliği'nden çok Avrupalı emperyalistlerle, ama özellikle de Fransa ile ilişki geliştirmeye zorluyordu.

Gittikçe palazlanan ve yüzünü emperyalist devletlere dönen burjuva sınıfın bu çabalarının sonuçsuz kaldığı söylenemez. Özellikle 80'li yılların ikinci yarısından itibaren Suriye devleti, emperyalistlerle bağ kurmak isteyen burjuva güçlerin baskısıyla, Filistin devrimci örgütlerinin hareketini kısıtlayacak önlemlere başladı. Aynı önlemler, daha sıkı olacak biçimde Türkiye ve Kürdistan devrimci örgütlerine de uygulanmaya başladı. Hareket serbestisi önemli ölçüde kısıtlandı, politik faaliyetleri kontrol altına alınmaya başlandı. Sınıf ilişkilerindeki değişimin devrimci örgütler üzerindeki yansıması böyle oluyordu.

Devam edecek...

Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız.