Asansör beklerken yakaladım. Kaçırır mıyım, dedim ki: “Cezmi bey amca anketleri gördün mü seninkiler gidici.” Attığım taşın farkındaydı, eskiden olsa büyüme hızından falan dem vurur, partisini hararetle savunurdu. Fakat şimdi: “Cehennemin dibine kadar yolları var. Milleti perişan ettiler.”
Cevabı hoşuma gitse de peşini bırakmaya niyetim yoktu. Onca yıl o berbat partiyi ve yaptığı en rezil işleri bile bağnazca savunmuş ve resmen kafamızı ütülemişti. Bu yüzden: “Ama Cezmi bey amca, sen bunlara toz kondurmazdın ne oldu da birden cehennemin dibine yolluyorsun!” Hiç bozuntuya vermeden cevapladı: “Tövbe tövbe din değil ya evladım, doğruları yaptıklarında yanlarındaydım, kötü işler yapınca da ayrılıp karşılarına geçtim.”
Niyetim onu iyice sıkıştırmaktı, ama asansör gelmiş, biner binmez de, ihtiyar kurt konuyu değiştirmiş eşimle kızımı kast ederek: “Hanım kızlarımız nasıl? Çoktandır bir çayımızı içmediniz gönül koyuyoruz ona göre.”
Maalesef, onu istediğim gibi sıkıştıramadım. Bir akşam çay içme sözüyle ayrıldık. Doğrusu bu sözü tutabileceğimi sanmıyorum. Eşim Cezmi amcadan pek hazzetmiyor ve onu “bağnazın teki” olarak görüyor. Kızıma göreyse “O ihtiyar, dinci faşistin teki”. Aydın biri olduğunu iddia eden olmaz, hatta bağnazlık da var. Fakat faşistliğine gelince, sanırım bu biraz haksızlık olur. Yalnız potansiyeli var. Aslında onu şöyle tarif edebiliriz. Eski kafalı, çıkarcı bir taşra tüccarı, ama şehre yerleşenlerinden....
Vaktiyle Özal’cıymış. Refah’ın yükselişiyle “milli görüş gömleği”ni ilk giyenlerden olmuş. Hacca gitmiş, badem bıyık bırakarak çember sakal uzatmış, sarığını sararak yeşil şalvarını çekmiştir. Bu dönüşüm ona semtte “Hacı Cezmi Bey” unvanını getirmişse de, ufuktan yaklaşan yeni rüzgarları görür görmez önce sakaldan ve badem bıyıktan sonra sarık ve şalvardan kurtulmakta hiç tereddüt etmemiş ve de “milli görüş gömleğini” çıkartanlara katılarak yeni partisinin ilçe teşkilat başkanı olmuştur.
Kırk yıllık siyaset macerasından elde ettiği mütevazı servetin seyri ise şöyledir. Güngören köy içinde beşe on adımlık bir dükkanda kiloyla bez satmakla başladığı ticaret hayatını, Bakırköy’de üç katlı bir hazır giyim mağazasına, kiralık evden dört daireye, sayısı onu geçen imarlı arsaya, şehir dışında dört katlı bir kır evine, birden fazla lüks otomobile ve bankada birikmiş epey bir dövize varmıştır. Böyle bir servet için ne kadar alınteri döktüğünü varın artık siz hesaplayın.
Siyasal yaşamındaki değişikliklerin aksine, ticari gelişme çizgisinin yukarı doğru istikrarlı ve düz bir çizgisi vardır. Cezmi bey sağlam bir dünyalık oluşturmuştur. Üç oğlunu da ticaretin sırlarıyla yoğurarak yetiştirmişti. Çocukları da omuz omuza vererek, babalarından bir aldıklarını ona çevirmeye başlamıştı. Hayli gözü kara davranan üç oğul, hiç vakit kaybetmeden inşaat şirketi kurdu. Babalarının nüfuzu sayesinde de yağlı işleri ihalesizce almaya başladılar. Bu işlerden biri de beş bin konutluk bir projeydi, tabii proje sessiz sedasız onlara verilmişti. Yetmemiş, gereken sermaye de çok düşük bir faizle ve çok uzun bir vadeyle bir kamu bankasından kredi olarak çekilmişti.
Ancak bu başarı onları kesmemişti. Üç oğul, sanal para işine de girmek istiyordu. Büyük oynayacaklardı, hep daha büyük. Bu nedenle yasalara aykırı da olsa, inşaat projesi için aldıkları kredinin yarısını buna yatırdılar. Kimseler farketmeden bu işi başaracak, birkaç ay içinde yatırımlarını üçe dörde katlayacaklardı. Endişeye hiç mahal yoktu. Çünkü sanal para şirketinin sahibi içişleri bakanının ve oğlunun yakın dostuydu. Genç iş insanının face’i parti büyükleri ve bakanlarla çektirdiği fotoğraflarla doluydu. Hem partili, hem de arkası sağlamdı. Üç oğul bu işe bir koyup on, on koyup yüz, yüz koyup milyonlar alacaktı...
Doğrusu, ilk altı ayda epey bir kar elde ettiler. Hatta bir ara bu parayı dövize çevirmeyi de düşündüler. Zira bu alandaki riskin farkındaydılar. Fakat yapamadılar. Risk yoksa kazanç da yoktur mottosuyla yıl sonunu beklemeye karar verdiler.
Bu, hayatlarının en kötü kararıydı. Bahsettiğimiz o ünlü genç iş insanı, soluğu yurt dışında almıştı. Ellerindeki sanal paranın toplam değeri, artık sadece sıfır liraydı. Polisi, savcıları, Ankara’yı aradılar ama giden gitmişti. Ellerinden gelen tek şey davacı olabilmekti. Fakat adalete değil paraya ihtiyaçları vardı.
Durum baba ve üç oğlu açısından iç açıcı görünmüyordu. Eğer batırdıkları parayı yerine koymazlarsa banka çok geçmeden harekete geçip hem icra takibi başlatarak her şeylerine el koyacak, hem de savcılığa suç duyurusunda bulunacaktı. İşin ucunda hem yoksulluk hem de hapis vardı ki, ikisini de göze alamazlardı. Hemen kır evini ve arsalarını satışa çıkardılar. Yetmedi bankalardaki birikimlerini de kattılar ve ucu ucuna açığı ancak kapatabildiler. Fakat büyük kaybetmişlerdi. Yine de morallerini bozmadılar. Çünkü beş bin konutluk projeyi bitirdiklerinde telafi etmekle kalmayacak kar da edeceklerdi.
Tabii döviz ve emlak krizi aynı anda patlamasaydı. Önce maliyetler dört kat birden arttı. Onlar da bu artışı gerekçe göstererek iki kez daha kredi çekti, fakat yetmedi. Nasıl yetsin, maliyetler katlanarak artarken biten konutların satışı dibe vurmuştu. Sonunda bir ay içinde zararın boyutları öylesine büyüdü ki, iflas başvurusu yapmak dışında hiçbir seçenekleri kalmadı. Böylece inşaat şirketini de yitirmiş oldular. Şirket artık bankanın malı olmuştu.
İhtiyar kurt yine de pes etmedi. Nasıl olsa mağaza hala elindeydi. Orası artık onun son kalesiydi. Orada bekleyecek, uygun bir an geldiğinde yeniden harekete geçerek, kaybettiği her şeyi geri alacaktı. Kırk yıllık ticari ve siyasi deneyimiyle bu adam öyle kolay pes edecek biri değildi. Mağazası ise onun zapt edilemez kalesiydi.
Bir kez daha başaracağına emindi. Bilmiyorum belki de başaracaktı. Ama maalesef hiç tanımadığı bir düşman çıktı karşısına: Covid 19. Daha ilk iki ayda Covid ona kalesinin çok da sağlam olmadığını göstermekten hiç çekinmedi. Satışlar neredeyse sıfırı görmüştü. Yapacak bir şey yoktu. Cezmi Bey partideki nüfuzunu kullanarak büyük oğlunu kredi çektikleri o kamu bankasının üst kademe yönetimine atama usulü memur yaptırdı. Çocuk şimdilik orada çalışacak, ama işleri yoluna koyar koymaz istifa ederek kendi işinin başına dönecekti.
Nihayet Covid etkisini yitirmeye, işler de yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı ki, bu defa da ikinci bir döviz ve ekonomik kriz Cezmi Bey’i yeni bir kurban vermeye mecbur bırakmıştı. Yine aynı nüfuzunu kullanarak aynı yollarla ortanca oğlunu il özel idaresine müdür yardımcısı olarak yerleştirmeyi başarmıştı. İşler yoluna girince o da abisi gibi istifa ederek dönecekti!..
Surlarında gedikler açılmış, üç genç komutanından ikisini yitirmiş olsa da, üç katlı kale hala ayaktaydı. Ayaktaydı ama ekonomik açıdan tüm barutunu yitirmiş, yani kendi masraflarını dahi karşılayamaz hale gelmişti. İhtiyar kurt bu mağazayı çok sevse de, söz konusu paraydı ve söz konusu para olduğunda kendisi son derece rasyonel davranırdı. Evet, orası onun son kalesiydi, fakat nihayetinde sadece bir kaleydi. Akıllı bir komutan ve usta bir bezirgan olarak, beyaz bayrağı çekeceği zamanın geldiğini anladı. Zaten çekti de: “Devren satılık mağaza!”
Satış işlemlerinin mürekkebi kurumadan da üçüncü oğul TOKİ’deki görevine başlamıştı. Siyasi nüfuzunun son kırıntılarını da bu işe harcamış ve son çocuğunun da üst düzey bir memuriyete atanmasını sağlayabilmişti. Artık sıfırdan başlayacaktı ve kaybettiği her şeyi geri alacaktı...
Çocuklarının memuriyetinin garantiye alınacağı güne kadar bekledi. Yani bir yıl. Bir yıl dolar dolmaz harekete geçti. Sabah kahvaltısından sonra e-devlet üzerinden parti merkezine istifasını yolladı. Sonra da onu sosyal medya hesabından paylaştı. Zehir zemberek öfkeli bir istifa metniydi. Nasıl öfkelenmesin mağazasını, inşaat şirketini, arsalarını, kır evini, banka hesaplarını, lüks otomobillerini yitirmişti. Nerede o Cezmi Bey nerede şimdiki Bağkur emeklisi ve İstanbulkart’la seyahat eden Cezmi Amca!...
Değişim bir kez daha kendini nakdi olarak dayatmıştı. Zaten siyasal bağlılığının esas temeli nakdi nedenler olduğu için, hiç zorlanmadan, yıllarca peşinden gittiği, ismini torununa verdiği liderinin duvardaki posterini çöp tenekesine yollamakta hiç zorlanmamıştı. Birlikte çektirdiği fotoğraflar da aynı kaderi paylaşmıştı. Çeşitli dönemlerde paylaştığı içi güzellemelerle dolu liderine atfedilmiş satırlar da... 20 yıllık partisine, ağzını her açtığında “davamız” dediği davasına sırtını dönüşü bir saat bile sürmemişti. Çünkü istifasından bir saat geçmeden, sosyal medyadan şu mesajı paylaşmıştı: “Kandırıldık. Hem de yirmi yıl boyunca her gün. Bizim hatamız saf duygularla ve hiçbir çıkar gözetmeden milletimize hizmet aşkıyla bunların peşine takılmaktı. Yalan ve hile, kişisel çıkar ve kul hakkı yemek varsa, vebali büyüktür ve artık ben bu işte yokum.”
Aynı minvaldeki paylaşımlarını, sürekli dozajını arttırarak bir ay boyunca her gün sürdürdü. Tanıyanların çoğu bu numarayı yemese de, yine de etrafında biriken bir grup memnuniyetsiz ortaya çıkmıştı. Her ne kadar belli etmek istemeseler de hepsi onun gibi son dönemde batmış tüccar ve rantiyeci tayfasıydı. Kendisi tabii ki bunun farkındaydı ama bu hiç önemli değildi, etrafında birileri olsun ona yeterdi, ama çakal ama aslan...
Üç ay boyunca küçük grubuyla yakından ilgilendi, onlarla sohbetler etti düşüncelerini özenle dinledi ve yavaş yavan onları yeni bir serüvene hazırlamaya çalıştı. Cezmi bey bir yandan bunları yaparken diğer yandan da yirmi yıl önce kestirdiği çember sakalını yeniden uzatıyordu. Lanet sakal, ah bir daha hızlı uzasaydı bu işi bir ayda bile bitirebilirdi. Yapacak bir şey yoktu sabredecekti.
Nihayet sakalları tam ölçüsüne geldikten sonra şöyle bir mesaj paylaştı: “Bu sahtekarlar Erbakan hocamıza kurban olsunlar. O din ve ümmet için çarpıştı bunlar tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek için. İmanı zayıf insanları artık arkamızda bırakarak hocamız Erbakan’ın nurlu yolunda yürümenin zamanı gelmiştir. İman sahibi müslümanları bu yola davet ediyorum.”
İki gün sonra yanına aldığı yirmi kişiyle gidip Erbakan’ın oğlunun kurduğu partiye üye oldular. Hacı Cezmi Bey geri dönmüş, çıkardığı “milli görüş gömleğini” geri giymişti.
Şimdi salonunun duvarında yeni liderinin posterleri asılı. Sosyal medyada ise birlikte çektirdikleri fotoğraflarını paylaşıyor. Liderine çok sadık ve tabii yeni partisinin il yönetiminde... Şu aralar umutlarla dolu dolu Hacı Cezmi Bey. Büyük oğlunu vekil seçtirmek istiyor tabii kaybettiği her şeyi geri almayı da. Oğlanın vekilliği kesin gibi ama diğeri için uygun anı kolluyor. Planı çoktan hazır; önce küçük bir dükkan açacak... Ne dükkanı mı? Onu şu an kendisi de bilmiyor. Çok para kazandırsın da ne satacağı hiç önemli değil, alçak gönüllü bir insandır Hacı Cezmi Bey amca....
Kenan Kızıl