Kapitalizm koşullarında toplam toplumsal üretim ve gelir bölüşümü kapitalizmin işleyiş yasalarınca gerçekleşir. Üretim araçları kimin mülkiyetindeyse, ürünler de daha baştan onun mülkü olarak üretilir. Emek gücünün karşılığı olan ücret de yine kapitalizmin ekonomik politik yasalarınca belirlenir. Bu toplumda gelir bölüşümü, sendikacıların ve ekonomistlerin deyişiyle ''pastayı paylaşma'' her zaman sert sınıf mücadeleleri ile gerçekleşmiştir.
Çünkü kapitalizmin iki temel sınıfı olan burjuvaziyle proletaryanın çıkarları karşıttır. Birinin pastadan aldığı payın büyümesi, diğerinin payının küçülmesiyle mümkündür. Burjuva sınıf kendi payını büyütmek, emekçilerin payını küçültmek için devlet gücü de dahil, ekonomik, politik her türlü baskı yöntemini kullanır.
Bu toprakların son elli yılı bunun örnekleriyle doludur. 15-16 Haziran ayaklanmasına yol açan DİSK'in kapatılması girişimi; 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist cuntaları tarafından işçi sınıfının örgütsüzleştirilip atomize edilmesi; idamlar, gözaltında kayıplar, köylerin yakılıp boşaltılması; onbinlerce insanın hayatına mal olan uzun iç savaş...
Bütün bunlar tekelci sermayenin egemenliğini sürdürme, gelirlerini arttırma amacıyla, yani artı-değer sömürüsünü daha da yoğunlaştırma ve sermaye birikimini sürdürme amacıyla uygulanan devlet baskısından başka bir şey değildir. Ekonomik ve politik saldırılardır. Bugün de Şişecam'dan Mefar'a kadar uzanan grev yasakları bu saldırıların bir parçasıdır. Bütün bunların altında yatan olgu, toplumsal sınıflar arasındaki gelir bölüşümüdür, bu uğurda süren sınıflar mücadelesidir. Burjuvazi elinde tuttuğu devlet gücüne dayanarak; elde ettiği güç üstünlüğüne dayanarak her türlü yol ve yöntemle emekçileri baskı altına alıyor, pastadan aldığı payı büyütüyor. Bütün bu baskıların ve yasaklamaların, emekçilerin ücretlerinin düşürülmesinde olduğu kadar, sağlık, eğitim, emeklilik gibi pek çok sosyal halklarının da budanmasında büyük etkisi ve rolü var.
Sermaye birikimi, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması, tekelciliğin daha da büyümesi ve güçlenmesi kapitalizmin işleyiş yasalarının bir gereği ve sonucudur. Tekelciliğin yönelimi bir tek dünya tekeli yönündedir. Ancak Lenin'in de söylediği gibi, oraya varmadan çok önce yıkılıp gidecektir. Sermayenin büyümesi ve güçlenmesi, yalnızca işçilerin ücretlerinin düşürülmesiyle ve/veya düşük tutulmasıyla olmaz. Bu, alt orta sınıfların, küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesiyle de sürer. Üretim ve geçim araçlarını tekellere kaptıran küçük mülk sahipleri işçi sınıfının saflarına doğru itilir, işçiler ve işsizler arasına katılır. Bu durum alt orta sınıfların proletarya ve emek güçleri ile birlikte hareket etmelerinin; tekelci egemenliğe karşı mücadeleye katılmalarının maddi temelidir. Küçük burjuvazi, elindeki küçük mülkiyetini kaybetmenin ve kaybetme korkusunun etkisiyle, bizde olsun dünya genelinde olsun, tekelci egemenliğe karşı gerçekleşen halk ayaklanmalarında, ayaklanmacıların safında yer alıyor.
Küçük mülk sahiplerinin sürekli proletaryanın saflarına doğru itilmesi, proletaryanın saflarındaki küçük burjuva ideolojinin de zeminini oluşturuyor. Bu zeminde hareket eden küçük burjuva hareket, proletaryanın saflarına sızarak proletarya adına sermayeyi eleştirir görünüyor. Oysa bu eleştiriler proletaryanın köklü devrimci eleştirileri değil, küçük burjuvazinin eskiden beri yaptığı yavan eleştiriler, anlamsız mızmızlanmalardan öteye geçmiyor. Adalet diyor, demokrasi diyor, hakların genişletilmesi diyor, uzlaşma kültürü diyor. Velhasıl sermayenin egemenliğinin yıkılmasını değil, sermaye birikiminin sınırlandırılması istiyor.
Tekelci sermaye, proletaryayı ve halk kitlelerini, geniş emekçi yığınları sömürerek, onları daha derin ve yaygın bir sefalete sürüklediği bu koşullarda ideolojik ve politik hegemonyasını sürdüremiyor. Üretici güçleri ve toplumu elinden kaçıran tekelci sermaye, egemenliğini sürdürebilmek için en baskıcı, en zorba, en terörist yöntemlerle proletarya ve halklara saldırıyor. Sermaye birikimini ve egemenliğini devam ettirebilmek için faşist baskı ve terörü yoğunlaştırarak, daha çok şiddete başvurarak iç savaşı kazanmaya çalışıyor. Sermaye birikimin devam etmesi, kapitalizmin olmazsa olmaz koşulu, üretimin temel dürtüsüdür. Burada emekçi sınıfların sefaletinin artmasıyla ve yaşamdan dışlanmalarıyla el ele sürdüğünden, emekçi sınıfların, proletarya ve halkların burjuva topluma ve tekelci egemenliğe karşı mücadelelerinin daha da yaygınlaşması ve sertleşmesi kaçınılmazdır. Sermaye, emekçi sınıfın başkaldırılarını ve ayaklanmalarını bastırmak için daha yaygın, daha çok şiddete başvurduğu zaman, her defasında daha yaygın, kitlesel ve büyük ayaklanmalara neden oluyor.
Bu süreç öylesine keskin, sert çatışmalarla dolu bir süreçtir ki, emekçi sınıfların kendi istedikleri yaşamı elde etmenin tek yolu, sermayenin ekonomik ve politik iktidarına zora dayalı devrim yoluyla son vermektir.
Özgür Güven