Seçimlerin ne zaman yapılacağı konusunda bir belirsizlik var. Baskın bir seçim üzerine tahminler yüksek. Bu yüzden çok geniş bir çevrede şimdiden seçimleri boykot etme tavrı açıktan tartışılıyor.
Bu denli yoğun tarihi gelişme içinde, seçimlere dek geçecek süre uzun sayılmalıdır. Çünkü pek çok sarsıcı olay üst üste biniyor, genel sınıf dengelerini yerinden oynatıp yeni bir denklem kurabilecek bir dinamizm sergileniyor. Bir yanda Afrin işgali, askeri, siyasi ve de diplomatik bir felaket vaat ediyor. Diğer tarafta ekonomi sırça bir köşk gibi, en ufak şokta tuzla buz olacak bir tablo sunuyor. Dinci-faşizmi yıkıma sürükleyecek, birikmiş devrimci enerjiyi her an harekete geçirebilecek fazlasıyla etmen var. Bu nedenle Leninist Parti şimdilik seçimlere dair bir çalışmayı odak noktasına almadan boykot tartışmalarını ele almalıdır.
Boykot için gerekli şart nedir hatırlayalım: Devrimin yükselişte oluşu ve “herhangi bir anayasal kanaldan başka, doğrudan çıkışlar arayan ve bulan yığınların devrimci enerjisi” (Lenin). Peki devrimin yükselişinden bahsedebilir miyiz? Eğer milyonların devrimci yıkıcı enerjisinin doğrudan iktidarı hedef alacak şekilde açığa çıkması olarak ele alınırsa, hayır; bu enerjinin biriktiğini ve patlamak üzere bekleyişte olduğunu söyleyebiliriz sadece. Öte yandan aynı milyonların, anayasal yol dışında doğrudan çıkışlar aradığı bir başka gerçektir. Öyleyse bu tespiti yapabiliriz: Sınıflar mücadelesinin mevcut dengesinin boykot için neden-sonuç ilişkisi tersine dönmüştür.
Boykota karşı çıkanlar, neden olarak, devrimin yükselişinin yokluğunu öne çıkarıyor. Oysa bu, neden-sonuç ilişkisini metafizik bir katılıkta ele almaktır. Diyalektik ise şurada neden olarak ortaya çıkanın burada sonuç gibi görüneceğinin altını çizer. Metafizik katılıktan kurtulup canlı sınıflar mücadelesi ve dinamik dengelere bakıldığında; rahatlıkla görülecek ki, boykot bizatihi devrimin yükselişi için anayasal yol dışında çıkışlar arayan milyonlar için sıçrama noktalarından birisi haline gelmiştir. Leninizm, nesnel ve bilimsel ölçütleri, milyonların, kişi ve grupların devrimci inisiyatifi ile buluşturmaya dayanır. Boykota dair, nesnel-bilimsel ölçütler yanında milyonların tahayyülünü ele veren işaretler var mıdır? Evet vardır! Bir kısım CHP’li ve pespaye reformistlerin döne döne boykot tartışmalarını gündeme getirmeleri bile başlı başına bir işarettir. Ömürlerini devrimci olan ne varsa unutturmaya adamış reformist çevrelerin, boykot gibi devrimci bir tutumu dillerine dolamalarının anlamı açıktır: Çalışma yürüttükleri kitleler karşısında ahmak duruma düşmemek.
Devrimci sınıflarda artık şu konu kesinlik kazanmıştı: Dinci-faşizm sandıkla gitmeyecek. İşte bu önkabul üzerinde geniş bir çevrede tartışılan boykot, esasta, başka bir gerçeğe işaret ediyor. Devrimci yığınlar dinci-faşizmle hesaplaşmayı bir ayaklanmaya bırakıyor ve boykotu, bu ayaklanmaya bir hazırlık seviyesine yükseltiyor.
Boykotu şimdiden gündeme alan devrimci yığınların kafasındaki esas düşünce, ayaklanmadır. Boykotun lafını etmeye başlayan bir kısım reformistlerin gerçek derdi ise bu ayaklanma eğilimini köreltmeye çalışmaktır. Pespaye reformizme göre boykot eğer katılımı yeterince düşürür ise, dinci-faşizmin meşruiyeti tartışmalı hale gelecek. Fırsattan istifade, parlamentoyu tümden ele geçiren dinci-faşizm, sırf bu tartışmalı meşruiyet yüzünden ne Üsküdar’dan geri döner, ne de atı teslim eder. Yığınlar bunu iyi biliyor, o yüzden ayaklanma ile birleşmeyen boykot, yığınlarda tam tersi bir sonuç yaratır. İşte pespaye reformizmin erken bir tarihte boykotu diline dolamasının ardında yatan cinlik budur. Yine de ahmakça bir cinlik!
Öte yandan devrimci yığınlar şu anki olağanüstü ağır siyasi baskılar, ayaklanma için açıktan çağrı yapmaya engel olduğundan, boykotu ayaklanma hazırlığının uygun bir formülasyonu olarak ele alıyorlar. Devrimci yığınların açmazı bu noktada ortaya çıkıyor. Açıktan çağrı ve hazırlığın getireceği baskıdan çekinen yığınlar, ayaklanmanın gerçek sonuçlarına nasıl göğüs gerecekler? Leninist Partinin devrimci yığınları uyarmak görevi vardır: Boykotun asıl mesajını, ayaklanmayı açıktan dile getirin, yoksa dinci-faşizm bunu bir kararsızlık işareti sayar ve sonuçta boykota bile tahammül etmeyen, buna bile izin vermeyen baskı gelişir.
Boykot ile ayaklanmayı birbirinden ayrı tutmanın diğer sakıncası şudur. Yarı-aydınlanmış kalabalıklar, anket şirketlerinin pompalayacağı umutla, “hadi bu şansı kullanalım” diyebilirler. Bu durumda ayaklanmadan ayrı öne sürülen bir boykot fikri, yarı-aydınlanmış kalabalıklara “AKP yardakçılığı” gibi görünür. Hele ki Kürt halkı için bu tür bir tehlike daha fazla. Çünkü salt boykot tartışmalarını, azgın bir hevesle kenardan izleyen sosyal-şoven bir tayfa var. Oysa serhıldanlar eşliğinde yürüyecek bir boykot çalışması sosyal-şovenlerin heveslerini kursaklarında bırakacaktır.
Henüz bir seçim ufukta belirmemişken devrimci yığınların geniş bir kesiminde şimdiden boykot tartışmalarının alevlenmesi, gözden kaçırılmaması gerekli önemli bir denge değişimine işarettir.
Devrimci yığınlar, yarı-aydınlanmış kalabalıklarla girdiği ilişkilenmeyi koparmamak için 16 Nisan referandumunda ya açıktan boykot çalışması yapmamış ya da onlarla “hayır cephesinde” buluşmayı tercih etmişti. Ama şimdi aynı devrimci yığınlar, sonuç alıcı bir atılım için gerekirse yarı-aydınlanmış kalabalıklardan ayrı düşmeyi göze alıyor. O kalabalıklar ile aynı paralelde kalmak, sınıflar savaşımımın yeni dengelerinde, devrimci yığınların elini kolunu bağlıyor. Öte yandan devrimci öfke bu kalabalıkların tam bir kavrayış ve kararlılığa ulaşmasını beklemeye tahammül gösteremeyecek ölçüde birikti.
Şu tarihi dersi devrimci yığınlar almıştır: Yarı-aydınlanmış yarı-kararlı kalabalıkları peşi sıra sürüklemek isteyen, en kararlı adımları tek başına atmaya hazır olmalıdır.
03.03.2018