Yaklaşık 8 aydır Filistin’de Gazze’ye soykırım saldırılarını sürdüren İsrail’e tüm emperyalist hükümetler açık ya da üstü örtülü tam destek verirken, dünyanın dört bir yanında halklar da Filistin halkı için ayağa kalktı, hükümetlerine kafa tuttu.
Öğrenciler ise Filistin için ayağa kalkarak gözaltılara, işkencelere, okuldan atılmalara rağmen bu eylemlere bir dinamik kazandırdı. ABD'li öğrenciler, akademinin suç ortaklığı karşısında sessiz kalmayı reddederek, gençliklerinin dinamizmini eylemlere kattılar. ABD’de başlayıp emperyalist kalelerin kampüslerine yayılan eylemler, kısa sürede 68 hareketinin doğumunu sağlayan Vietnam savaşı karşıtı ayaklanmaları anımsattı tüm dünyaya.
İlk eylemler New York’ta Columbia Üniversitesinde 70 öğrencinin kampüs bahçesine “Gazze Dayanışma Kampı” kurması ile başladı. Kısa süre içinde “anti semitizm” ile yaftalanarak beyaz üstünlükçüler ve siyonist İsrailliler tarafından hedef tahtasına oturtuldular, aralarında Yahudi öğrenciler de olmasına rağmen. Üniversite yönetiminin İsrail ile ilişkileri kesmek şöyle dursun, kamp kuran öğrencilere saldırması, ateşe benzin dökülmesi etkisi yarattı. Çok kısa sürede Columbia’ya öğrencilerden ve New York halkından büyük destek geldi. Ve ard arda Brown, Harvard, Princeton, Yale, UCLA, MIT gibi Amerika’nın en prestijli “Sarmaşık Ligi” üniversitelerinde “Gazze Dayanışma Kamp”ları ortaya çıktı.
Öğrencilerin talepleri Gazze’ye, Filistin’e yönelik İsrail saldırılarının durdurulması, ateşkes ilan edilmesi, insani yardımların ulaştırılması değildi sadece. Üniversite yönetimleri ve hükümetlerinden de talepleri vardı. Öncelikle, üniversitelerinin İsrail ile olan akademik bağlarının kesilmesi, üniversitelerinin İsrail yerleşim yerlerine (siz bunu siyonist İsraillilerin Filistinlilerin topraklarına evlerine yerleştirilmesiyle oluşturulmuş işgal alanları diye okuyun) maddi desteklerinin kesilmesi, silah endüstrisine yatırımların kesilmesi ve üniversitelerinin yaptıkları harcamaların nerelere gittiğinin bilançosunun şeffaf bir şekilde öğrenci ve akademisyenlerle paylaşılması taleplerinin başında geliyordu. Ardından aynı talepler ABD hükümeti için geliyordu. İsrail’e verilen desteğin çekilmesi, silah satışının durdurulması en başat talepleri.
Columbiya Üniversitesi öğrencilerinin açtığı kapıdan geçen tüm üniversiteler, aynı tepki ile karşılaştı. Polis vahşice saldırıp kampları dağıttı, öğrenciler ve akademisyenler işkence ile tutuklandı, üniversite yönetimlerince cezalar yağdırıldı, uzaklaştırma ve okuldan atma cezaları geldi. Sosyal medya üzerinden anti semitizmle suçlanır, kampları İsrail destekçilerince saldırılara, taciz ve tahriklere uğrarken, Yahudi öğrenciler Şabatlarını bu kamplarda müslüman ve hırıstiyan öğrencilerle beraber kutladı, birlikte dualar etti, Cuma namazı kılan öğrencilere korumalık yaptı, dayanışmanın yüksek örneklerini verdi. Ulusal muhafızların dahi kampüslere girmesi, saldırıları halkın da tepkisini büyüttü, öğrenciler kampüste, halklar kampüs önlerinde, meydanlarda, otoyollarda eylemlerini sürdürdüler.
Filistinle dayanışma eylemleri, başta Avrupa olmak üzere Asya, Avustralya kıtalarında da meydanlardan kampüslere sıçradı. Kanada’dan Avustralya’ya Japonya’dan Pakistan’a dünyanın dört bir yanında prestijli üniversitelerin kampüsleri öğrencilerin eylemleriyle sarsıldı. Ve başta “demokrasinin beşiği” Avrupa üniversitelerinde yaşanmaya başlandı polis saldırıları. Tarafsızlığı ile ünlü İsviçre’de kampüsler ziyaretçilerden arındırılır yerine polis bölükleri girerken, “hoşgörü ve anlayış” timsali Hollanda’da kampüslerde üst üste vahşi polis saldırıları yaşanır oldu. “Nazizme bir daha asla” diyen Alman hükümeti, kefiyeyi yasaklamaya, Filistinli öğrencilere "vatansız" olarak kaydolma talimatı vermeye ve dünyaca ünlü Filistinli cerrah Ghassan Abu Sitta'ya seyahat yasağı koymaya kadar vardırdı. Ve iktidarların sığındığı argüman, Nazilerin zulmüne uğramış Yahudilerin ezilmemesi(!) ki dünya halklarının gözünde İsrail siyonizmi Nazi faşizmi ile eş durumda iken!
Amerikan üniversitelerinden bir öğrenci röportajında, “Bunca sene çalıştım, didindim. Şimdi ise okuldan atıldım. Mezun olabilecek miyim, bilmiyorum” diyordu. Öğrenciler hem mevcut akademik kariyerlerini, hem de gelecekteki kariyer beklentilerini hiçe sayarak hükümetlerine “dur(!)” diyorlar.
Öğrencilerin haftalar süren, bitmeyen protestolarının eşliğinde, akademik tatile giriliyor. Bu defa mezuniyet törenleri Filistin ile dayanışma eylemlerine sahne oluyor. Diplomasını almaya kürsüye çıkanlar Filistin bayrakları açıyor, kefiyeler takıyor, tutuklanan arkadaşlarını temsilen kürsüde kendilerini kelepçeliyor, sloganlar atıyor, pankartlar açıyor. İsrail’i destekleyen konuşmacılar, katılımcılar protesto ediliyor, salonlar boşalıyor. Karşılığı gecikmiyor elbet. Okul birincilerinin dahi konuşmaları iptal ediliyor, mezuniyetler iptal ediliyor, polis saldırıları ve tutuklamalar devam ediyor...
Bu defa gelen, hep benzetildiği gibi 68’in barış isteyen “çiçek çocukları” değil. Bu defa gelen, emperyalizmin her tür vahşetine karşı geleceklerini, yaşamlarını ortaya koyan, yoksulluktan, savaştan, ayrımcılığa uğramaktan bıkmış öfkeli, kaybedecekleri bir şeyleri olmayan bir genç kuşak. Ve bu genç kuşak, gelecekleri için bir varlık yokluk savaşı veriyor.
Sermaye sınıfı elbet bunun farkında. Kendi geleceklerini ancak bastırılmış, susturulmuş, düzene uyan bir gençlik yetiştirmekte görüyorlar. Tıpkı tüm dünya emekçi halkları gibi; gençlerin de geleceği, dünya emekçi halklarından ayrı değil. Umutlar, hayaller, yaratılmak istenen dünya aynı, düşman aynı.
Bir kez daha: Gençlik Gelecek, Gelecek Sosyalizm!
Sibel Deniz