Bulgar şiirine ilk kez işçilerin sınıfsal psikolojisini sokan Vaptsarov, içerikte ve biçimde yenilikler yaratmış bir şairdir. Vaptsarov işçi şair olarak işçi sınıfının koşullarını, istemlerini, bu sınıfın savaşımını şiirlerinde ele alır. Onun şiirlerinde işçiyi, dünyaya özgürlüğü getirecek mavi tulumuyla dolaşırken buluruz. Hem de faşizmin azgın saldırıları altında... Vaptsarov sınıfının gerçek bir evladı, fabrika işçisi, lokomotif ateşçisi ve teknisyendi... O açlığa çocuğunu vermiş bir baba, seven bir eş olarak geçecektir tarihe.

Vaptsarov’un şiirinde inanç ve kavga duygusunu bir arada ve güçlü bir şekilde buluruz ve bunları o kadar sade bir dille anlatmıştır ki, onda sadelik bir güce dönüşmüştür. Bazen okuruyla, bazen yoldaşlarıyla, bazen hayatla, bazen de kendisiyle kavga ederken, sohbet ederken buluruz onu.

Düşmanına, “Söyleyin lütfen, neyle saldıracaksınız/Kurşun? /Hayır! Yararsız! / Durun! Kurşununuz beş para etmez! /İnancım/zırhla kaplıdır göğsümde/ve bu zırha işleyecek/kurşun/icat edilmemiştir henüz! /icat edilmemiştir!” diye haykırır İnanç şiirinde. Çevresindeki her varlıkla sohbet eden Vaptsarov, alın teri döktüğü fabrikayla “ve sen, fabrika, bir de/kat kat/duman ve kurum/yağdırıyorsun üstümüze. /Boşuna! Sensin bize kavgayı öğreten/ Ve biz indireceğiz/güneşi yanı başına. /Çalışmaktan yüzü kararmış/bunca insanı/ezinç içinde geçen/fabrika/yorulmaz bir yürek var sende/binlerce yürekle birlikte çarpan.” diyerek konuşur ve onda gizli olan güce güvenini ortaya koyar Fabrika şiirinde. “Hayat için/her şeyi yapabilirim./Uçabilirim gökyüzünde/bir deney uçağıyla/içine girebilirim patlayacak bir roketin,/bir başıma/çok uzak bir gezegeni/arayabilirim/boşlukta” diyen Vapsarov bu kadar bağlı olduğu yaşamla kavga etmekten çekinmez.

Yaşam kavgasının aramızdan aldığı insanların hesabını sorar ona. Göçük altında kalan onbeş madencinin, sokak ortasında öldürülen bir serserinin, Paris barikatlarında, ‘gözleri şarkı söyleyen’ sokak çocuğunun hesabını sorar ve haykırır, “Ne diyorsun, / kazanacak mısın, /kötü, somurtkan/pis hayat? /Yanıyorum, /yanıyorsun/sen, /İkimiz de/kan ter içinde. /Ama sen bitiyorsun/zayıflıyorsun, /düşüyorsun güçten.” Yeni bir hayatı müjdelemekten de geri durmaz, “Bu yüzden acımadan ısırman/belki de/ecelin geldiğinden. /O zaman, /hep birlikte, /senin yerine, /ter ve emekle/bir hayat kuracağız/istenen/ve gereksinen/ama/ne hayat olacak!”

Onun kavga ettiği hayat, yok olup gidecek olan hayattır, “Kuşkun mu var? Korkmuyorsun öyle mi?!/Ama her hareketimi hesapladım ben, /topladım bütün cesaretimi/ve yenilip gideceksin sen/yozlaşmış, berbat hayat.” Asla uzlaşmaz bu yozlaşmış hayatla Vaptsarov. İdam edilmeden önce karısını son kez gördüğünde onunla tokalaşırken bir kâğıt parçası tutuşturur eline. Bir düşünün o anı, ölüme korkusuzca giden bir adam... Birkaç dakika sonra yaşamdan koparılacak olan bir hayat, elinize bir şeyler tutuşturuyor gizliden... Hele bu bir de en sevdiğiniz varlıksa nasıl anlatılır bu anda ki duygu... İnsan nasıl açar bakar o kâğıda... Yüreği durmaz mı o anda... Kaybolacak korkusuyla boğulmaz mı insan ya da faşistlerin eline geçeceğinden korkmaz mı hiçbir şeyden korkmadığı kadar...

Korunması gereken en değerli hazine gibi korudu onu yoldaşı, karısı Boyka... Vaptsarov’un son isteğinin ne olduğunu sorduğunda Boyka, kocasından aldığı cevap, bir şairin sözlerini gelecek kuşaklara taşıma isteğinden başka ne olabilirdi? “Zaferden sonra yayınlatırsınız.” Yoldaşlarına selam göndermeyi de unutmaz bu arada...

Bir de Bulgaristan’da olan bir gelenek vardır, ölen kişinin mezarının başına yemek götürülmesi... Bunu istemez, ‘onları zindanlarda olan yoldaşlarıma götürün’ der. Boyka ile annesinin zindandaki yoldaşlarına götürdükleri sadece yiyecek olmaz, onların arasında, idam mangası önünde ‘özgürlük uğruna düşen ölmez’ şarkısını söyleyen yoldaşları Vaptsarov’un veda şiirinin tadı da vardır.

Komünist bir şairin iki vedası vardır bu kâğıtta, biri çok sevdiği halkına ve yoldaşlarına diğeri ise çok sevdiği karısına yazılmıştır.

Kavga amansız ve katı.

Kavga, dedikleri gibi destansı.

Ben düştüm. Yerimi başkası alacak... o kadar.

Burada, bir kişinin lafı mı olur?

Kurşuna diziliş, dizildikten sonra kurtlar.

O kadar yalın ve akla yatkın.

Ama birlikte olacağız fırtınada,

Halkım, çünkü sevdik seni.

O halkıyla birlikte sevmiştir karısını, karısıyla birlikte sevmiştir halkını... Yoldaşlarıyla partisiyle birlikte sevmiştir tüm bir hayatı... Kurşuna dizilmeden birkaç dakika önce, sevdiği kadınla nikah yapan yoldaşı Anton Popov gibi sevmiştir yaşamı...

 

Veda

Rüyalarında geleceğim bazen

Beklenmedik bir konuk gibi uzaktan.

Sokakta bırakma beni

Kapıyı sürgüleme üstümden.

Usulca gideceğim.

Oturacağım ses çıkarmadan,

Gözlerimi dikeceğim seni görmek için karanlıkta.

Sana bakmaya doyunca

Bir öpücük konduracak ve çıkıp gideceğim.

 

Boyka kapıları sürgüleyebilmiş midir bu Veda’dan sonra?

 

ÖNSÖZ, 5. Sayı, Güz ‘06