< Lübnan’da Patlayan “Pager”lar

Dün Lübnan’da art arda patlayan çağrı cihazları vakası kelimenin gerçek anlamında herkesi şaşırttı. Teknolojik aygıtlar, bunların güvenliği, “İsrail’in yenilmezliği”... her kafadan bir ses çıkıyor.

Öncelikle belirtelim. Özellikle çağrı cihazları ve başka tür elektronik cihazlar üzerinden saldırı gerçekleştirme, epey uzun süredir filmlere bile konu olan bir yöntem. Üstelik de son dönemlere ait değil bu türden filmler. Ne de sadece Hollywood kurgucularına ait. Bilinen, fiilen uygulanabilen (ve tekil olarak uygulanan) saldırı yöntemleri. Bu açıdan ortada “vay be” diyecek bir şey yok.

Ama öte yandan, bu saldırı tekil olay değil. Bir kitlesel saldırı. İşte bu açıdan ortada “vay be” denecek bir durum var. Yöntemin kendisi değil, yöntemin kitlesel uygulanması, çok ciddi bir örgütleme becerisini gösteriyor.

Dün saldırıların ilk saatlerinde “aşırı ısınan pilin patlaması” görüşü dolaşıma sokuldu. Oysa bir akıllı telefondan çok daha küçük pil kapasitesin sahip çağrı cihazlarının bataryalarının görüntülerdeki düzeyde bir patlama yaratamayacağı aşikardı. Cihazlara patlayıcı yüklendiği daha en başından anlaşılıyordu. Doğal olarak bunun nasıl yapılmış olabileceği sorusu belirdi derhal.

Dün saldırının ilk saatlerinde Snowden, NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) itirafçısıdır kendisi, teknolojik cihazların kargolarının NSA tarafından denetlenebildiğini, hatta kargolara müdahale edilebildiğini yazmıştı. Sonrasında anlaşıldı ki, Tayvan markası olan ama Macaristan’da üretilen bu çağrı cihazlarının, Lübnan’a (ve belki aynı zamanda İran’a?) gideceği bilgisi İsrail istihbaratının eline geçmiş. Burada “İsrail istihbaratı” diyoruz ama, okur bunu CIA-MI6-BND ve diğer emperyalist casusluk şebekeleri olarak anlasın. Bunlara hatta MİT’inden gerici Arap ülkelerinin istihbaratına kadar işbirlikçileri de ekleyelim. Tüm hepsi birbiriyle ilişki halinde ve emperyalistlerin yönlendirmelerine göre hareket ediyorlar.

Nihayetinde bu bilgiyi alan İsrail istihbaratı ya üretim aşamasında, ya paketleme aşamasında veya kargo aşamasında sürece müdahil olmuş ve PETN adı verilen askeri bir patlayıcı yerleştirmiş. Böylece çağrı cihazları, vücudun hangi pozisyonunda tutulduğuna bağlı olarak yaralayıcı ve hatta öldürücü bir silaha dönüştürülmüş.

Saldırı bununla sınırlı kalmadı. Ardından bugün de telsizler patladı. Muhtemelen bunun da arkasından benzer bir olay örgüsü çıkacak.

Bu saldırıların “devlet terörü” oluşu, “sivil-asker ayrımı gözetmeme” türünden “ahlaki” tartışmalara girecek değiliz. Gazze’de bütün dünyanın gözü önünde alenen soykırım yapan, ve bunu bütün emperyalistlerin hem askeri, hem mali, hem diplomatik, hem medyatik desteğiyle gerçekleştiren Siyonist rejim için “devlet terörü” son derece naif bir niteleme.

Olayın iki yönüne dikkat çekelim. Birincisi, eskiden beri bilinen, her yerde kanıtlarıyla birlikte dile getirilen yön. Emperyalist-kapitalist sistemin teknoloji devleri, bunlar ister üretici firma ayağındaki donanım firmaları olsun, ister yazılım firmaları, ister sosyal medya ve dijital devler, hepsi, ama hepsi emperyalist devletlerle çok derin ve sağlam ilişkilere sahiptir.

İntel, Nvidia, AMD, Microsoft, Apple, Tesla, SpaceX, Meta, Google, Amazon... aklınıza hangi dev gelirse! Donanım firmaları daha bu donanımların ilk yazılımlarında (firmware) NSA vb. istihbarat servisleri için “arka kapı” kodları yazıyorlar. Doğrudan cihaza erişime izin verecek kodlar yüklüyorlar. (Snowden bunları da afişe etti zamanında.) Bilgisayarlarda BIOS üzerinden erişime imkan sunuyorlar. Ama bunun bildiğimiz anlamda bir bilgisayar (server yahut PC) olması gerekmiyor. Her tür “akıllı” elektronik cihaz için geçerli. Hatta kimi noktada “akıllı olmayanlar” için bile!

Donanımlara yüklenen bu “firmware” dışında bir bütün olarak işletim sisteminde yaratılan açıklar; yetmedi, “bulut sistemi” üzerinden hassas verilere erişim izinleri; yetmedi, türlü çeşit çerezlerle toplanan kişisel verilerin paylaşılması... saymakla bitmez. En nihayetinde, o çok ünlü “uçtan uca şifreli” görüşmelerin şifre anahtarlarının istihbarat örgütleriyle paylaşılması... Anlayacağınız, işin üretim ve yazılım ayağında olması fark etmiyor, “Batı”nın teknoloji devleri, doğrudan emperyalist istihbarat örgütleriyle işbirliği içindedir. Ve biz bunu Ukrayna savaşının başlamasından sonra her alanda mide bulandırıcı tarzda görmeye başladık.

Olayın ikinci yönü, uluslararası politik arenada emperyalistlerin hareket tarzıyla ilgili. Atılan adımlar, yapılan saldırılar öyle bir eşikte gerçekleştiriliyor ki, buna karşılık vermeniz bir büyük savaş, bir büyük yıkım savaşı anlamına gelebiliyor. Karşınızdaki güçlerin bu türden bir yıkım savaşını göze alamayacağı, almaması gerektiği hesabıyla yapılıyor bu türden saldırılar. Bunun en sıcak örneğini Ukrayna’da görüyoruz. ABD-NATO güçleri, adım adım tırmandırdılar tüm süreci. Hep en kritik noktada, eşikte tutarak artırdılar saldırganlığı. Öyle ki Rusya ya nükleer silah kullanarak bir eşiği aşacak, ya da bu yavaş yavaş tırmandırılan saldırıları sineye çekmek zorunda kalacak türden adımlar attılar.

İsrail’in saldırıları da bu yönde. Özellikle 7 Ekim sonrasında hız kazandı. Yaptığı saldırılar gerçekten de büyük bir bölgesel savaşı, belki de genel bir yıkım savaşına dönüşebilecek bir savaşı göze almadan karşılanamayacak tarzda saldırılar. Tahran’daki Hamaney suikastını alın örneğin. Ve şimdi çağrı cihazları ve telsizler aracılığıyla gerçekleştirilen saldırıları alın. Bunlara karşı gerçek anlamda misillemede bulunmak, özellikle Doğu Akdeniz’e yığılan ABD ve İngiliz donanmasını, Kıbrıs’taki askeri üslere yapılan yığınakları vb. düşünecek olursanız, çok ciddi bir bölgesel savaşa kapı aralayabilecek düzeyde.

İsrail’in kendisinin, nükleer gücüne rağmen, Hizbullah-İran-Yemen güçlerinin saldırısı karşısında ayakta kalabilmesi tartışmalı bir konu. Nükleer silahlarını kullanırsa doğacak sonucu kimse kestiremez. Bu noktada onun yardımına ABD-İngiltere güçleri geliyor. Bölgede konuşlu uçak gemisi filoları gerçekten çok büyük bir ateş gücüdür. “Batmayan uçak gemisi” Kıbrıs’ı da eklerseniz, bütün Doğu Akdeniz’i ateş altına alabilecek bir güç yığılmış durumda. Bu gücün müdahil olduğu çatışmalar sırasında savaşın sınırlı alanın dışına taşması ve bizzat bu filoların da gemisavar füzelerin hedefi olması ihtimali, durumu gerçekten son derece karmaşık hale getiriyor. İsrail’i son derece pervasız hale getiren dengelerin temelinde bu durum var. Bir çeşit yeni “dehşet dengesi”!

Diğer taraftan İsrail, gerçekten bölgesel bir savaşı kışkırtıyor. Böyle bir savaşta İran’ın bu büyük ateş gücünün hedefi olması için her şeyi yapıyor. Çünkü 7 Ekim’den bu yana İsrail’in “dokunulmazlık zırhı” parçalandı. Caydırıcılığı hükmünü yitirdi. Mevcut şartlarda hasımlarının askeri anlamda yakılıp yıkılması, ama nükleer silahlarla değil, emperyalist hamileri tarafından konvansiyonel silahlarla yerle bir edilmesi, İsrail’in gelecekteki güvenliği için elzem görünüyor. Aksi halde, dışarıda “caydırıcı güç” kimliği çok büyük oranda aşınmış, hatta yerle bir olmuş, içeride yoğun gerilim ve çatışmaların hızla iç savaşa doğru geliştiği bir İsrail, hayatta kalamaz.

Çağrı cihazları ve telsizlerin kitlesel ölçekte bireysel saldırı silahına dönüştürülmesiyle İsrail, savaş kışkırtıcılığını bir üst aşamaya taşımış oluyor. 2006’daki “otuzüç gün savaşı”nda hezimete uğrayıp apar topar kaçtığı güney Lübnan’a ABD-İngiliz desteğiyle geri dönmenin hesabını yapıyor. İki gündür kitlesel bir şekilde patlayan o küçük bombalar, cehennemi bir savaşın kapılarını zorluyor.