Rojava’ya yönelik gittikçe yoğunlaşan savaş söylemi var. Hükümetten ve devletten peş peşe yapılan açıklamaları şöyle bir sıralamak vahim tabloyu resmetmeye yeter.
Erdoğan 26 Temmuz’da “ABD ile Suriye sınırları boyunca güvenli bölge oluşturmaya yönelik görüşmeler sürüyor. Bu görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın Fırat'ın doğusundaki terör koridorunu paramparça etmekte kararlıyız” dedi. Aynı konuşmada Hakurk işgalinden, Rojava ile bağlantıyı kesme amaçlarından da bahsetti.
MGK açıklamasında da yine aynı ton ve söylem hakimdi: “Suriye sınırımız boyunca oluşan otorite boşluğunun ülkemize yönelik tehditleri artırması sebebiyle, sınır güvenliğimiz çerçevesinde bölgenin tüm terör unsurlarından temizleneceği ve bütün gücümüzle bir 'barış koridoru'nun inşası için gayret sarf edileceği hususundaki kararlılığımız teyit edilmiştir.”
Bu restleşme ve hamaset yüklü söylemler eşliğinde Rojava sınırına tanklar, zırhlı personel taşıyıcılar, obüsler ve toplarla desteklenen neredeyse bir ordu büyüklüğünde asker (80 bin) yığılmış durumda.1 MGK sonrası Ceylanpınar’a yeni yığınaklar oldu.
Türkiye 30 km (kimi kaynaklara göre 40 km) derinliğinde bir bölgeyi “Güvenli Bölge” adı altında işgal etmek istiyor. Bu niyetini gizleme ihtiyacı bile hissetmiyor Türk devleti, sadece uygun bir ortam ve doğru zaman arayışında.
Bu ortamda hamasi nutukları salt iç kamuoyuna dönük boş haykırışlar olarak veya ABD ile pazarlıkta el yükseltme olarak değerlendirmek doğru değil. Güney Kürdistan’da KDP işbirliğiyle fiilen sürmekte olan işgal ve çatışmalar, oralara yapılan yığınak da düşünüldüğünde, Türkiye gittikçe genişleyen bir savaşın içinde artık.
Türkiye, KDP ile işbirliği halinde G.Kürdistan’da Özgürlük hareketine ve Kürt halkına karşı bu savaşa girişirken, kuşku yok ki, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin açık/gizli onayını almıştır. Tıpkı Afrin’i, Cereblus’u, Azaz’ı işgal ederken aldığı gizli/açık onay gibi.
NATO’nun sadık bir üyesi olarak Türkiye, başka bir ülkenin toprağını işgal ettiğinde, bunu aynı zamanda, NATO adına da yapmış, NATO’yu ve onunla birlikte ABD’yi o topraklara taşımış oluyor. S-400’lerden dolayı Türkiye-ABD-NATO ilişkilerinin bozulacağını düşünmek büyük bir yanılgıdır. ABD hükümeti Basın Sözcülüğü, bu konuya şu sözlerle büyük açıklık getirmiştir:
"ABD, Türkiye ile stratejik ilişkisine halen çok değer vermektedir. NATO müttefikleri olarak ilişkilerimiz çok katmanlıdır ve sadece F-35'lere bağlı değildir. Silahlı kuvvetlerimiz arasındaki ilişki güçlüdür. Türkiye'de S-400 sistemlerinin varlığının farkında olarak, Türkiye ile yoğun bir şekilde iş birliği yapmaya devam edeceğiz."
Benzer düşünceyi NATO Genel Sekreteri şu sözlerle dile getirmiş:
“Türkiye’nin NATO’ya katkısı ve NATO’nun Türkiye ile iş birliği, F-35’lerden çok daha derin ve kapsamlıdır”
Faşist devlet ve dinci faşist iktidar bu gerçeğin bilincindeler ve bütün hareket tarzları bu gerçeğe uygun seyrediyor. ABD olsun öteki emperyalist devletlerin olsun Rojava için kendileriyle ilişkileri koparmayacaklarına, hele de bir çatışmaya girmeyeceklerine güvenerek bir fiili durum yaratma, Rojava geneline yayılacak bir işgal hareketine girişme ihtimalleri, bu nedenle, hesaba katılmalıdır. ABD-NATO ikilisiyle Türkiye’nin arasını açma hayalleriyle yatıp kalkan Rusya’nın böyle bir işgal hareketine gözyumması mümkündür ve Türk devleti böyle bir icazet için her türlü tavizi vermeye dünden hazır.
Şimdilik Rojava’ya yönelik saldırı hazırlığının önünü almaya çalışan ABD’nin ilkesel olarak Türkiye’nin olası işgal hareketine karşı olmadığı açık. Jeffrey bu durumu şöyle itiraf ediyor:
“Türkler, bizim anlamlı bulduğumuz bölgeden daha derin bir güvenli bölge istiyor. Bizim önerimiz, 5-14 kilometre arası, ağır silahların çekildiği bir güvenli bölge. Bu bölgede ABD ve Türkiye'nin nasıl çalışacağına dair fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar var, bunun çok fazla detayına girmeyeceğim. Ancak bu anlaşmazlıkların üzerine çalışmaya kararlıyız.”
Bu kadar açık.
ABD’nin sorunu, Türkiye’nin bir işgal hareketini önlemek değil, bu işgalin uzanacağı alanın miktarıdır. ABD’nin amacı, Kürt halkına düşman bir devleti Rojava yönetimiyle uzlaştırarak Ortadoğu’ya ayağını sağlam yerleştirmektir. Washington’ın Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, bu amaç için Türkiye ile Rojava arasında koşturup duruyor. Henüz taraflar arasında bir anlaşma yok. Buna rağmen Jeffrey, “güvenli bölge Türkiye ve ABD tarafından kontrol edilecek” diyor; “40 km değil 15 km olsun” diye ekliyor!2
Jeffrey, “bir taraf önemli bir yerel ortak, diğer taraf NATO müttefiki; biri IŞİD'le mücadelemizde önemli bir ortağa ait, diğeri NATO müttefikimize ait bu çok önemli iki kaygıyı dengelemeye çalışıyoruz ” diyerek mevcut durumda nasıl iki arada bir derede kaldıklarını ifade ediyordu bir soruya cevap verirken.
Rojava devrimi, emperyalistlerle bu yakın ilişkilerini sürdürerek, sosyalist yönelimini koruyabilir mi? Bunun mümkün olmadığı açık. Rojava Devriminin bu karmaşık ilişkilerden sağlam biçimde çıkmasının tek yolu, kendi kazanımlarını koruyacak biçimde Suriye’nin demokratikleştirilmesi politikasıdır. “Özgür Rojava-demokratik Suriye” sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının da çıkarına olan yoldur. Türkiye’nin işgal ettiği topraklardan çıkarılması, işgal tehditlerinin sona erdirilmesi, şimdi işgale ses çıkarmayan, zımni de olsa onay veren, dahası, 5-14 km alanın işgaline onay vereceğini kendi ağzıyla söyleyen ABD’nin bölgedeki varlığıyla olmaz. İşgalci ve saldırgan faşist bir devlet karşısında barış bayrağını yükselterek hiç olmaz. Tekrar vurgulamakta yarar var: ABD, Türkiye’nin işgaline, tıpkı Afrin ve diğer bölgelerde olduğu gibi, ilkesel olarak karşı değil ve Rojava yönetimini ikna edebilseydi, dünden onay vermeye hazırdı.
Rojava yönetimi olası bir saldırının Afrin dahil tüm sınır hattında topyekün bir savaş anlamına geleceğini açıktan dile getiriyor. Faşizmin anladığı dil budur.
Devrimi korumanın yolu da budur!
Sinan KALELİ
03.08.2019